Soma yanmaya devam ediyor

madenci-01

2014 yılı 13 Mayısı’nda yaşanan ve en az 301 madencinin öldüğü Soma katliamının sözde yargılama süreci başladı. “Sözde” diyoruz, çünkü mahkemede Soma Kömürleri AŞ Holding Başkanı Alp Gürkan ve asıl işveren konumundaki TKİ Ege Linyit İşletmesi yöneticileri yargılanmıyor. 8’i tutuklu 45 sanığın içerisinde müfettişler de dahil olmak üzere hiçbir kamu görevlisi bulunmuyor. Üstüne üstlük 13 Nisan’daki ilk duruşma için 8 tutuklu sanığın Aliağa Yenişakran Cezaevi’nde video konferans ile dinlenmesi ve mahkemeye getirilmemesi yönünde bir karar verilmişti. Fakat sanıkların mahkemeye getirilmemesine karşı ailelerin isyanı, sanıkların duruşmada hazır edilmesi kararıyla 15 Nisan’a ertelendi.

İlk duruşmada sadece bunlar yaşanmadı; ölenlerin yakınları dahi mahkeme salonuna alınmak istenmemiş, polis tarafından suçlu gibi ablukaya alınmışlardı. Fakat yaşanan acı ve öfke o kadar büyük ki taşması engellenemez, dalganın önünde durulamaz durumda. Uzun bir zamanın ardından tepkilerini yüzlerine vuracakları bir muhatap bulan işçi yakınları, katledilen yakınlarının hesabını sormak için mahkeme salonuna akın ettiler.

Mahkeme heyetinin korkması elbette işten bile değildi. Ne de olsa bu davanın yüzlerce tarafı vardı, binlerce destekçisi, milyonlarca yüreği vardı. Önce ölen madencilerin birinci dereceden yakınlarının mahkeme salonuna alınmasına, sonrasında ise mahkemenin kararından rücu etmesiyle sanıkların duruşmada hazır bulunmasına karar verildi. Duruşma 15 Nisan’a erteledi. Yine avukatların talebi ile, bu olayın sorumlularından olan kamu görevlilerinin soruşturmasının akıbetinin öğrenilmesi hususunda da bir karar daha verildi.

15 Nisan Çarşamba gününde duruşma, iddianamenin okunması ile başladı. İddianamede katliama ilişkin okunan ayrıntılar birçok kez ailelerin haykırışlarıyla kesilecekti. Bilirkişilerin hazırladıkları raporu sanıkların kabul etmemesi ise ailelerin öfkesini daha da arttırdı. Sanıklar kimi zaman birbirlerinin aleyhinde ifade verirken, kimi zaman da beyanlarını ortaklaştırıyordu.

Aynı şekilde şirketin Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan da şirkette finans, pazarlama alanında sorumlu olduğunu, madene girmediğini, birkaç ayda bir Soma’ya geldiğini belirterek sorumluluktan kaçtı. İşçi sağğı ve güvenliği konusunda da örnek bir işletme olduklarını söylemesi ise tam bir fiyaskoydu. Tüm sanıklar, sahnede inandırıcı olmaya çalışan, fakat ne kadar uğraşsa da acemiliğini gizleyemeyen oyunculara benziyorlardı.

Soma katliamında sermaye, devlet, sendika ilişkisi apaçık ortadayken, dava sürecinde şirket patronları sorumluluk almıyor, kamunun sorumluluğu ise tamamıyla göz ardı ediliyordu. Çalışma Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Sanayi Bakanlığı gibi kurumlar dava konusu olmaktan çıkıyor. Yine devletin, sermayenin çıkarına ön ayak olduğu taşeron çalışma sisteminin, rödovansın, kuralsız ve güvencesiz çalışmanın, kamu ihalelerinin esamesi okunmuyordu.

Sanıkların verdikleri ifadeler ise tarihe birer utanç tablosu olarak geçecek nitelikte. İki günde ifade veren 8 tutuklu sanık, katliamda ölen çalışma arkadaşları maden mühendisi Mehmet Efe’yi suçladı. Tutuklu sanıklardan biri olan, maden teknikeri ve madende “emniyetçi” olarak görev yapan Mehmet Ali Günay Çelik ifadesinde “Ölçülen değerleri emniyet amiri değerlendirir, sensör değerlerini Mehmet Efe değerlendirir. Ben bakmam. Ocak içindeki gaz değerlerini kendi defterlerine kaydederler” dedi. Sabit ölçüm cihazları ile seyyarlar ve defterlerde bir farklılık olduğunda Mehmet Efe’ye söylediğini ifade etti. Sanıklar ağız birliği ile, ölmüş olmasını fırsat bilerek sorumluluğu Mehmet Efe’ye atmışlardı.

Çelik ifadesinin devamında sensör sayısının yeterli olduğunu, herhangi bir eksiklik olmadığını belirterek yalanını sürdürdü. Bu ve benzeri şekilde ifade verenler arasında Çelik sadece bir tanesiydi.

 

“Önce kömür, sonra emniyet”

Mahkemede madencilerin verdikleri ifadeler ise, ne kadar vahşi sömürü koşullarında çalıştıklarını, ne kadar insanlıkdışı bir çalışma ortamının dayatıldığını göstermeye yetiyor.

İşçilerden Bahri Yıldırım, “Ben bu zamana kadar denetçilerin yeraltına indiğine hiç şahit olmadım. Müfettişler yer içer rahatlarına bakar” diyor mesela. Abdülhakim Bilen de “Madende müfettişler gelmeden 15-20 gün önce haberimiz olurdu. Peki neden müfettişler yargılanmıyor” sorusuyla arkadaşını doğruluyor.maden-sehitlerimiz

“Sıcak kömür çıkıyordu. Bunu hatta emniyetçiler de görüyordu. Fakat herhangi bir tedbir alınmıyordu. Havalandırma yok derecede azdı” diyen Aşkın Akgül’ün sözlerine ek olarak, Hüseyin Koç da “Son 1 aydır S3 klasik ayakta sıcaklık çok aşırıydı. Mecburen çalışmaya devam ediyorduk. Sıcaklık arttığını fark etmesine rağmen bilerek gerekli tedbiri almamıştır. Amacı üretimi arttırmaktır” diyerek katliamı hazırlayan ortamı anlatıyordu.

Maden işçilerinin bütün anlatımları, insan hayatının nasıl hiçe sayıldığını gösteriyordu. Mesela Musa Uysal, “Ben işe başlarken herhangi bir eğitim ya da kurs almadım ama imza attım. Sadece kağıda imza attım” demişti. Ahmet Çetin ise, “Ben gaz maskesi nasıl kullanılır bilmem, çalışıp çalışmadığını bile anlamam” diyordu. Ekrem Erecek’in söylediği “Madende önce kömür sonra emniyet derler” sözleri ise, madencinin, patronlar tarafından yazılmış kara “fıtrat”ını özetlemeye yetiyor.

 

“Küçüklerle başladık,

sıra asıl sorumlulara da gelecek”

Bu sırada ölen madencilerin aileleri, kimsenin suçunu kabul etmemesi ve birbirlerinin üstüne atması nedeniyle yerlerinde duramıyor, tepki gösteriyordu. Kaybettikleri babalarının, evlatlarının, kardeşlerinin acıları yüreğindeyken oynanan bu ortaoyunu ile, asıl suçlular olan sermaye ve devlet işbirliğini en açık şekilde görüyorlardı. Sistemin acımasızlığı bundan daha net başka nasıl gözler önüne serilebilirdi ki.

Ölen bir madenci eşinin ağzından dökülen, “Bunlar daha küçükler, biz sadece küçüklerle uğraşıyoruz ama sıra gerçek sorumlulara da gelecek. Gerekirse devlet yargılansın. Davamızın sonuna kadar peşindeyiz” sözleri, konunun ne kadar açık ve anlaşılır olduğunun göstergesiydi.

Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkanı Av. Selçuk Kozağaçlı da duruşmada söz almış “Sanıkların ve avukatlarının stratejileri fena değil ama tutmaz, gerçek karşısında tutmaz. Başınızı bıçağa uzatıp, patronunuzu kurtarmaya çalışmanızı da tarih yazar” diyerek güzel bir özet yapmıştı.

 

Soma davası

sınıf mücadelesinin bir parçası

Mahkeme 8 günlük duruşmanın ardından 15 Haziran’a ertelendi. En az 301 işçi öldü bir anda ve o 301 can bir patron etmiyordu devletin gözünde. Kıyamadı en azından 301 cana bedel “makul sayıda” patronun içeri girmesine. Makul sayıda değil bir tanesine bile.

Olağanüstü güvenlik önlemleriyle başladı ve bitti duruşmalar. Bu güvenlik önlemleri sadece patronlar için vardı. Oysa 13 Mayıs’ta meydana gelen katliamda ölü sayısı uzun süre kamuoyundan gizlendi. Dönemin Başbakanı Erdoğan ise Soma’da yaptığı konuşmada, şaka gibi ama soğuk gerçek olan, “ölümün madencinin fıtratında olduğunu” söyledi.

Sağ çıkan işçiler ise gerçeği çok net ortaya koyuyordu. Katliam, aslında göz göre göre gelmişti. Ocak, uzun zamandan beri sıcaktı, yetkililer defalarca önlem alınması için uyarılmış, fakat sonuç alınamamıştı. Yapılan denetimler göstermelikti. Karbondioksit miktarını ölçen sensörler ise defalarca yüksek çıkmış fakat üretim durdurulmamıştı. İşçiler sürekli daha fazla kömür çıkarmaya zorlandıklarını anlattılar. Gaz maskelerinin uygun olmadığı, bozuk olduğu, yıllarca kontrolden geçirilmediği ise aşikardı.

Soma davası sadece orada ölen 301’den fazla madencinin yakınlarını ilgilendirmiyor. Soma davası, tüm Türkiye işçi sınıfının davasıdır. Kuralsızlaşmayla, taşeronlaşmayla beraber artan işçi cinayetlerini düşündüğümüzde, Soma davasını sınıf mücadelesinden bağımsız ele alınamayacağını görmeliyiz. Bu mücadeleye tüm işçi sınıfı için girmeli, başka katliamların olmasının önüne geçmeli, işçi ailelerinin yanında olmalı ve destek vermeliyiz. Çünkü bu dava özelinde asıl mağdur olan tarafın davayı sahiplenmesi, peşini bırakmaması ve işçilerin dayanışması işçi sağğı ve güvenliği mücadelesi için de önemli bir adım olacaktır.

Sınıf mücadelesiyle bizler, makul sayıda değil, emekçilerin kanını emen patronların tümünü tarihin tozlu sayfalarına süpüreceğiz.

 

İşçi Sağğı ve İş Güvenliği Meclisi’nin verilerine göre;

Soma Holding ile yakın ilişkisi bilinen Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın bakanlık döneminde,

2009 yılının son sekiz ayında 62,

 2010 yılında 105,

2011 yılında 77,

2012 yılında 61,

2013 yılında 95,

 2014 yılında 386,

2015 yılının ilk üç buçuk ayında ise 11 maden işçisi yaşamını yitirdi…

 

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …