‘96 ÖO’da direniş meşalesi; Osman Akgün

1965 yılında Rize’nin Kalkandere ilçesinin Fındıklı köyünde doğdu. ’80 öncesi yıllarda lisede mücadeleyle tanıştı. Henüz genç bir antifaşist iken, 12 Eylül cuntasının gelmesiyle birlikte, tasfiyeciliğin batağına saplananları mücadele etmeleri için zorladı. İhtilalci komünistlerle tanışana kadar kendini ve yakın çevresinin devrimci yapısını korumayı başardı. Derneklerde tiyatro ve halk oyunları öğretmenliği yaptı.

Bunları salt sanatsal faaliyet için yapmıyordu. Faşist cunta yıllarında, tasfiyeciliğin kol gezdiği bir dönemde devrimci bir çevre yaratmak ve geliştirmek istiyordu. Sıcak yapısı, hesapsız ilişkileri, fedakar kişiliğiyle, bulunduğu her alanda öne çıkar, kendini sevdirir ve kabul ettirirdi. O günlerden başlayan, temiz, hesapsız ve sımsıcak bir “Osman dostları” çevresi vardı etrafında.

1990 yılında ihtilalci komünistlerle tanıştı Osman. Görüşlerini benimsedi ve kavgada yerini aldı. Askeri yönleriyle dikkat çekiyor ve bu faaliyetlerin bir parçası olmak istiyordu. Osman Yaşar Yoldaşcan Müfrezesi’nin ilk üyelerinden oldu. Hainlerin, muhbirlerin cezalandırılmasından, kamulaştırma eylemlerine kadar tüm görevleri titizlikle yaptı. Pratik zekasıyla her sorunu halletmeye çalıştı. Yoldaşlarını koruma duygusu ve refleksi çok güçlüydü.

Kuruluş yıldönümünde yapılan bir eylemin hazırlığı sırasında taksi şoförünün ihbarı üzerine polisle çatışmaya girdi, ağır yaralı olarak yakalandı. Yaralı halde girdiği Gayrettepe işkencehanelerinden başı dik çıktı. Hapishanelerde de hep özgürlük tutkusuyla yaşadı. ’95 yılında yarım kalan özgürlük eyleminin mimarlarındandı.

Sağmalcılar’dan Ümraniye’ye sevkler gündeme geldiğinde, sorun çıkmaması için gönüllü oldu Osman. “Yeni açılan bir cezaevine gidiyoruz. Her şeye sıfırdan başlayacağız. Oradaki mücadele daha zor ve çetin olacak, bunun bilincindeyim. Ümraniye Cezaevi’ni özgürleştirmek, bizim görevimiz. Bunun sorumluluğu hep üzerimde olacak. Orada örgütümüzün bayrağını şerefle taşıyacağız.”

13 Aralık Ümraniye direnişinde barikatların önündeydi; 4 Ocak’taki Ümraniye katliamında da üç gün boyunca barikatların başında oldu.

1998’de tüm hapishanelerde genel direniş başladığı zaman, kendinin ölüm orucuna gönüllü olduğunu bildirdi yoldaşlarına. Ve açlık grevinin 47. gününde şöyle yazdı mektubunda: “Yoldaşlar bedenen kötüyüm ama kafa ve yürek olarak dimdik AYAKTAYIM. Her şeye ama her şeye hazırım…”

Giderek ağırlaştığı ölüme yaklaştığı zaman da şunları yazdı: “Ben ölümle ilk kez burada karşılaşmıyorum… Ölümle yüzyüze kaldığım her tarihte ölümün üzerine giderek onu yendim. Ölüm ne ki, önemli olan yüzümüzün düşmana dönük, başımızın dik olmasıdır.”

Bu sözlerinden kısa bir süre sonra bilincini yitirdi. Sayıklamalarında bile düşmanla savaştı, tıpkı kendisine hep örnek aldığı Fatih yoldaşı gibi… Ve 69. gün ölümü yenerek ölümsüzler kervanına katıldı.

“Yoldaşlar, direnişle ilgili uzun söze gerek yok. Yaşam kendini konuşturuyor. Bu direnişte Fatih’in BİZ KAZANACAĞIZ’ı nasıl yaygınlaştı değil mi? Bu müthiş gurur veriyor. Evet, bedenen ölebiliriz ama kazanan biz olacağız! BİZ KAZANACAĞIZ!”

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …