8 Mart Dünya Emekçi Kadınları Günü, 2005 yılından bu yana iki ayrı etkinlikle kutlanıyor. Birini “Kadın Platformu” ismini taşıyan feminist platform, diğerini ise Devrimci 8 Mart Platformu gerçekleştiriyor.
Ancak 2005’teki ayrışmadan bugüne çok şey değişmiş durumda. Elbette diyalektiğin doğasıdır; hiçbir şey aynı kalmaz, değişmeyen tek şey değişimdir. 8 Martların da hep aynı kalmaması, bu doğaya uygundur. Fakat ne yazık ki, bu değişim, ileri ve olumlu yönde değildir. Reformizmin güç kazanmasına paralel olarak, onun kadın sorunundaki tezahürü olan feminizm de her geçen gün güç kazanmaktadır.
Ayrışma, Devrimci 8 Mart Platformu’nun, hem feministlere hem de devlete karşı büyük bir çatışma ile kazandığı mevzi üzerinden gerçekleşmişti. Devrimcilere izin verilmeyen alan, gaz bombalarına, coplara rağmen fethedilmiş ve bu tablo günlerce basını meşgul etmişti. Devrimciler, kazanmış olmanın özgüveni ile 8 Martlara, hakettiği devrimci ruhu yeniden kazandırmıştı.
Ancak geçen süre içinde, feminist ideolojinin güç ve etki alanı adım adım genişledi. 2012 8 Martı ise, feminizmin artan etkisini, onun sonuçlarını, net bir biçimde ortaya koydu. Feminist saldırganlığın ve hegemonya oluşturmanın en akıl almaz dışavurumuna tanıklık etti.
8 Mart günü iş bırakma eylemi yapan KESK’liler, iş bırakmanın bir parçası olarak yürüyüşe kadınlı-erkekli bir kortej olarak geçtiklerinde, feminist KESK’liler, “hepiniz tacizcisiniz, defolun buradan” diye çığlıklar atarak KESK’li-erkek mesai ve eylem arkadaşlarına saldırdılar.
11 Mart günü gerçekleşen feminist 8 Mart mitinginde, erkek simitçiler ve erkek muhabirler, alandan kovuldu. Mitinge davet edilen kadın sanatçılara, arkalarında sahne alan erkek saz heyetinin yerine kadın saz heyeti oluşturması dayatıldı. Direnişteki Hey Tekstil işçilerini feminist 11 Mart mitingine davet ederken, Devrimci 8 Mart Platformu’nun gerçekleştireceği mitinge katılma yasağı kondu. Kadın-erkek birlikte mücadele etmek gerektiğine inanan devrimci KESK’lilerin, Devrimci 8 Mart Platformu’nun mitingine katılmalarını engellemek için “sendikal yaptırım” tehdidi savruldu.
Devrimci 8 Mart Platformu’nun mitingi ve etkinlikleri genel olarak yok sayıldı. Feminist platformun basın organlarında yer alan tek haber ise; kadınla erkeğin kolektif mücadelesini, erkeklerin kadın sorunlarını sahiplenerek alanlara çıkmasını aşağılamaya çalışan bir üslupla verildi. Bu konuda burjuva basınla aynı zeminde buluştular. Burjuva basın da Devrimci 8 Mart Platformu’nun mitingini görmezden gelmeyi tercih etti.
Diğer yandan devrimci-demokrat bir tabana sahip, mücadeleci bir çizgide durmaya çalışan kimi işçi sendikaları, bugüne kadar her platformda devrimcilerle birlikte hareket etmiş olan kimi yöre dernekleri, feminist 8 Mart’a katılarak bu akıl almaz tabloya ortak oldular. Neyi güçlendirdiklerinin farkına bile varmadan, nereye düştüklerini anlamadan, bütün bu düşkünlüğün altına imzalarını attılar.
Feminist ideoloji, feminist örgütlerden ibaret değildir.
En büyük yanılgı, feminist ideolojinin sadece feminist örgütlerce savunulduğu, feminizmin sadece bu örgütler nezdinde yaşam bulduğu düşüncesidir. Feminist örgütlerin sayıca az, tabanlarının küçük, kadrolarının sınırlı olduğunu görmek, feminizmin sınırlarının da dar olduğu yanılsamasını yaratmaktadır. Oysa sorun bundan çok daha boyutludur.
Feminizm burjuva ideolojisidir. Kadın sorununun burjuva ideolojisi doğrultusunda yorumlanması ve kadınlara düzeniçi çözümler sunulmasıdır. Kimi zaman sadece çıplak-doğrudan burjuva propaganda olarak varolur. Mücadelenin yüksek, devrimci etkinin güçlü olduğu dönemlerde feminist propagandayı görmek ve ona karşı mücadele etmek daha kolaydır. Ancak mücadelenin geriye düştüğü dönemlerde, durum farklılaşır.
Devrimci etki zayıfladığında, siyasette reformizm, sınıf mücadelesinde ekonomizm, kadın sorununda feminizm güç kazanır. Burjuvazi, yenilgi dönemlerinde bu akımların önünü açar, destekler ve palazlanmasını sağlar. Çünkü bunların hepsi, özünde burjuva ideolojisidir. Hepsi düzeniçi çözümler sunmaktadır. Dolayısıyla hiç biri, burjuvazinin sınıfsal iktidarına karşı bir tehdit oluşturmazlar.
İşte bu nedenle feminist ideoloji, feministlerden ibaret değildir; reformistler ve reformizmin etkisi altında bulunan devrimciler, ekonomizmden muzdarip devrimci-demokratlar, kadın sorununda feminist kulvara girmeye meyillidirler. Reformist dalganın baskın olduğu anlarda, o kulvara kolayca iltihak ederler.
Bugüne kadar Devrimci 8 Mart Platformu’nda yeraldığı halde bugün ayrılan devrimci yapıların durumu da budur. Bu devrimci yapılar, neden Devrimci 8 Mart Platformu’ndan ayrıldıklarını ve neden feminist platforma dahil olduklarını açıklayabilecek durumda değillerdir. Bu konuda dergilerinde yazdıkları birkaç satır, ya da sözlü olarak söyledikleri birkaç cümle, böylesine büyük bir ideolojik farklılaşmanın açıklaması olamaz. Sorunu sadece “erkekli-erkeksiz” tartışması olarak yansıtmak ve bunu “şekilcilik” olarak addetmek, bugüne dek feministlerden ve bilumum reformist-sağcı anlayışlardan sıkça duyduğumuz demagojik argümanlardır. Hatırlanacağı gibi, 1 Mayıs’ta Taksim alanının devrimciler tarafından zorlanması, reformist partilerce, “alan sorunu” olarak gösterilmiş ve yıllar yılı “biçim” denilerek küçümsenmişti. Oysa 1 Mayıs’ları resmi tatil yapan da, Taksim’i 1 Mayıs’lara açan da, devrimcilerin bu “biçim”deki ısrarı olmuştu. Gerçekte “biçim”, özün yansımasıdır. O yüzden de her “biçimcilik-şekilcilik” küçümseyişi, özü saklama çabasının ürünü olarak karşımıza çıkar.
“Özgür Gelecek” 22 Şubat-6 Mart tarihli sayısında, “erkeklerin mitinge katılımı… bizim açımızdan tamamen biçimsel ve talidir”(abç) diyor. Ve “kadın tek başına olduğu zaman ‘feminist’, yanına erkeği yerleştirdiğinde ‘devrimci’” (sf 12) diyerek dalga geçiyor! Gerçekte ise, durumu bu denli basite indirgeyerek üstünü kapatıyor. “Bizim için ilke, kadına dair politikalarımızı 8 Mart’ta en güçlü nerede ifade edebilmektir. Bu dün Devrimci 8 Mart Platformu idi, bugün kadın platformu, yarın da tek başımıza… Bu konular dogmatik ele alınacak konular değil” (sf 13) derken, yani ünlü “dün dündür, bugün bugündür” pragmatizmiyle hareket ederken, “dogmatik”lik olarak gösterdiği şeyin gerçekte “ilkesellik” olduğunu görmezden geliyor ya da çarpıtıyor. Aynı şekilde, “kadınla erkeğin birlikte yürümesi ideolojik bir yaklaşım değildir” deyip, bunu “şekilcilik” olarak küçümserken; birkaç cümle altında “kadınla erkeğin birlikte yürümesinde ısrar etmek, ideolojik bir zaaftır” diyebiliyor. Neden platform değiştirdiğini açıklayabilmek için, birbiriyle çelişik, kendi kendini yalanlayan cümleleri alt alta sıralıyor böylece. “Kadınla erkeğin birlikte yürümesi” ona göre “ideolojik bir yaklaşım değil”(!) Fakat bunda “ısrar”, “ideolojik bir zaaf”(!) Aslında ilk cümlede, kendisinin bugüne kadar savunduğu temel doğruları, özeleştirisini bile vermeden geçiştirme çabası varken; ikincinde, Devrimci 8 Mart Platformu’na saldırı sözkonusudur.
Elbette bu tür argümanlar, sadece “Özgür Gelecek” dergisine ait değil. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, kendisine “sol” ya da “sosyalist” diyen feministlerden çok daha fazlasını yıllardır duyuyoruz. “Özgür Gelecek”in farkı, bu platforma katılan son bileşenlerden olması ve daha düne kadar Devrimci 8 Mart Platformu’nun içinde yer almasıdır. Feminizmin devrimci saflara kadar uzanan etkisini göstermesi yönüyle önem taşımaktadır.
İki ayrı platform, iki ayrı ideoloji
8 Mart’larda ortaya çıkan iki ayrı platform, kadın sorununa bakışta iki ayrı dünya görüşü, iki ayrı ideolojidir. “Kadın Platformu”na “feminist platform” dememiz boşuna değildir. İçindeki feminist örgütlerin küçük ve az sayıda olması, devrimci saflarda gördüğümüz, çeşitli platformlarda birlikte hareket ettiğimiz yapıların orada bulunması, bu durumu değiştirmemektedir. O platformda devrimci ideolojinin değil, feminist ideolojinin güç ve etkinliği vardır çünkü.
“Kadın platformu”nun daha önceki eylemleri ve görüşleri bir yana; 8 Mart mitinginde alandaki erkek simitçiler bile kovuluyorsa, 8 Mart günü yapılan işbırakma eyleminde KESK’li devrimci erkeklere “hepiniz tacizcisiniz” diyerek saldırılıyorsa, kadın sanatçıların erkek saz ekibi reddediliyorsa ve devrimciler buna hiçbir tavır koymuyorsa, yayın organlarında bile eleştirmiyorsa, -sadece bu kadarı bile- o platforma katılan örgütlerin, kadın sorununda feminist ideolojinin çekim alanına girdiğini gösterir. 8 Mart’ın rengi “mor”armışsa, bir mücadele gününden ziyade “kadınlar matinesi”ne bürünmüşse, davullar-tefler, trampetlerle karnavala dönüşmüşse, 8 Mart’ın içi boşaltılmış, burjuvazinin “kadın günü”ne çevrilmiş demektir. Böyle bir mitinge de -içinde kimlerin yer aldığından bağımsız olarak- feminist miting denir. Çünkü damgasını vuran onun ideolojisidir.
Devrimci 8 Mart Platformu, bugüne kadar hattını temel ML doğrular çerçevesinde oluşturmuştur. Ve bu hat, feminizme karşı mücadele içinde çizilmiş, devletin saldırıları altında sınanmış bir mücadele hattıdır. Bunun merkezinde kadın sorununun devrim ve sosyalizm mücadelesinin bir parçası olarak çözülebileceği, bu mücadelede kadınla erkeğin birlikte yürümesi gerektiği, kadın sorununun öncelikle sınıfsal bir sorun olduğu gibi temel ideolojik doğrular bulunmaktadır.
Oluşturulan feminist baskıya karşın, tüm bu doğrular, bundan sonra da güçlü bir şekilde savunulmalıdır. Diğer taraftan, feminist platformun çekim alanına giren devrimci örgütlere, kitle örgütlerine, yöre derneklerine ve muhalif işçi sendikalarına hataları gösterilmelidir. Çok da farkına varmadan, yükselen reformist dalganın etkisi altında oraya kayan bu kurumların hataları düzeltilmelidir. Devrimci 8 Mart Platformu, kadın sorununa ML bakış açısını daha geniş kesimlere yaymalı, emekçi kadın mücadelesini devrimci zeminde yükseltmelidir.