FAŞİZM HUKUKSUZLUKTUR! Kendi yasalarını bile çiğner!

adalet terazi

Devlet, her dönem ‘demokrasi’ adı altında insanları sindirmeye, bastırmaya çalışmıştır. Krizin etkisi her kesimde hissedilmeye başlandığında; krizi atlatmak ve faturasını işçilere yüklemek için parlamento aracılığıyla yasalar çıkarmış, karşı çıkanları polisiyle ezmeye çalışmış, kendi mahkemelerinde yargılamıştır.

Son yıllarda işsizlikle, kıdem tazminatının gaspedilmeye çalışılmasıyla, en temel haklarımızın budanmasıyla, her şeyin özelleştirilmesiyle, sularımızın-ormanlarımızın talan edilmesiyle karşı karşıyayız. Her kesim, ellerinden alınmak istenen yaşam araçlarını vermemek için mücadele ederken, burjuva medya, “körler-sağırlar”ı oynuyor; polis-savcı-hakim elele, ceza kanunundan ‘kimlere hangi cezaları verebilirim’i planlıyor.  Paketlerle, torbalarla ‘çok güzel şeyler oluyor’ izlenimi verilmeye çalışılıyor. Kara propaganda tüm hızıyla sürerken, bizleri susturmak için ellerinden geleni yapıyorlar…

Özellikle küçük illerde son yıllarda yapılan her basın açıklaması, her yürüyüş terörize ediliyor… Hepsi yüksek çözünürlüklü polis kameraları tarafından kayda alınıyor ve günler sonra zaten tanıdıkları, isimlerini, adreslerini, okullarını bildikleri öğrencileri ve diğer herkesi, göstermelik bilirkişi raporuyla ifade vermeye çağırıyorlar, dava açıyorlar.

 

Çok yaşa 2911!

Genel olarak 2911, yani Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’ndan yargılıyorlar. ‘Devlete bildirim yapılmaması’ gibi bahanelerle, polisin keyfi olarak ‘buradan geçirmem, burada yapamazsınız’ sözleriyle başlatılan saldırılardan sonra çıkan olaylar nedeniyle, yüzlerce kişi yargılanıyor. Bu yasaya göre cezası az gibi görünüyor; ama basın açıklamalarına düzenli katılan bir kişinin birden fazla davası olduğundan, cezalar katlanıyor; böylece insanları sindirmeye çalışıyorlar.

Bakanlık verilerine göre, 2007’de 3 bin 294, 2008’de 3 bin 778, 2009’da 8 bin 251, 2010’da 11 bin 462, 2011’de 13 bin 479 kişiye 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasasına muhalefet etmekten dolayı dava açıldı. 2012’de bu hak alanındaki baskılar zirve yaptı, kitlesel 424 toplantı ve gösteriye müdahale edildi. Her geçen yıl, saldırının boyutunun arttığının göstergesidir bu rakamlar.

Kanunlarla, taşeron şirketlerle, polisle, YÖK’le yapılan baskılara, yargı üzerinden katmerlendirilen baskıların en açık göstergesidir bu sayılar. Terörle Mücadele Kanunu’nun, ‘örgüt üyeliği’, ‘örgüt propagandası’ gibi maddeleri ile yargılayamadıkları kitleleri, 2911 ile yargılıyorlar.

Anayasada, insanların izin almadan gösteri yürüyüşü yapma hakkı olduğu yazılıdır. Buna rağmen bu hak, keyfi olarak, hiçbir elle tutulur gerekçe gösterilmeden gasp ediliyor. Toplantı ve yürüyüş hakkı bir toplumun en temel hakkı iken, faşizm şartlarında bu hakkı, yalnızca siyasi olmayan basın açıklamaları kazanabiliyor.

Bizlere, soluk alacak tek bir alan bile bırakmamak istiyorlar. Önce alanları yasaklıyorlar, yıllarca mücadele ederek alanları kazandığımızda da, burada yaptıklarımız için yargılıyorlar. Açlık sınırının altında ücretlerle çalıştırdıkları milyonları, gündüz işyerlerinde sessiz-sendikasız-örgütsüz bırakmayı; geceleri de küçücük evlere hapsederek sesimizi çıkarmadan öylece televizyona bakarak ömrümüzü geçirmemizi istiyorlar!

Milyonlar, kendilerine dayatılan bu çemberi kırmak istediğinde de, kendi yasalarına dahi tahammülleri olmadan, binbir hukuksuzlukla yargılıyorlar. Mahkemeler onların olabilir, ama hukuk birgün herkese lazım olacak; unutuyorlar.

1924 yılında, yarım bilet parası vererek tramvayı kullanan öğrenciler, biletçinin kendilerinden tam bilet parası istemesi üzerine birleşerek, belki de Türkiye’de ilk öğrenci eylemini gerçekleştiriyorlar. Topluca bir gün sadece yarım bilet parası veriyorlar, polis bu kavgalarda iki öğrenciyi öldürüyor. Bugün öğrencilerin hakkı olan bu kesintinin bile bedeli ödendi bu ülkede…

 

Cunta yıllarını aratmayan hukuksuzluk örnekleri

“İstiklal Marşı’na saygısızlık” sebebiyle her yıl davalar açılıyor. Önceden sunulan bir Ceza Genel Kurul kararında, hapishanede İstiklal Marşı okunduğu için avluya çıkmayan birisinin davayı kazanması konu ediliyor. Genel Kurul, bu hareketin ifade özgürlüğü olduğunu tanımlıyor. Kararda konu edilen bu kişinin kim olduğuna baktığımda, ismine aşina olduğum Nevin Berktaş olduğunu gördüm. Hem gururlandım, bugün hala ısrarla açılan bu davalarda, çoktan bir tavır alınıldığını gördüğüme; hem de bunun aşılmış olmasına sevindim. Halbuki kazanılan, uğruna bedel ödenen birçok haktan birisiymiş İstiklal Marşı’na gitmemek, okumamak…

Askeri faşist cunta koşullarında, ‘bu marş benim ideolojimle bağdaşmadığı için dışarı çıkmayacağım’ şeklinde bir savunma yapılabilmiş. Bugün ise, cunta yokken, bu davalarda ‘duymadım’ diyerek savunma verilmesi, yıllardır süren baskılara karşı toplumun yaşadığı bozulmayı gösteriyordu. Bizler, savunduklarımızı faşizmin mahkemelerinde sesli ve net olarak dile getirmediğimiz sürece, bu yargılamaların da önüne geçemeyeceğiz, onları kendi inlerinde yenemeyeceğiz.

yargılayan savunma

Hukuku bilmek, bazı zamanlarda oluşan durumu beraate götürmekten değil, hakların savunulmasından da geçiyor. Reformizm, bir yandan Marksizm-Leninizmi revize etmeye çalışırken, bir yandan da günlük hayatımızda ‘bana bir şey olmasın da…’ düşüncesini bütün pragmatizmi kullanarak yerleştirmeye çalışıyor. Yargılayan bir savunma; yalnızca örgüt üyeliği sözkonusu olduğunda değil, kendimize dönük her saldırıda yapılmalı.

2911, polise direnmek ve kamu malına zarar vermek üzerinden açılan davalar, cezaları hafif gibi görülüyor; örgüt üyeliğinde yapılan propaganda gibi tavır takınılamayacağı düşünülüyor. Halbuki düşüncelerimizi, haklarımızı bize yöneltilen her silah karşısında sıkı sıkıya savunmalıyız. Her hak için, bedelini misliyle, defalarca ödeyen bizler, haklarımızı her kullanmadığımızda, elimizden alınacağını bilerek davranmak zorundayız.

Küçük bir ilde, bir buçuk yıl soruşturması süren yaklaşık 14 dosya savcılık aşamasında, 8 tane de hali hazırda açılmış davalar sürmekte… Bunların hepsi de demokratik haklarını kullanan insanlara açılmıştır. KESK önderliğinde 4+4+4 yasasına karşı AKP şubesi önüne koyulan siyah çelenk ve basın açıklamasına açılan davada 77 kişi yargılanıyor, bu yalnızca bir örnek. Yüzlerce kişi savcılıkla, polisle, hakimle psikolojik baskı altına alınıyor. ‘Hukuk’un adı bile anılmıyor, ki davalarda yargılananlar arasında avukatlar da bulunuyor…

 

Öğrenciler üzerinde estirilen devlet terörü

Eskişehir’de Osmangazi Üniversitesi’nde 11 Mart’ta sağlıksız yemeklere isyan eden öğrencilerin kendi hazırladıkları sandviçlerini dağıtmak istemesine, özel güvenlikçiler tarafından uygulanan şiddet, ülke genelinde yayıldı, izleyen binlerce kişi bu duruma öfkelendi. Bunun karşısında televizyonda canlı yayında Rektör Hasan Gönen pervasızca özel güvenlik görevlilerini savundu. Onun bu tavrı, biat ettiklerinin düşünceleriyle aynıdır. Kendisi yerel seçimlerde AKP Büyükşehir Başkan adayı olup seçilmemişti, sonrasında rektör olarak karşımıza tekrar çıkıverdi! Güvenlikçilere yasalarla verilmeyen yetkileri, rektör veriverdi canlı yayında, şiddeti kınamadan…

Osmangazi Üniversitesi’nde bu olaydan sonra, iki bin kişilik bir protesto gerçekleşti. Bu sefer de sivil faşistler saldırdı. Binlerce öğrenciye saldıramayan devlet, sivil faşistlerini devreye soktu. Daha sonraki günlerde, faşistlerle okulda olan bir kavga sonrası savcı, bir gün içinde 12 öğrenciye yakalama kararı çıkardı. Eylem alanından dahi öğrencileri yaka paça alarak, her ortamı terörize ettiler. Karısını sokak ortasında öldüren erkeklere bile, bu hızla yakalama kararı çıkaramayan savcılar, bir anda görev aşkıyla hareket eder oldular. Yakalanan öğrenciler, basit bir suçtan dolayı bir gece nezarethanede bekletildi, ifadeleri alınmış olmasına rağmen…

Açık açık polis, savcı, sivil faşistler elele verip, oluşan dalgayı bastırmak için, hukuku hiçe sayarak organize bir şekilde hareket ediyorlar… Tabi ki gelen emirler doğrultusunda…

Devleti temsil eden kimi görürseniz karşınızda, hepsi tek ağızdan size karşı çıkacak, sizin uğradığınız haksızlıkları ve hukuksuzlukları gayet normal bir olaymış gibi görecektir. Demokrasi adı altında bize dayatılan faşizmi, hayatımızın her alanında yaşıyoruz.

 

Haklarımızı kullanmaktan çekinmeyelim!

Bizleri susturmak, alanlardan almak için toplantı gösteri yürüyüşlerine muhalefetten, polise direnmekten, kamu malına zarar vermekten açılan tüm bu davalar, bizlerden ne denli korktuklarının göstergesidir. Hayatı yaratan bizlerin, elimizi şaltere götürdüğümüzde, her yeri felç edeceğimizi bildikleri için, filizleri ezmeye çalışıyorlar. Yaptıkları hukuksuzlukları bildikleri için ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden sürekli tazminatlar ödediklerinden, kanunları eğip bükerek, engel üzerine engel çıkarıyorlar.

Bütün bunlara direnecek yüreklerimizin milyonlar olduğunu, bütün gücümüzün haklılığımızdan geldiğini bizler de biliyoruz. Açılan davalarda, soruşturmalarda haklı olan, meşru olan biziz. İnsan olmanın en temel ihtiyacı; örgütlenme ve kendini toplumsal olarak alanlarda ifade etme özgürlüğüdür. Bu hakları kullanmaktan çekinmeyeceğiz, korkmayacağız. İçeride ve dışarıda hapsetmelerine izin vermeyeceğiz, cunta yıllarında önderlerimizin sıkıyönetim mahkemelerini ters düz ettiği gibi, bizler de bu yargılamaları, geri durmadan, çekinmeden, haklarımızı ve isteklerimizi söyleyerek geçireceğiz.

Bu davalar bireysel değil, toplumsal davalar olarak tarihe geçecekler. Bireysel çıkarlardan dolayı savunmaların sessiz sedasız sürdürülmesi değil, toplumsal ele alınarak üstesinden gelinmesi gerekiyor. En temel haklarımızı kullandığımız için yargılandığımızda inkar değil, tam tersine hakların savunulması gerekiyor. Yargılananlar kişiler değil, hepimizin hakları olduğu için, duruşma günlerinde salonlara, adliye önlerine gelinmesi gerekiyor.

Mahkemeler ve yargı onların olabilir, insanlık onuru için mücadele eden bizler direnerek kazanacağız; çünkü haklı olan bizleriz.

 

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …