İTÜ’DE İŞGAL! Boğaziçi’den İTÜ’ye gelenek sürüyor!

İTÜ’DE İŞGAL!
Boğaziçi’den İTÜ’ye gelenek sürüyor!

itu-isgal

16 Mayıs Cuma sabahı İTÜ’deydim. Konuşmalarımız Soma üzerineydi. İTÜ’lü arkadaşlara neden Soma için İTÜ’den ses çıkmadığını sordum. Bir de Maden Fakültesi hocalarından Orhan Kural’ın açıklamalarını hatırlatıp, “mutlaka birşeyler yapılması gerekiyor” dedim. Orada bulunan arkadaşlar, İTÜ’lü öğrencilerin derslerinin zorluğundan, sınav haftasının da yaklaşmasıyla herkesin sınavlara kilitlendiğinden bahsedip “İTÜ’de pek birşey olmaz” dediler.

Oradan ayrılıp, öğlen saatlerinde Maslak’ta bulunan Soma Holding’e ait olan Plaza’nın önündeki eyleme katıldım. İşçilerin alınteri ve kanı üzerinden yapılan koca koca plazaları görünce, insanın hıncı bir kat daha artıyor. Gün içerisinde yapılacak işleri yaptıktan sonra, akşam Levent’te yine Soma Holding’e ait bir binanın önünde yapılacak oturma eylemi ve foruma katılmaya gittim. Binanın önü toma ile korumaya alınmıştı, etrafta çevik kuvvet polisleri vardı. Gittiğimde forum başlamıştı ve Soma’da yaşamını yitirenler üzerine konuşmalar yapılıyordu. Bu sırada İTÜ Maden Fakültesi’nin öğrenciler tarafından işgal edildiğini söylediler. İTÜ’deki arkadaşları aradım, işgal yerinde olduklarını söylediler. Hemen İTÜ’ye gittim.

Kapılarda önlemler alınmış olabilirdi, o yüzden duvardan atlayarak Maden Fakültesi önüne geldim. İçeride bulunan arkadaşları aradım ve gelip beni aldılar. Bütün kapılara barikatlar kurulmuştu, içeri girişler bir pencere vasıtasıyla yapılıyordu. Orada birçok arkadaşın bulunduğunu görerek çok sevindim. Sabahki konuşmayı hatırlattım arkadaşlara ve hep birlikte bu duruma güldük.

Önce arkadaşlarla giriş çıkışları bir dolaştık. Savunmak için pek de elverişli olmadığını gördüm, çok fazla giriş çıkış vardı ve birçok noktada pencereler yere çok yakındı. Yine barikatların güçlendirilmesi gerektiğini konuştuk. İçeride 150 kadar öğrenci vardı. İşgal salonunda foruma başlandı, neler yapılması gerektiği üzerine konuşmalar yapıldı. Komitelerin kurulması kararlaştırıldı, bu komiteler güvenlik, temizlik, medya, etkinlik şeklindeydi. Güvenlik komitesine girdik biz de. Gezide de güvenlik komitesinde olduğumuzdan bu konuda tecrübemiz vardı ve şu anda en önemli nokta buydu.

Her komite, bir sınıfa girerek neler yapılması gerektiğini belirledi. Biz giriş çıkış noktasında nöbetçilerin bulunması ve içeri referansı olmadan hiçkimsenin alınmaması gerektiğini söyledik ve bu yönde karar aldık. Ayrıca bütün girişlere nöbetçiler konulmasını, bu nöbetçilerin değişim saatlerini, hem içeride devriye olmasını hem de dışarıda nöbetçilerin olmasını belirttik ve bunları hayata geçirdik. Polisin saldırabileceği ana noktalara malzeme yığınağı yapılması da gerekiyordu.

Forumda alınan kararlardan birisi de, ertesi gün kapı önünde bir eylem yapılmasıydı. Tüm İstanbullu’ların özellikle İstanbul’daki üniversitelilerin buraya çağrılması üzerine bir karar alındı ve bunun basın metni hazırlandı.itu-isgal-bogazici

İlk gece sabaha kadar ayaktaydık ve duvarlara yazılar yazdık. “Mehmet Fatih Öktülmüş Ölümsüzdür”, “Osman Yaşar Yoldaşcan Yaşıyor”, “1992 Boğaziçi İşgali, 2014 İTÜ; Üniversiteler İşgalde”, “İşçilerin katili hükümet istifa”, “İşçilerin katili sermaye düzeni”, “92 Boğaziçi işgaline selam olsun”, “Nilgün Gök Savaşıyor” yazıları işgal duvarlarımızı süsledi.

Bizim için üniversite işgalinin daha ayrı bir yeri vardı, çünkü 92’de Kozlu’da yine yüzlerce maden işçisi ölmüş ve yoldaşlarımız bunu protesto etmek için Boğaziçi Üniversite Rektörlüğü’nü işgal etmişlerdi. Yıllar sonra yine yüzlerce işçiye mezar olan bir madenci katliamına karşı, bu sefer de İTÜ’yü işgal ederek selam gönderiyorduk. Üniversiteli bolşevikler yine işçilerin ve ailelerin acısını yüreğinde hissederek alanları zaptediyordu. Bu sefer işgal yerinin bir Maden Fakültesi olması, çok anlamlıydı.

 

İşgalci öğrencilerin talepleri

İşgal, Maden Fakültesini doğrudan ilgilendiren iki önemli unsura dayanmıştı. Birincisi, Soma Holding’in sahibi Alp Gürkan, fakültenin akademik danışma kurulunda yer alıyordu; ikincisi, fakültenin öğretim üyesi olan Prof. Dr. Orhan Kural, “karbonmonoksitten ölüm, çok tatlı bir ölümdür” diyerek Soma işçileriyle alay etmişti.

Öğrenciler, neden Maden Fakültesi’ni işgal ettiklerini ve taleplerini yazılı olarak açıkladılar. Yayınlanan bildiride şunlar söyleniyordu:

“İTÜ öğrencileri olarak, üniversitemizde Soma işçi katliamının faillerini istemiyoruz! Katillerle işbirliği yapan Maden Fakültesi’ni işgal ediyoruz!..

Acımız ve öfkemiz büyük! Soma’da yaşananlar kaza değil, kader değil, emekçi katliamı. İktidarın ve sermayenin kar hırsı bir kez daha emekçinin ölümüne sebep oldu. Üniversite sanayi işbirliği adı altında gözünü kar hırsı bürümüş patronlara ve katillere kılavuzluk edenleri üniversitemizde istemiyoruz.

AKP, özelleştirme ve taşeronlaşmayla işçilerin yaşamlarını tehdit altına alarak işçileri güvencesiz yaşamaya mecbur bırakıyor, iş güvenliği yasası ile işyerlerinin denetimini özelleştiriyor. Maliyet azaltma uğruna işçi güvenliğini yok sayarak bu katliama sebep olanlar ve cinayeti kaza sayanlar, bu katliamın failleridir ve cezalandırılmalıdır.

Katil Soma A.Ş. patronları Alp Gürkan ve İsmet Kasapoğlu’nun Maden Mühendisliği bölümünün akademik danışma kurulunda bulunduğunu ve katliamın iki hafta öncesinde okulumuzda sunum yaptığını biliyoruz. Yaşanan katliam sonrasında bilgileri sayfadan kaldıran maden mühendisliği bölüm hocalarımız, derhal İTÜ kamuoyundan özür dilemeli ve tüm işbirliğini sonlandırmalıdır.

Ülkenin en önemli teknik okullarından biri olan İTÜ’nün faciaya sebep olan firmaya danışmanlık hizmeti vermek yerine ülke madenlerine denetim desteği ve facia sonrasında teknik destek vermesi gerektiğini düşünüyoruz. İTÜ rektörlüğü tarafından, yaşanan facianın kader olduğunu savunan açıklamayı tanımıyoruz!

Halen Soma’da devam etmekte olan polis saldırısı derhal sonlandırılmalı ve tüm sorumlular derhal tutuklanmalıdır!

Başlıca taleplerimiz:

* Alp Gürkan ve İsmet Kasapoğlu’nun Maden Mühendisliği akademik danışma kurulundan çıkarıldığının Maden Fakültesi dekanı tarafından deklare edilmesi,

* Katillerin danışmanlığını yapan Orhan Kural’ın derhal istifa etmesi ve kamuoyundan özür dilemesi,

* Bu işgale iştirak eden hiç kimseye soruşturma açılmaması.

Taleplerimiz kabul edilene kadar işgal sürecektir.”

 

Katillerin değil, halkın mühendisleri ve

mimarları olacağız!..

İşgal kararı İTÜ Maçka Kampusü’nde alınıyor ve hemen İTÜ Maslak Yerleşkesi’ne geliniyor. Burada işgal kararı açıklanıyor ve oradaki öğrencilerin de katılımıyla Maden Fakültesi işgali gerçekleşiyor. Öncesinden hazırlanmış, planlı bir işgal kararı olmadığı için, ilk akla gelen talepler sıralanıyor ve kamuoyuna deklare ediliyor.

Cumartesi günü sabah erkenden basın metninin son hali hazırlandı, pankartlar yapılmaya başlandı, kapı nöbetleri tutuldu ve atılacak sloganlar belirlendi. Ve eylem saati geldi çattı. Görüntü almak için gelen burjuva basını içeri almama kararı almıştık, onları geri çevirdik; demokrat muhalif basına da işgalci öğrencilerin yüzlerini göstermemek kaydıyla görüntü almalarına izin verdik.

Dışarıya bir göz attığımda, kapı önünde bekleyen kalabalığın gitgide arttığını gördüm. Zaman zaman dışardan slogan sesleri geliyordu, dostlarımız bizimle dayanışmak için gelmişti. İçlerinde yoldaşlarımı da gördüm, onları pencereden alarak işgal alanımızı gezdirdim. Eylemde “Soma’nın hesabının sorulmasını istediğimizi ve üniversitelerde sanayi işbirliği adı altında şirketlere danışmanlık verilmesine karşı olduğumuzu” söyledik.

Yarım saatlik bir uykuya rağmen, işgalin coşkusuyla gayet dinç bir şekilde çalışmalara devam ettik. Liseli yoldaşlar geldiğinde, forum öncesi siyasetler toplantısı yapılacaktı. Onları içeri alıp yoldaşlara teslim ettikten sonra, toplantı salonuna geçtim. Bizim dışımızda DÖDEF, Kaldıraç, DİP ve SODAP’tan bir arkadaş vardı, foruma dair konuştuk. Kaldıraç’tan arkadaş, forumda bir eylem komitesi oluşturmak gerektiğini belirtti. Biz de buna katıldık, ayrıca her günü örgütlemek gerektiği söyledik. Toplantıda, alınan kararların bir sekreterya tarafından yazıya dökülmesi de konuşuldu.itu-isgal-yemek

Forum saati geldiğinde işgal toplantı salonuna geçtik. Forumun başlamasından sonra Kolektifler, Orhan Kural’ın 4 kere özür dilediğini, Soma yönetimiyle İTÜ’nün ilişiğinin kesildiğini, eylemin taleplerinin karşılandığını ve işgalin bitirilmesi gerektiğini ifade eden konuşmalar yaptılar. Biz ise, karşılanan taleplerin, genel taleplerin yanında çok sınırlı olduğunu söyledik. Daha önce belirttiğimiz gibi, acilen günün örgütlenmesi gerektiğini; belli bir saatte kalkış, sabah sporu ve kahvaltının birlikte yapılması, sonrasında paneller, sempozyumlar film gösterimleri vb etkinliklerle ile kitleyi canlı tutmak üzerine bir konuşma yaptık. Ne var ki konuşmalar, eylem bitirilsin mi bitirilmesin mi tartışmasına kilitlendi. Bu konuda Kolektifler’e Sodap da destek verdi, biz, Kaldıraç, Dödef, Halk Cephesi ve Dip, eylemin bitirilmemesi, aksine yükseltilmesi gerektiği üzerine konuşmalar yaptık. Bir-kaç saat önce üniversite öğrencilerini işgale çağırıp, ardından işgalin bitirilmesini söylenmenin, nasıl bir çelişki olduğunu ortaya koyduk ve işgalin devam etmesini istedik.

Foruma zaman zaman ara verildi, ama sabah saatlerine kadar aralıklarla devam etti. Bu arada Greif işçilerinin ziyarete geldiğini duyduk, foruma ara verip işçileri buyur ettik. Direnişçi işçiler, deneyimlerini aktardılar. Çok güzel bir sohbet geçti aramızda.

İşçiler gittikten sonra, polisin saldıracağı haberi yayıldı. Okula çevik kuvvet polislerinin girdiği ve müdahale olabileceği konuşulmaya başlandı. Nöbetçileri sıklaştırdık, dışarıdaki nöbetçiler de okulu dolaşmaya başladılar. Gezi olaylarında da sık sık bu tür söylentiler dolaştırıp, insanları tedirgin etmişlerdi. Birkaç saat sonra nöbetçiler, dışarda hiçbir polisin görünmediğini bildirdiler, forum tekrar başladı. Yine “gitmek-kalmak” meselesi konuşuldu saatlerce…

 

Reformizmin soluksuzluğu

Önceki günden yarım saat uykuyla bütün gün koşturunca, beden de sinyal vermeye başlıyor. Bunu daha önceleri de Ankara’daki Tekel eyleminde ve Gezi’de yaşamıştım. Saat 05.00 gibi bir sınıfa girip yerdeki matın üzerine uzanmamla uykuya geçmem bir oluyor…

Günün örgütlenmesi üzerine yaptığımız konuşmalar sonucunda, sabah 8 gibi “kahvaltı saati” diye uyandırılıyorum. Bir koridora gazeteler serilmiş boydan boya ve hep birlikte kahvaltı yapmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Fatih yoldaşın da fabrikaya girdiğinde birbirine güvensiz işçileri örgütlemede, ilk olarak “ortak sofralar” kurduğunu okumuştum. Bunu düşünerek daha bir seviniyorum. Sıcacık simitler mutluluğumuza ortak oluyor. Ardından etkinlikler yapmak konusunda diğer siyesetlerle konuşuyorum. Yapılabilecek şeyleri söylüyorum ilk elden ve kendi önerilerini soruyorum. Akıllarına birşey gelmediğini, söylediğim şeylerin yapılmasının iyi olacağını bildiriyorlar.

ÇHD’den bir avukat arkadaşı arıyorum, bir konuşma yapmak için foruma gelmesinin önemli olduğunu düşünerek, fakat ulaşamıyorum, onların da gündemi çok yoğun. ÇHD’li başka avukatlarla irtibata geçmesi için Cephe’li arkadaşa hatırlatıyorum, iletişime geçeceğini söylüyor. Giriş kapısında fotoğrafçı bir arkadaşla tanışmıştım, Soma’dan yeni geldiğini öğrenmiştim. Bizim için orada çektiği fotoğraflardan bir sergi yapmasını istiyorum. Fotoğraf sergisi için başka arkadaşlarla irtibata geçmeye çalışıyorum. Muhalif basından arkadaşları çağırıp basın ve yaşananlar üzerine bir panel örgütlemeye çalışıyorum.

Bu koşuşturmaca içerisinde forum başlıyor tekrar. Kolektifler birkaç hocayı da davet etmişler, tabi hocalar da bu işin kazanımla sonuçlandığını, önümüzde sınavların olduğunu ve geleceğimiz için işgalin bitirilmesi gerektiğini belirtiyorlar. Söz alıp, dekanlığın yayınladığı yazıda net ifadeler bulunmadığını, bu sözlerin yerine getirilmeyeceğini, bunu daha önceki deneyimlerimizden gördüğümüzü söyledim. Ayrıca “şu an Maden Fakültesi’ndeyiz” dedim, “sınavlarımıza girip mezun olsak da, geleceğimiz yine bu maden ocakları olacak, burjuvazi bizi gelecek kaygısına sokuyor, ama bu sistem içinde bir geleceğimiz yok”  Birçok kişi tarafından onaylandı konuşmam. Bazı konuşmacılar, polisin müdahalesinden çekinen arkadaşları olduğunu belirttiler. Bazı konuşmacılar ise, müdahaleden korkmadıklarını ama polis müdahale ederse kazanılan hakların da elimizden alınacağını söylediler. Biz de dekanlığın muğlak ifadelerinin bir kazanım olmadığını, burdan çıktıktan sonra zaten birçok öğrenciye soruşturma açılacağını ve dekanlığın sözlerini tutmayacağını belirttik. Kolektif”ten bir arkadaş, işgalin bitirilmesi gerektiğini, bir zafer kazandığımızı, yarın olası bir olumsuz gelişmede dekanlığı işgal edebileceğimizi söyledi.  Bunun üzerine “polis gelecek diye şimdi çıkarsak, yarın dekanlığı işgal etsek dahi yürütemeyeceğimizi” belirttim. Polisin müdahale edip etmeyeceğine göre değil, kazanımlarımız üzerinden bakmamız gerektiğini, aksi halde en küçük bir hak arama mücadelesine zaten polisin saldırdığını söyledim.

Bir ara bir öğrenci, İTÜ dışından gelen öğrencilerin temizlik, güvenlik gibi komitelerde çalışmasını, fakat fikirlerini söyleseler de karar mekanizmasında geride durmalarını belirtince, tepkiler yükseldi. Bir arkadaş, “bizim bedenlerimize ihtiyacınız var da, fikirlerimize mi ihtiyacınız yok! Olur mu böyle şey” diyerek karşı çıktı. Ben de “bu öğrenciler bu zamana kadar buradaysa ve bizimle birlikte kavgayı omuzluyorsa, eşit söz ve karar hakkına sahiptir, bunun tartışılması bile gereksizdir” diyerek tepkimi ortaya koydum.

Diğer yandan dışardan gelen öğrenciler, olası bir polis müdahalesi ve gözaltı durumunda, İTÜ’lü öğrencilerden daha fazla ceza alabilirlerdi. Ayrıca “kışkırtma”, “provakasyon” denilerek devletin bunlar üzerindeki saldırısı daha yoğun olurdu. Kısacası her tür zorluğu göze alarak işgale katılan bu kişilerin, eylemin geleceği konusuda karar hakkının olmaması düşünülemezdi. Sonuçta bu öneri yanlıştı ve kabul görmedi.

Onların savundukları bir diğer şey de, binanın savunulmasının mümkün olmadığı, polisin çok güçlü saldıracağı ve hemen boşaltacağı şeklindeydi. Güç dengelerinin eşit olmadığı bir gerçekti, fakat her zaman son sözü direnenler söylerdi. Polis geldiği zaman ya da gelmeden çıkmakla, polise direnek çıkmak arasında çok büyük farklar vardı. Direnerek yenilmekle, dövüşsüz yenilginin, hareketin geleceği açısından ne denli önemli olduğuna dair görüşlerimizi ortaya koydum.

Reformist kesimlerin bir diğer savı da, İTÜ forumunun bel kemiğinin buradaki insanlar olduğu, onların okuldan uzaklaştırılmaları halinde İTÜ’de hareketin biteceği şeklindeydi. Ayrıca örgütsüz birçok kişinin işgalin başında yer alıp şu anda ayrıldıklarını söylediler. Örgütsüz arkadaşların buradan ayrılmasının nedeninin, gün boyunca süren “gidelim-kalalım” tartışmasının yarattığı bezginlik olduğunu belirttik. Oysa konuşulması gereken asıl şey, işgali nasıl büyütür, daha etkili hale getiririz olmalıydı.

DÖDEF’ten temsilci arkadaş, çıkmak istemediklerini ama alınan karara uyacaklarını; ayrıca tartışmayı uzatmamak için temsilci düzeyinde konuşacaklarını söyledi. Foruma ara verildiğinde onu bulup eleştirdim. Karşı taraf tek tek söz alıp konuşuyor ve çoğunlukmuş gibi davranırken, temsili konuşmanın çok yanlış bir karar olduğunu, kalalım diyenlerin sayısının daha fazla olmasına rağmen zayıf gösterdiğini belirttim. Onun dışında aralarda görüştüğüm herkese, gerekirse sabaha kadar bu forumun sürmesini ama herkesin çıkıp inandıklarını savunması gerektğini söyledim. Bu çabam karşılık buldu. Birçok insan konuştu.

 

Yaratılan moral bozukluğu ve işgalin sonu

Pazarı pazartesiye bağlayan gece, bitirme yönündeki baskı daha da arttı. Dekanlık, sabah saat 5’e kadar binayı boşaltmamızı istiyordu. İşçilerin gelip duvardaki yazıları boyayacağını, binayı salı günkü sınavlara hazırlayacaklarını, böyle olursa polisi devreye sokmadan bu işi bitireceklerini söylüyorlardı. İşgali bitirmeyi savunanlar da saat 3 gibi bu konuda bir karar verilmesi gerektiğini, forumdan bir karar çıkamayacağını, onun için oylama yapılması istediler. Karşı çıkışlar olsa da oylamaya geçildi. Gidelim diyenler el kaldırsın denildi, bazı kişiler iki elini birden kaldırınca, bir arkadaş müdahale ettti. Ve tartışmalar arbedeye dönüştü. Oylamanın kendi aleylerine sonuçlanacağını anlayan Kolektifler toplantıyı terkederek gittiler.

Bu durum büyük bir moral bozukluğu yarattı. Ardından “bileşimin bozulduğu, bu şartlar altında işgalin bitirilmesi gerektiği” konuşulmaya başlandı. Biz devam etmesinden yana tavır koyduk. İşgale başlama nedeninin ortadan kalkmadığını, gidenler olsa dahi işgale devam etmemizi söyledim. Bize katılan kişiler de oldu. Bir arkadaş Kolektifleri kast ederek “bunlar her sene aynı şeyi yapıyorlar, başlatıp kaçıyorlar” diyerek tepkisini ortaya koydu. Ama yaşanan moral bozukluğu baskın hale gelmişti. DÖDEF ve HC de aynı yönde görüş bildirince işgalin bitirilmesi kararı alındı.

Sonrasında gitmeyi savunan hocalarla da konuşmalarımız oldu. Bu yaklaşımın reformizm olduğunu belirtip, reformizmi yargıladık, hiçbir şey söyleyemediler karşımızda. Reformizm üzerine konuşmalar yapıyoruz arkadaşlarla. Örgütsüz bir arkadaş yanımıza gelip şöyle dedi: “Reformizmi kitaplardan okurduk bilirdik de, şimdi gözlerimle gördüm.”

DÖDEF’li birkaç arkadaş geldi sonra yanımıza, işgalin bitirilmesini tanımadıklarını, polis geldiklerinde burada olup direneceklerini söylediler. Biri, “içime sindiremiyorum bırakıp gitmeyi vicadanım rahat değil” diyor. Fakat “bunun örgütlü bir tavır olmadığı, örgütün böyle karar aldığı” hatırlatılıyor bir başka DÖDEF’li tarafından.

Son kahvaltımızı yapıyoruz. Bu arada duvara “Kürdistan reformistlere mezar olacak” yazmış birisi; bunu görüp gülüyoruz. Basın bildirisi hazırlanıyor, basına kazanımları yazalım deniyor, ama eksiklikleri belirtmek için de kazanımların yetersiz olduğu, mücadeleyi devam ettirmek gerektiği vurgusu yapılıyor.

CHP ve HDP milletvekillerinden gelmek isteyeneler vardı. Sabah HDP milletvekili Sabahat Tuncel geliyor işgal yerimize. Basın da girmiş içeri, Kolektifler’den biri gelip müdahale ediyor. “Eylemden karar çıkmadan gidenlerin burada söz söyleme hakkı yoktur” diyorum, birçok kişi katılıyor buna. Bazıları da yarın birlikte faşimze karşı mücadele edeceklerini ve ipleri tamamen koparmamak gerektiğini belirtiyor.

Son bir toplantı alıyoruz, eylem değerlendirmesi ve okuldaki taşeron sistemiyle ilgili kurulacak komisyon için temsilcilerin kimler olacağını kararlaştırmak için. Dekanlıkla görüşen eski temsilcilerin devam etmesi isteniyor, eski temsilciler arasında Kolektifler’den de birisi var. Bırakıp giden kişilerin temsil hakkının olmaması gerektiği konuşuluyor ve ilk toplantıda bu temsilcilerin tekrar seçilmesi kararlaştırılıyor. 3 gün boyunca tartışmaktan bıkmış olduklarından bu konuda böyle bir karara varılıyor.

Kapılardaki barikatların kaldırılmaması, çıkışların yine pencereden yapılması kararlaştırılıyor. Basın açıklamamızı bitirdikten sonra fakülte önünde sivil polisler ve faşistler kenardan bize bakıyorlar. Biraraya gelip müdahale edelim konuşmaları yapılırken, birkaç arkadaşımız o tarafa doğru yürüyor ve diğerleri oradan uzaklaşıyorlar. Biz de “Devrim şehitleri ölümsüzdür”, “Daha fazla işgal daha fazla direniş”, “Soma’nın hesabı sorulacak”, “Soma’nın faili Roboski’nin katili”, “Yaşasın halkların kardeşliği”, “Katil devlet hesap verecek” sloganlarıyla okuldan ayrılıyoruz.

Hep birlikte akbil basmadan metroya biniyoruz. Sloganlarımız hiç susmuyor, metroya bindikten sonra da devam ediyor, etrafımızdaki insanlar gülümseyerek, videolar çekerek sloganlara eşlik ediyorlar. Sloganlar metroyu inletiyor. İneceğim durağa geldiğimde, “beni sloganlarla uğurlayın” diyorum ve “Soma halkı yalnız değildir” sloganını atıyorum. İndikten sonra da metrodan slogan sesleri yükseliyor. Böylece ilk işgalimizi bitiriyoruz.

* * *

Bu işgal, 92’deki Boğaziçi işgalinden sonra, öğrenci gençliğin ilk siyasal talepli işgaliydi. Aynı zamanda öğrenci gençliğin işçilerin acılarını paylaşması, sınıfıyla eylemli dayanışması açısından son derece önemliydi.

Biz kırıntıları değil dünyayı istiyoruz! Bu eylemde kırıntılarla yetinmek zorunda kalmak, bizleri çok üzdü ve eksikliklerimiz üzerine düşündürdü. Bundan sonraki işgallere örnek olması açısından bu eksikliklerimizi belirtmek, bize düşen bir görevdir. İlk elde şunları sıralayabiliriz:

En büyük şanssızlığımız işgalin hafta sonuna denk gelmesi oldu. İşgal 16 Mayıs cuma günü başlamıştı; pazartesi günü 19 Mayıs tatili vardı ve üç günlük tatil büyük bir olumsuzluk yaratmıştı. Bu kadar büyük bir tatil arası olmasaydı, başka üniversitelerde de işgaller hemen başlayabilir, yaygın ve kitlesel bir harekete dönüşebilirdi. Zaten Ege ve Siirt Üniversiteleri’nin, tatilden sonra işgale başlaması da bunun göstergesi oldu. Tam da bu nedenle, devlet ve rektörlük, işgalin pazar gecesi bitirilmesi için büyük bir çaba harcadı. Reformistlerin duruşu da, buna uygun oldu.

İşgalin örgütlenmesine ilişkin adımlarda da eksiklikler vardı. Komiteleri hemen kurduk, fakat işlevli hale getiremedik, bazıları çok atıl kaldı. İlk andan itibaren dışarıyla bağları kurup, günü örgütlemeye başlasaydık, etkinliklerin, eylemlerin programlarını belirleseydik, hem dışarıda işgalimizi büyütür, hem içeride arkadaşların moralini yüksek tutardık. İşgalin ertesi gününden itibaren reformistlerin başlattığı “gitmek-kalmak” tartışmalarına kilitlenmeden, günü örgütlemeye kilitlenmeliydik. İşgalin devamından yana olan güçlerle zaman zaman birlikte toplantılar yaptık, ortak tavırlar geliştirdiğimiz oldu, fakat işgale tam olarak hakim olamadık. Bireysel olarak etkinlikler için çaba harcadık, ama bunu ortak bir şekilde ele alıp çalışmaları hep birlikte yürütseydik, sonuç alabilirdik.

Bu işgalle birçok tecrübe kazandık, bu tecrübelerimizle bir sonraki işgallerin, eylemlerin seyrini daha farklı kılmak için mücadelemiz sürecek…

İstanbul Proleter Devrimci Gençlik

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …