Servet-sefalet uçurumu büyüyor; GELECEĞİMİZİ KORUMAK İÇİN MÜCADELEYE!

dsb

Emperyalist ülkelerin arka arkaya yaptıkları zirvelerde, sunulan raporlarda, araştırma şirketlerinin verilerinde, dünyada zengin ile fakir arasındaki uçurumun her geçen gün daha da arttığı ortayı konuyor. Bu yılın başında toplanan “Dünya Ekonomi Formu”nda “Küresel Riskler Raporu” yine “gelir dağılımındaki uçurum”dan söz ediyordu. Ve bu uçurumun gelecek 10 yılda küresel ekonomi için büyük tehlike oluşturacağı söyleniyordu.

Ardından bir İngiliz “hayır kurumu” olan Oxfam Vakfı’nın “toplumsal eşitsizlikler” konulu raporu açıklandı. Raporda, dünyanın en zengin yüzde 1’inin servetinin 110 trilyon dolar olduğunu belirtiyordu. Bu rakam, dünyanın altta kalan yarısının toplam servetininin tam 65 katı!

Bloomberg’in yayınladığı milyaderler endeksine göre ise, 2013’te dünyanın en zengin 300 kişisinin serveti, tam 524 milyar dolar artarak 3,6 trilyona ulaşmış! Dünyada serveti 1 milyon dolar ve üzerinde olan kişi sayısı 2012’de 28,5 milyon kişiden 2013’te 31,5 milyona varmış!

Milyon dolarlar… Milyar dolarlar… İşçi ve emekçilerin rüyalarında bile göremeyeceği rakamlar…

 

Bir yerde servet, diğer yerde sefalet birikiyor

Bir avuç kesim milyar dolarlarla oynarken, milyonlar ya yarı-aç yarı-tok sürünüyor, ya da açlıktan ölüyor! Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) 1 milyar insanın açlıkla mücadele ettiğini duyurdu. Her gün 5 yaşın altında 20 bin çocuğun ise açlıktan öldüğünü söyledi.

Yaşayanların durumu da içler acısı! Dünya nüfusunun beşte biri, günde 1 dolardan daha az; 2.8 milyar kişi, günde 2 dolardan daha az gelirle yaşamaya çalışıyor. Oysa aynı kurum, dünyadaki zirai faaliyetlerin 12 milyar insanı sorunsuz bir şekilde doyurabileceğini belirtiyor. Dahası, dünyada açlık çeken kişi sayısını yarı yarıya azaltmak için (800 milyondan 400 milyona indirmek) sadece 24 milyar doların; tamamen ortadan kaldırmak için ise, 50 milyar doların yeterli olduğunu açıklıyor.

50 milyar dolar, bir emperyalist tekelin sadece 1 yıllık karı! Demek ki bir tekel, yıllık karından feragat etse dünyada açlık olmayacak! Ama bu kapitalist sitemin yasalarına aykırı bir durum. Zaten tekeller, insanların açlıktan ölme pahasına bu karları elde ediyorlar. Kapitalizm, kapitalizm olmaktan çıkar o zaman.

Elbete Türkiye bu tablonun dışında değil. Forbes dergisinin her yıl yayınladığı ‘en zengin 100 Türk’ verilerine göre, 2013 yılında ‘milyader Türk’ sayısı 44, ‘milyoner Türk’ sayısı 66 bin 846’ya ulaşmış. En zengin 100 Türk’ün serveti; 117,8 milyar dolar. Bu servetin yaklaşık 86 milyar doları piramidin tepesindeki 28 aileye ait.

Servet, bir avuç burjuvazinin elinde toplanmışken, işçilere reva gördükleri asgari ücret 891 lira. DİSK’in araştırmasına göre 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı, bin 221 lira; yoksulluk sınırı ise, 3 bin 544 lira. İşsizlik yüzde 30’lara varmış. Türkiye’de her 100 aileden 9’u aylık 400 TL ve altında bir para ile yaşamaya çalışıyor. Bu 7 milyona yakın bir nüfus demek. Geliri 400-1200 TL arasında olan kişi sayısı 52 milyon. 7 milyonu da eklediğimizde 59 milyon kişi 400-1200 TL arasında bir gelir ile yaşamaya çalışıyor.

Bu tabloya rağmen AKP hükümeti, “ülkemiz zenginleşiyor, halkımızın gelir düzeyi yükseliyor” gibi yalanlar söylemeye devam ediyor. AKP’nin başında bulunduğu Kalkınma Bakanlığı’nın verileri bile ne kadar yalan söylediklerini ortaya koyuyor. 

 

Büyüme ücretlere yansımıyor

Kalkınma Bakanlığı, (eski adıyla Devlet Planlama Teşkilatı) 2014 programınında, büyüme ve işçi memur net reel gelirdeki artışları, yani enflasyondan arındırılmış ücret ve maş artışlarının verilerini sunmuş. Buna göre 2005’ten 2013’e ülke ekonomisi yıllık ortalama 4.4 büyümüş. Peki işçi ve emekçiler bu büyümeden pay alabilmiş mi? Tabi ki hayır!

Sayıları yaklaşık 500 bini ancak bulan Türk-iş sendikasında örgütlü kamu işçilerinin reel ücretleri, 2005-2013 dönemlerinde her yıl artmak bir yana, yüzde 0.2, yani binde iki azalmış. Demek ki, AKP döneminde kamu işçileri milli gelir artışından pay almamışlar, aksine önceki yılların gerisine düşmüşler.

Diğer işçilerden görece ayrıcalıklı bir konuma sahip kamu işçilerinin durumu böyle ise, özel sektörde çalışanların durumu kendiliğinden anlaşılır. SGK kayıtlarına göre 11 milyon özel sektörde çalışan işçi gözüküyor. Maliye Bakanlığı’nın verilerine göre bunların 5 milyonu asgari ücretli. Asgari ücretin üstünde para alan özel sektör işçilerinin 2005-2013 döneminde ücretleri, enflasyon karşısında yılda ortalama binde bir artmış. Asgari ücretlilerin ise durumu ortada! Kısacası geliri, değeri yaratan işçiler, bundan hiç pay alamamış!

Sayıları 2.5 milyonu bulan memurların maaşları, yılda yüzde 4.1 artmış görünüyor. Bunun kamu emekçileri olduğunu söylemek mümkün değil. Gösterilen rakam, üst düzey memurlar yani bürokratları kapsıyor. KESK’in hazırladığı rapora göre, ortalama bir ücret alan bir emekçi memur, son on yılda net gelirinden yüzde 30’luk bir erime yaşamış.

DİSK’in ‘Asgari Ücret ve Ekonomik Büyüme’ raporunda da, verimlilik ve büyümenin asgari ücrete yansımadığı belirtiliyor. Raporda 1978’den bu yana ekonominin sabit fiyatlarla 3,8 kat, kişi başına düşen milli gelirin 2,4 kat büyümesine rağmen, gerçek asgari ücretin yüzde 1.2’lik artış ile neredeyse yerinde saydığı vurgulanıyor.

İşçi ve emekçiler her geçen gün daha uzun saatler çalışmak zorunda bırakılıyor. Türkiye, günlük çalışma saatleri en uzun olan ülkeler arasında. OECD ülkelerinde haftalık çalışma saatleri 32.2 ile 48.6 arasında değişiyor. Türkiye ise, 52.1’le bu ülkeler arasında birinci sırada.

Diğer yandan istihdamın neredeyse yarısı kayıtdışı! Ve her ay 100’ü aşkın işçi, iş cinayetlerinde hayatını kaybediyor!

 

Kapitalizm ölüm getirir! Yaşasın sosyalizm!

“Sermaye ölü emektir ve ancak vampir gibi canlı emeği emmekle yaşayabilir; ne kadar canlı emek emerse, o kadar çok yaşar” diyordu Marks, yüzyılı aşkın süre önce. Yukarıda sunduğumuz veriler, bunun açık kanıtıdır. Yaratılan gelir (zenginlik) işçilerin işgücü sömürüsünden karşılığı verilmeyen, gasp edilen artı-değerin birikimidir.

Kapitalist sistemde üretim toplumsaldır, fakat mülk edinmek özeldir. Üretim kolektif tarzda yapılır, ama üretimde yaratılan değerlere burjuvazi el koyar. Üretimin toplumsal, mülk edinmenin özel niteliği arasındaki çelişki, gelir dağılımında eşitsizlikler yaratır.

Sermayenin büyümesi azami karla olur. Azami karı getiren yegane güç de canlı emektir. Canlı emek, yani insanın çalışma gücü, ihtiyacı olandan fazlasını üretme yeteneğine sahiptir. Bu yüzden kapitalist üretimde işgünü iki kısma ayrılır. İşçi işgününün bir kısmında kendisi için, diğer kısmında ise kapitalist için çalışır. Kendisi için çalıştığı kısım, gerekli çalışma kısmıdır. Ve bunun karşılığını ücret olarak alır. Karşılığını ücret olarak almadığı kısıma ise, kapitalist el koyar. Azami kar kazanmak için üretim yapan kapitalistler, daha fazla artı-değer üretimine ihtiyaç duyarlar. Daha fazla artı değerin gaspı, gerekli çalışma kısmının giderek küçülmesi, karşılığı verilmeyen çalışma kısmının giderek büyümesi demektir.

İşte kapitalistin gasp ettiği, karşılığını vermediği bu kısımdır zenginlikleri yaratan. Buna karşın milyarlar yoksul, milyonlar aç ve işsizdir. Bunun nedeni, burjuvazinin yaratılan toplumsal değerlere el koymasıdır. Bu sistemde işçi ve emekçilerin payına düşen, çok çalışmaktır, yoksulluktur ve açlıktan ölmektir.

O halde bu sisteme karşı mücadele etmekten başka seçeneğimiz yoktur. Çünkü, ancak mücadele gücümüz kadar pay alabiliriz. Ve artı-değer sömürüsünün, özel mülkiyetin ortadan kalktığı, toplumsal üretip toplumsal tüketimin gerçekleştiği, herkesin ürettiğinin karşılığını aldığı sosyalizm ve sınıfsız toplum ideali için savaşarak, bu çürümüş, insanlık dışı sistemi yerle bir edebiliriz.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …