Stratejik sektörler özelleştirme kıskacında

petrol-iscileri

1980’lerden itibaren hayata geçirilmeye çalışılan özelleştirme politikaları AKP’li dönemde daha sistemli bir hal aldı. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in 6 Ekim’de yaptığı açıklama, AKP’nin henüz özelleştirilememiş kritik sektörlere göz diktiğinin kanıtı niteliğinde.

Devleti kamu kuruluşlarından feragat ettirerek bu alanı sermayenin kontrolüne bırakmak, bu dönemde kapitalist sistemin öncelikli amacını oluşturuyor. Bu doğrultuda özellikle neo-liberal saldırıların yoğunlaştığı 1980’li yıllarda, devletin kamu kuruluşlarından elini ayağını çekmesi, rant amaçlı yatırımlar, kimi sermaye çevrelerine değerli kamu varlıklarının peşkeş çekilmesi dikkat çekiyor. Bunu yaparken de bir yandan finansman açıklarının kapatılması, rekabetin arttırılması amaçlanıyor. Kısacası kapitalist sistemin batışını engelleyebilmek adına günü kurtarmanın, paçayı sıyırmanın derdindeler. Sonuç daha fazla işsizlik, daha fazla yoksulluk, daha fazla emperyalist tekellere bağımlılık oluyor.

Özelleştirme çabalarını meşrulaştırmak amacıyla, kamu kuruluşlarından devletin çekilmesiyle birlikte daha verimli çalışılacağı savunuluyor. Özelleştirme politikaları içerisine enerji gibi stratejik öneme sahip sektörler de dahil ediliyor. Maliye Bakanı Şimşek’in yaptığı açıklama ile TPAO hisselerinin halka arz edileceği, BOTAŞ iletim hatlarının ve Eti Maden’e ait sülfirik ve borik asit fabrikalarının özelleştirileceği duyuruluyor. Ayrıca özelleştirme kapsamında elektrik üretim santralleri, otoyollar, köprüler, bazı limanlar ve olimpiyat tesisleri, şeker fabrikaları ve geliri Halkbank’a aktarılmak üzere Halk Sigorta ile Halk Emeklilik yer alıyor. TEİAŞ’a ait kamu hisselerinin yüzde 49’u, Türksat’a ait Kablo-TV operasyonları, Haydarpaşa Projesi, ölçü ve ayarlar hizmetlerinin özelleştirilmesi de bu programın içerisinde.

 

Türkiye’de enerji kaynakları ne durumda

Savaşlara neden olan petrol gibi enerji kaynakları ülkeler için kritik öneme sahip. Komşu coğrafyasında dünya petrol rezervlerinin % 65’i bulunmasına karşılık, bu oran Türkiye’de oldukça düşük görünüyor. Bir yanıyla yeterli derecede petrol rezervi arama faaliyetinin yapılmamış olması, diğer taraftan, bilinen kaynakların da Kürt ulusal hareketinin mücadele düzeyi nedeniyle devlet tarafından doğru açıklanmaması, bu oranı düşük gösteriyor.

Türkiye’de 2012 yılının Ocak-Kasım döneminde 102 adet arama ve tespit, 48 adet üretim kuyusu açılarak sondaj faaliyeti yürütüldü. Bu kuyulardan 71’inde TPAO, 79’unda ise özel şirketler çalıştı. Son 10 yıllık dönemde ise 20 adet ham petrol, 30 adet ise doğal gaz sahası keşfedildi. Türkiye, yurtiçi petrol üretiminde, toplam ürün tüketiminin % 8’ine, doğal gazda ise % 2’sine ancak ulaştı. Yani, petrolde dışa bağımlılık % 92, doğal gazda ise % 98 düzeyinde. Türkiye’nin enerji tüketiminde petrolün payı yaklaşık % 30, doğal gazın payı da yaklaşık % 33 seviyesinde. Görüldüğü gibi Türkiye kendi enerji ihtiyacını karşılamak açısından son derece kıt kaynaklara sahip.

Bor madenlerinde ise farklı bir tablo ortaya çıkıyor; Türkiye dünya bor rezervinin yüzde 74’üne sahip. Bor iletişimden, uzay sanayine, yakıttan temizlik ürünlerine kadar kritik sanayilerin ham maddesi durumunda. Bu nedenle son derece önemli bir kaynak.

Türkiye’de petrol üretiminin yaklaşık % 75’i kamu şirketi olan TPAO tarafından gerçekleştiriliyor. 2012 yılındaki 11 aylık üretimi, yüzde 69’u TPAO, yüzde 15’i Perenco, yüzde 8’i TPAO ve ortakları (Perenco, Tiway, Amity, TPIC), % 5’i Transatlantic ve bağlı şirketi DMLP, % 2’si ise Aladdin Middle East ve ortakları şeklinde dağılıyor. Yani TPAO dışındaki üretimin çok büyük bir bölümü emperyalist tekellerin elinde.

Kamu kuruluşlarının özelleştirilmesinin gerekçesi olarak, bu kuruluşların Hazine ve Maliye’ye yük olması ve verimsiz çalıştırılması sunuluyor. Burjuvazinin ortaya attığı bu iddia aslında kendileri tarafından çürütülüyor. Bu kuruluşların kendi üretmiş olduğu ürünlerden yaptığı satışlar doğrultusunda oluşturulan 2013 yılına ait 500 büyük sanayi kuruluşu listesinde TPAO 21. Eti Maden ise 42. sırada yer alıyor. BOTAŞ ise Türkiye’de doğalgaz pazarında yüzde 75 payla en büyük şirket konumunda bulunuyor. Yani TPAO, BOTAŞ ve Eti Maden Hazine’ye yük olmazken üstüne üstlük en büyük 500 kuruluşun içerisinde üst sıralarda yer alıyor.

 

Önemli kamu kuruluşları

neoliberal saldırı altında kaldı

Aslında TPAO, Eti Maden gibi önemli kamu kuruluşlarının özelleştirilme çabaları yeni değil. Neo-liberal saldırılarla yaygınlaştırılan özelleştirme politikalarıyla beraber, entegre bir yapıya sahip TÜPRAŞ, POAŞ, DİTAŞ, PETKİM, İGSAŞ özelleştirme kapsamına alındı. BOTAŞ TPAO’nun bağlı ortaklıkları statüsünden çıkarılarak ayrı bir şirket haline getirildi. Dikey entegre yapının parçalanarak sona ermesiyle, rafinaj, petrol ürünlerini pazarlama/dağıtım, petrokimya, boru hatlarıyla ham petrol/doğal gaz taşımacılığı TPAO’nun faaliyet konusu olmaktan çıktı. TPAO’nun faaliyet alanı, petrol/doğal gaz arama, sondaj ve üretim ile sınırlı hale geldi. Sektörde özelleştirmeler TPAO ve BOTAŞ dışında 2000’li yıllarda tamamlandı. TPAO’dan ayrılan POAŞ, 2000 yılında, İGSAŞ 2004 yılında, TÜPRAŞ 2006 yılında, Petkim 2008 yılında özel sektöre devredildi. Aynı şekilde özelleştirme saldırıları bor madenlerini de kapsadı. Bor madenlerinin faaliyetlerini düzenleyen 2840 Sayılı Kanunda değişiklik yapılarak hizmet alımlarının önünü açılmış ve borda özelleştirmeye niyetlenilmişti. Şimdi de Eti Maden’e ait Sülfirik ve Borik Asit Fabrikalarının özelleştirilmesiyle, Toryum ve Uranyum gibi nükleer enerji ham maddelerinin üretimi de kamu dışında kalacak. Stratejik öneme sahip Bor, Toryum ve Uranyum madenleri uzun vadede emperyalist tekellerin eline geçmiş olacak.

Hükümet, bu özelleştirme politikalarını savunurken, rezervlerin ve ruhsat sahası mülkiyetinin devlette kalacağını söylüyor. Ancak biz aynı politikanın, kömür madenlerinde nasıl uygulandığını, Soma katliamının ardından gördük. İşletme ruhsatı ve madenin mülkiyeti devlette olan kömür madenleri, özel şirketlere veriliyor; üstelik bazılarına çıkan madeni alım garantisi de getiriliyor; böylece kömür madenlerindeki taşeron şirketler, pervasız bir sömürü için en elverişli ortamı buluyorlar.

Keza on işçiye mezar olan Torunlar İnşaat’ta, inşaat ruhsatının TOKİ’de olduğunu, bütün hukuksal sorunlar ve izinlerle TOKİ’nin ilgilendiğini, böylece müteahhit şirketin kat sınırlamasından yasal prosedürlere kadar her açıdan tam bir rahatlık yaşadığını da gördük.

Sonuçta devlet, sermayeye peşkeş çekmek istediği bir alan sözkonusu olduğunda, kitleleri yanıltacak her tür önlemi alıyor, yasa ve kararnameleri buna uygun hale getiriyor, sermayenin çıkarlarını korumak için önüne siper oluyor. Mücadele ederek durdurulmadığı sürece, devlet “kamu”nun, yani işçi ve emekçileri değil, sermayenin çıkarlarını korumak için varolduğunu açıkça gösteriyor.

 

Özelleştirme emekçilere işsizliği, güvencesizliği dayatıyor

Madenlerdeki özelleştirmenin ilk adımı olacak olan Sülfürik ve Borik Asit fabrikalarında yaklaşık 130 işçi çalışıyor. Aynı şekilde Bandırma’da 800’e yakın işçi borla ilgili tesislerde çalışıyor. Özelleştirilen kurumlarda işçilerin yüzde 70’i işten çıkarılırken, geriye kalanlar esnek ve taşeron çalışmaya mahkum ediliyor.

Daha önce özelleştirilmiş kamu kuruluşlarına bakıldığında dahi yaşanan işçi kıyımı açıkça görülebilir. Petlas’ta özelleştirilmeden önce 1.030 işçi çalışırken özelleştirilmenin ardından hemen bir yıl kadar sonra kalan işçi sayısı 631 oluyor. Yine Tüpraş özelleştirilmeden önce 4 bin 345 işçiye sahipken özel sektöre devrinin ardından kalan işçi sayısı 3 bin 708, Petkim de ise 2 bin 497 işçiden kalan 1.998 oluyor.

Çıkartılmayan işçiler ise kamu çalışanı statüsünden 4/C statüsüne düşürülerek iş güvencelerinden yoksunlaştırılıyor. Görüldüğü gibi emekçiler açısından özelleştirmenin hiçbir olumlu yanı olmazken AKP ise yaklaşan ekonomik krizi ertelemenin ve günü kurtarmanın derdinde. Fakat ne kadar kaçarlarsa kaçsınlar AKP ve işbirlikçi tekelci burjuvazi kendi kazdıkları kuyuda boğulmaktan kurtulamayacaklar.

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …