İşçi sınıfının “birlik, dayanışma ve mücadele günü” 1 Mayıs yaklaşıyor. Ama işçilerin bu büyük gününü, bu tek bayramını, istedikleri yer ve biçimde kutlamaları yine engelleniyor.
Daha 1 Mayıs’a aylar varken, İstanbul Valisi, “Taksim’in tüm gösterilere kapalı olduğunu” duyurdu. Oysa Taksim yasağı yıllar önce fiilen kırılmış, AKP hükümeti de bunu resmileştirmek zorunda kalmıştı.
Yüzbinlerce işçi-emekçi, 2010 yılından itibaren Taksim Meydanı’nı doldurdu, taleplerini haykırdı. 2012 1 Mayısı’nda ise, Küba’dan sonra en kitlesel 1 Mayıs, Taksim’de yapıldı. Bir milyondan fazla insan Taksim’e aktı, savaşa ve faşizme karşı öfkesini dile getirdi. Bu kitlesellikten ve öfkeden korkan AKP, ertesi yıl “inşaat” bahanesiyle Taksim’i 1 Mayıs’a kapattı.
Ama Taksim, “icazetle” açılan bir alan değildi! Bu uğurda ’77 yılından bu yana nice canlar verilmişti. Kıran kırana yıllarca süren bir mücadeleyle, kan ve can bedeli kazanıldı. O yüzden Taksim yasağı kimseyi durdurmadı. Yine yüzbinlerce kişi, Taksim çevresinde gün boyu çatıştılar.
Ve bir ay sonra, Haziran isyanında Taksim’i kelimenin gerçek anlamıyla zaptettiler. AKP’ye karşı nefretin yükseldiği, dayanışma ve birlikteliğin en güzel örneklerinin sunulduğu bir özgürlük alanına çevirdiler. “Her yer Taksim, her yer direniş” sloganı, ülkenin dört bir yanına, oradan dünyaya ulaştı…
Şehitlerimizi anmak için Taksim’e!
Egemenlerin Haziran korkusu, o gün bu gündür sürüyor. Yasa üzerine yasa çıkartarak, bu devasa öfkeyi bastırmaya çalışıyorlar.
Son olarak “iç güvenlik paketi” adı altında yeni faşist yasaları geçirdiler. Polisin fiilen sahip olduğu “öldürme” yetkisini yasal hale getirdiler. Halen Berkin’in katilleri bulunmuş değil! Şehitlerimizin katillerini yargılamak zorunda kaldıklarında ise, ödül gibi cezalar verildi. Aileleri mahkemelerde tehdit edildi, yerlerde sürüklendi, haklarında davalar açıldı…
1 Mayıs’ta, tüm şehitlerimizi bir kez daha anacağız. “Katiller bulunsun, hesap sorulsun” sloganını yüzbinlerle haykıracağız. Onların unutulmadığını ve er-geç hesabını vereceklerini egemenlere hatırlatacağız. Onların kabusu olmaya devam edeceğiz!
Yaşam hakkımızı savunmak için
Taksim’e!
Sadece 1 Mayıslarda, Haziranlarda öldürülmedik. İşçi cinayetleri son yıllarda katliama dönüştü. Soma’da, Ermenek’te, Zonguldak’ta yüzlerce madenci katledildi. Rezidanslar, AVM’ler, en lüks binalar, işçilerin kanı-canı üzerinden yükseliyor. Traktörlere, minibüslere tıkış tıkış bindirilen mevsimlik işçilerin cansız bedenleri yollara savruluyor…
Bu şekilde günde 5 işçi katlediliyor! Ve egemenlerin çanak yalayıcıları, bunu olağan karşılamamızı istiyorlar. “Bu işin fıtratında var” diyorlar mesela… Ya da “güzel öldüler” diyebiliyorlar…
Buna tepki gösterenlerin üzerlerine de polislerini sürüyorlar. Soma’da olduğu gibi tekme atıyor, hakaretler yağdırıyor, gözaltına alıyorlar… Üstelik işçileri katledenler hakkında hiçbir yasal işlem yapılmaz, ya da kısa sürede kapatılırken, işçiler ve aileleri cezalandırılıyor. Yani taşları bağlayıp köpekleri üzerimize salıyorlar.
Yaşama hakkı, her canlının birinci hakkıdır. Güvenli-sağlıklı koşullarda çalışmak da, her işçinin en temel hakkıdır. Ama bu hakların hiçbiri uygulanmıyor. “Maliyet” denilerek patronların azami karı için yaptığı kesintilere devlet göz yumuyor. Hep birlikte işçileri katlediyorlar.
Onların karşısına işçilerin birliği ve dayanışması ile çıkılmadır. Örgütlü mücadele ile karşı konmalıdır. 1 Mayıs, bunu göstermenin en büyük günüdür!
Sigortalı-sendikalı çalışmak için Taksim’e!
İşçi cinayetlerinin en fazla görüldüğü yerler, “taşeron” çalışan yerlerdir. Taşeron, güvencesiz, sendikasız çalışmaktır çünkü. Sendikaya üye olan işçiler ise, bir bahane uydurulup işten atılır.
Son yıllarda birçok direniş, sendikaya üye oldukları için atılan işçiler tarafından yapılıyor. Ülker, Maltepe Üniversitesi, Divan, bunların son örnekleri…
Sözde sendikalı olmak, anayasal bir hak! Bu anayasal hakkı ihlal ettiği için yargılanan tek bir patron var mıdır? Ama sadece sendikalaştıkları için işten atılan, hakları yenen binlerce işçi bulunuyor. Keza çalışanların neredeyse yarısı kayıt-dışı! Ama devlet bu duruma göz yumuyor.
Patronlar daha fazla kar için sigortasız-sendikasız ve günde 10-12 saat çalıştırıyorlar. Zorunlu mesailer, normal mesai haline gelmiş durumda. Bundan yaklaşık 130 yıl önce işçilerin büyük bedeller ödeyerek elde ettiği 8 saatlik çalışma hakkı bile gaspedildi.
1 Mayısı 1 Mayıs yapan 8 saatlik çalışma hakkı dahil olmak üzere gaspedilen haklarımızı almak için, 1 Mayıs’ta alanlarda ve Taksim’de olmalıyız!
Grev hakkımızı yeniden kazanmak için Taksim’e!
Son yıllardaki bütün grevler, “milli güvenliği” bozduğu gerekçesiyle erteleniyor. Bu erteleme, gerçekte yasaklama oluyor. Çünkü ertelenen grev, bir daha gerçekleşmeyecek hale getiriliyor.
Bunun son örneğini Metal işçilerinin grevinde yaşadık. Zaten 12 Eylül yasalarıyla iyice zorlaştırılan grev hakkı, bu ertelemelerle tamamen gaspedilmiş durumda.
Grev, işçi sınıfının burjuvazi ile savaşında en etkili silahıdır. Burjuvazi, sınıfın bu silahını işlemez hale getirmiştir. Greve bile çıkamayan bir işçi sınıfı, vahşi kapitalizm koşullarında sömürülmeye mahkumdur. Onun için başlangıçta olduğu gibi grev hakkını, yine grev yaparak kazanacaktır! Yasaları-yasakları dinlemeden, fiili grevlerle bu engeli aşacaktır!
Bugün Türkiye’de sendikalı işçi sayısı, bir milyonun altındadır. Yani çalışan işçilerin en fazla onda biri sendikalıdır. Bu sendikaların grev hakkı bile olmazsa, yani patronlar üzerinde bir yaptırımı sözkonusu değilse, TİS’ler de patronların istediği şekilde imzalanır. Nitekim yaşanan budur.
Emekçi memurlar da aynı sorunu yaşıyor. Onların patronu durumunda olan devlet, memur sendikalarıyla “toplu görüşme” yaparak istediğini dayatıyor. Grev hakkı olmadan, bir sendika TİS’e güçlü oturamaz. Grev ve TİS olmadan da sendikanın varlık nedeni ortadan kalkar.
Yeniden grev hakkı için fiili grevleri başlatma zamanıdır! Grevli TİS’li güçlü bir sendika, sınıfın ekonomik örgütlülüğü için olmazsa olmaz, yaşamsal bir taleptir!
Kadın-erkek elele Taksim’e!
İşçi cinayetleri gibi, kadın cinayetleri de dur-durak bilmiyor. AKP hükümeti döneminde, kadın cinayetleri yüzde 1400 artmış durumda.
Egemenler, işçi ve emekçileri daha rahat sömürebilmek için, dinsel, mezhepsel, ulusal, cinsel ayrımları sürekli körüklüyor. Burjuvaziye yönelmesi gereken öfkeyi, evin içine hapsediyor ve en yakınlarına yöneltiyorlar. Bir işçi erkeği, evinin burjuvası yaparak, yaşadığı onca aşağılanmayı, sömürüyü unutsun istiyorlar. Kadın cinayetlerinin en fazla yoksul kesimlerde yaşanması, rastlantı değildir.
Kadını “ikinci sınıf” gören burjuvazidir. Kadınla erkeğin eşit olmadığını söyleyen, burjuvazinin sözcüleridir. Çünkü bu durumdan çıkar sağlayan onlardır.
İşçi sınıfının kadının ezilmesinden, “ikinci sınıf” görülmesinden hiçbir çıkarı yoktur! Aksine ücretlerinin düşürülmesi için, kadın emeğini burjuvazi tarafından kullanılır. Kadın işçilerin “eşit işe eşit ücret”, “kreş hakkı” gibi talepleri, erkek işçilerin de talepleri olmak zorundadır. Aksi halde sadece kadınlar değil, erkek de ağır sömürü koşulları altında düşük ücretle çalışırlar.
Proletarya ordusunun yarısı kadındır. Kadın ve erkek işçi, aynı sınıfın parçasıdır. Onlar sınıf kardeşidirler. O yüzden de yaşamın her alanını olduğu gibi mücadeleyi de birlikte omuzlamalıdırlar. 1 Mayıs’ta kolkola yürümeli ve burjuvazinin yüreğine korku salmalıdırlar!
Türk-Kürt işçi ve emekçiler Taksim’e!
Egemenler, sınıfı bölmek için şovenizmi özellikle kışkırtıyor. Oysa hangi ulus ve mezhepten olursa olsun, işçiler benzer sömürü koşulları altında çalışıyorlar ve aynı yoksulluğu paylaşıyorlar.
Ama ulusal-mezhepsel ayrımlarla bu durum perdeleniyor. Ezilen ulusun proleterleri, daha düşük ücretle ve en ağır, en pis işlerde çalıştırılıyor. Böylece işçilerin genel olarak ücretleri düşürülüyor. Ama bunun nedeni olarak ezilen ulusun işçileri gösteriliyor.
Daha önce Kürt işçiler için yapılanlar, şimdi Suriyeli sığınmacılar için yapılıyor. Ve burjuvaziye yöneltimesi gereken öfke, bunlara yöneltiliyor. Birçok yerde Suriyeli sığınmacılara bu yüzden saldırılar oldu. Ama patronlar, onları düşük ücretle çalıştırmak ve bölgede genel olarak ücretleri düşük tutmak için gitmelerine izin vermiyorlar. Sadece bu bile, patronların nasıl bir çıkar sağladığını gösteriyor.
Patronlar, hangi ulustan olursa olsun işçileri sömürmede birlik içinde davranıyorlar. İşçi sınıfı da kendi birliğini sağlamalıdır. “Bir ulusu ezen bir ulus, özgür olamaz!” İşçi sınıfı, bu sistem içinde en fazla sömürülen, ezilen sınıf olarak başta Kürt halkı olmak üzere ezilen tüm ulus, azınlık ve mezheplerin haklarına sahip çıkmalıdır. Egemenlerin şovenizm silahını işlemez kılmalıdır!
Sınıfın ustaları, “bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halklar birleşiniz” demiştir. Bu birliğin en güzel bir şekilde gösterileceği yer de 1 Mayıs’tır!
Emperyalist savaşa karşı Taksim’e!
Ortadoğu’da süren savaşın alevleri, ülkemizi de içine sardı. AKP hükümetinin radikal-dinci çetelere yaptığı askeri ve siyasi yardım, bir taraftan bölgedeki savaşın uzamasına neden oluyor; diğer taraftan, savaşın uzantılarını ülkemize taşıyor.
Bugün hemen her şehirde IŞİD örgütlenmesi büyüyor. Devletin sistemli biçimde güçlendirdiği dinci gericilik, günlük yaşantımızı her alanda kuşatıyor. Eğitimden sağlığa her yerde dinci-gerici uygulamalarla karşı karşıya kalıyoruz.
Savaş ülkemiz için sadece sığınmacıların dramından ibaret değil! İşçi ve emekçileri tehdit eden bir olgudur artık. Ve savaşa karşı mücadele etmek, aynı zamanda kendi yaşam hakkımızı savunmaktır. Bu nedenle 1 Mayıs’ta, savaşa karşı öfkemizi en güçlü biçimde haykırmalıyız!
Ekonomik krize karşı Taksim’e!
Ekonomik kriz giderek ağırlaşıyor, faturası işçi ve emekçilere çıkartılmaya çalışılıyor. Gıda fiyatlarındaki yükselişten doların tırmanışına, petrol fiyatlarına kadar, her cepheden kriz kendisini açıkça ortaya koyuyor. Esnaf iflas ediyor, ücretler eriyor, alım gücü düşüyor, sağlık ve eğitim gibi en temel ihtiyaçlara ulaşmak zorlaşıyor, kitleler giderek daha derin bir yoksulluğa mahkum ediliyor.
Üretmeyen, gelişmeyen, sıcak paranın rantı üzerinden ambalajı parlak görünen ülke ekonomisinin acizliği, artık gözlerden gizlenemeyecek durumda. İşsizlik son yılların en yüksek seviyesine ulaştı. Her dört gençten biri işsiz!
Ve bu koşullarda, kıdem tazminatının bile gaspedilmeye çalışılması ile üzerimizdeki baskı biraz daha artırılıyor. Oysa krizi çıkaran biz değiliz, faturasını da biz ödememeliyiz!
“Krizin faturasını çıkaranlar ödesin” diyerek 1 Mayıs’ta Taksim’de olmalıyız!
İşçiler, emekçiler!
Tüm dünyada işçi sınıfı 1 Mayıs’ta alanlara çıkıyor, taleplerini haykırıyor! Burjuvazinin karşısına bir sınıf olarak çıkıyor ve gücünü ortaya koyuyor!
Bu enternasyonalist günde dünya proletaryasının bir kolu olarak, Türkiye işçi sınıfı da gücünü göstermelidir! Taleplerimiz, dünya işçileriyle ortaktır! Aynı günde bunların dile getirilmesi, uluslararası düzeyde burjuvaziye verilen en anlamlı yanıttır.
1 Mayıs bizim bayramımız! Bunu yüzyılları aşan bir mücadele ile söke söke kazandık. Bundan sonra da tüm engelleri aşarak kutlamaya devam edeceğiz!
Taksim, 1 Mayıs alanıdır ve öyle kalacaktır! Bunu engellemeye öncekilerin gücü yetmedi, AKP’nin de yetmeyecek! AKP hükümetinin faşist yasaları da sökmeyecek!
Kahrolsun Ücretli Kölelik Düzeni
Yaşasın 1 Mayıs!
Yaşasın Devrim ve Sosyalizm!
Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi!