İş cinayetleri sınıf mücadelesiyle durdurulur!

yuksekte-calisan

Sermaye birikimi, bir yandan sermayenin genişleyerek yeniden üretimini, bir yandan da artı-değerin ve dolayısıyla kapitalist toplumsal ilişkilerin yeniden üretimi içerir. Bu nedenle kapitalist üretim sürecini bütünlüklü ve birbirleriyle bağlantılı bir süreç olarak düşünmek gerekir. Çünkü bu süreçte sadece meta ve artı-değer üretilmez; kapitalist ilişkilerin ve ücretli işçinin de üretildiğini ve yeniden üretildiğini görürüz.

Emek-sermaye ilişkilerine dair dönemlendirme yaparken de belirli yapısal süreçleri ve bu süreci tanımlayan içsel dinamikleri ortaya koymalıyız. Böylelikle kapitalizme ilişkin yapısal uzun erimli dinamikleri göz ardı etmemiş oluruz. Fakat yapılacak olan dönemlendirmeler keskin sınırlar içeremez. Çünkü kapitalizm, bir yandan sermaye birikiminin her yeni aşamasında kendini dönüştürürken, bir yandan da içerisinde sürekliliği barındırır. Kapitalizm için düzeni sağlamak sürekliliği gerektirirken, dönüşüm ise düzenin kendisini yeniden üretmesi için gerekli-zorunlu değişimleri ifade eder. Sermayenin toplumsal ilişkiler üzerindeki egemenliği devam ederken, değişen egemenliğin tarzı ve egemenler arası ilişkiler olur.

Kapitalizmin yasaları gereği burjuvazi için kârlılık arayışı yeni birçok ilişki doğurur, yeni ihtiyaçlar ortaya çıkarır. Nitekim sermaye birikiminin belirli bir düzeye ulaşması, 1980 sonrası için uluslararası sermaye ile yeni ilişkilere girilmesini gerektirdi.

‘80’li yıllar, dünya genelinde emperyalist sermayenin sömürge-yarı sömürge ülkelere girişinin hız kazandığı bir dönem oldu. İçte ise, sınırlarına dayanan sermaye, dışa açılma ihtiyacı duydu, ticari sermayenin uluslararasılaşması amaçlandı. Her ne kadar bu dönem için ihracat temelli bir birikimin yaşandığı söylense de ithalat oranlarında azalma olmaması ve sanayi yatırımlarının yetersizliği, söylenenin aksine başarı getirmedi.

Özellikle 1980’lerden itibaren yapılan özelleştirmeler, devletin küçülmesi gibi bir algı yaratsa da, asıl olan devletin yeni işlevler üstlenmesidir. İhracat teşvikleriyle bu dönemde ticaret sermayesi öne çıkartıldı, ithal kotaları gevşetildi, faizler serbest bırakıldı, banka birleşmeleri kolaylaştırılıp, sermaye piyasası oluşturuldu. Kamu gücünün zayıflatılması, kamuya ait mal ve hizmetlerin piyasaya açılması, özelleştirmeler ve emeğin esnekleştirilmesi amaçlandı. Her dönem için belirleyici olan ortak değişken ise, emek üzerinde artan baskı ve emeğin verimliliğini arttırmak adına geliştirilen bir dizi mekanizma oldu.

Yeni kurulan düzen darbe ve polis gücüne ihtiyaç duyarken, sermayeye işlerlik kazandırmaya yönelik düzenlemeler ve reformlar devlet eliyle sağlandı. Emeğin o güne kadar ki kazanımlarına el konulmaya çalışıldı, 1980 sonrası hayata geçirilen politikalar sermayenin taleplerini karşılamaya yönelik oldu.

Bu doğrultuda Türkiye’de 1980 sonrasında uygulamaya konulan 24 Ocak kararları ve 12 Eylül askeri darbesi birbirini tamamlayan bir bütündür. Toplum ters yüz edilerek sermayenin ihtiyaçlarına göre yeniden kurgulandı. Özellikle emek tarafında, üretimde ve işgücü vasfında katı olduğu gerekçesiyle esnek çalışma koşullarının dayatılmasına, taşeronlaşmanın yaygınlaşmasına, işgücü süresinin muğlaklaştırılmasına, kısmi süreli, geçici, çağrı üzerine vs çalışmaların tam süreli çalışma yerine geçirilmesine tanık olduk. Bu süreçte sabit işyeri yerine, evden çalışma ve ev eksenli çalışma yüceltildi. Sınıf mücadelesinin 12 Eylül darbesi ile kesintiye uğramış olması, bütün bu saldırgan politikaların hayata geçirilmesini, işçi ve emekçilerin hak gaspını kolaylaştırdı.

 

Çalışma süresi kısaldı iş cinayetleri arttı

Tüm bu çalışma biçimleri üretimde baskı ve işçi üzerinde hızlı olma basıncını artırdı. Geliştirilen yeni teknolojiler ve çalışma biçimleriyle kimi yerlerde çalışma süreci kısalırken, aynı zamanda çalışma yoğunluğunu arttı. Bu durum ise işçiler üzerinde ölüme kadar giden sonuçlar doğurdu. Tüm bunların sonucunda katliam boyutlarına varan iş cinayetleri yaşandı.

Örneğin Japonya Toyoto’da her 18 saniyede 20 kere yer değiştirerek yapılan üretim ile günde toplamda 20.600 yer değiştirme hareketi yapılabilirken, bu tarz çalışma biçimi Japonya’da “karoshi” denilen ani ölümlere neden oldu.

1980 sonrasında sermayenin ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandırılan devletin de üretim sürecinde nitelikli ve etkili bir denetleme faaliyeti gerçekleştirmesi beklenemez. Çalışma koşulları üzerindeki kamu denetimi işçi sınıfının mücadelesinin bir sonucudur. Bu mücadele ile Çalışma Bakanlığı’na bağlı müfettişlerle denetimin kurumsallaşması sağlandı.

Fakat sınıf mücadelesinin düşüşe geçtiği dönemlerde, işçilerin parçalı hali ve örgütsüzlüğünden faydalanan sermaye için, işçi sağlığı ve güvenliği konusundaki önlemlerin birer maliyet unsuru, kârını düşüren bir fire olarak görülmesi kolaylaşır. Sermaye kamu denetimi işlevinin zayıflaması için devlet üzerindeki örgütsel gücünü kullanır. Kamu denetiminin yerini özel sermayenin denetim şirketlerine bırakması gibi “özelleştirme politikaları”nı destekler. Bu denetimin kendisi tarafından satın alınarak üstün körü bir denetimin gerçekleşmesini sağlar. Örneğin 6331 sayılı yasa ile işveren işçi sağlığı iş güvenliği hizmetlerini ortak sağlık ve güvenlik birimlerinden (OSGB) satın alabilecektir; işverene verilen bu hak ile işçi sağlığı iş güvenliği sistemi taşeronlaştırılacaktır.

 

İşçi sağlığı ve iş güvenliği

sınıf mücadelesinin bir parçasıdır

Nitekim Soma’da 301 maden işçisinin daha fazla kar, daha fazla üretim adı altında göz göre göre iş cinayetinde katledilmesi, bu konu üzerinde verilebilecek en büyük örnek. Soma katliamının adından işçi sağlığı ve güvenliğine dair bir iyileştirme yapılmazken, üstüne üstük 5 Ağustos 2015’te “geçici hükümet” tarafından yeni bir düzenleme kabul edildi. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Madenlerde Avrupa Birliği Mevzuatına (ATEX) uygun malzeme ve koruyucu sistem kullanma şartını 2020 yılına erteledi.

Bu ertelemeyle birlikte maden işçisi için yaşamsal olan işçi güvenliği önlemleri, 5 yıl daha, bir şart olarak işletmelerin önüne getirilmeyecek. Bu süreçte maden işletmesi sahiplerine hiç bir yaptırım uygulamadan, işçilerin yaşamları pahasına üretimi dizginsizce artırabilme olanağı sağlanacak. Daha da kötüsü, denetime tabi tutulup da can güvenliğine dair en basit önlemleri almadığı belirlenen ve kapatılan az sayıdaki ocak, bu ertelemeyle yeniden açılabilecek.

Tüm bu nedenlerden ötürü işçi sağlığı ve güvenliği meselesi mülkiyet ve sınıf tahlillerinden koparılmadan, emek-sermaye çelişkisi göz ardı edilmeden ele alınmalıdır.

Bu ilişki ve çelişkilerden bağımsız ele alınan işçi sağlığı tahlilleri kapitalist sistemin yarattığı tahribatı görünmez kılacaktır. Kâr amacı taşıyan, her şeyin emek sürecinin denetlenmesi üzerine kurulmuş bir sistemde işçi sağlığı ve güvenliği önlemleri de bir “maliyet” unsuru haline gelecektir. Tam da bu nedenle işçi sağlığı ve güvenliği konusu da sınıf mücadelesinin bir parçasıdır. Sınıf mücadelesinin yükseldiği dönemler, işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerinin işçi lehine gelişmesiyle sonuçlanacaktır.

Bunlara da bakabilirsiniz

Metal’de -yasağa rağmen- grevler sürüyor

Birleşik Metal-İş Sendikası (BMİS) 5 işletmede TİS görüşmelerine 9 Ağustos’ta başlamıştı. Bunlardan 1’i hariç 4’ü …

ASGARİ ÜCRET ve BİZ EMEKLİLER…

17 bin 2 TL olan asgari ücrete yapılacak zam, günümüzde en temel gündem maddelerinden birisi. …

İEB, savaş bütçesine karşı mücadeleye çağırıyor

Mecliste görüşülmekte olan yağma ve savaş bütçesine, işçilere layık görülen sefalet ücretine karşı, İşçi Emekçi …