İşçi sınıfı savaşa karşı Enternasyonal mücadeleyi yükseltmeli!

serapool-savasa-karsi

İşçi sınıfı doğası gereği enternasyonaldir. Çünkü işçiler, dünyanın her yerinde benzer koşullarda sömürülmekte ve baskı altında tutulmaktadır. Sorunları ve talepleri aşağı-yukarı aynıdır. Ağır çalışma koşulları, düşük ücret, uzun işgünü, zorunlu mesailer, işçi kıyımı, güvencesiz çalışma vb. hemen hepsinin temel sorunlarıdır.

Buna karşı geliştirdikleri örgütlenme ve mücadele biçimleri de doğal olarak aynı olmuştur. Yardım sandıklarından sendikaya, makine kırmaktan grev ve işgallere kadar, benzer süreçler yaşanarak ortak örgütlenme modellerine ve mücadele biçimlerine ulaşılmıştır.

 

Sınıf savaşı,

emperyalist savaşın panzehiridir

İşçi sınıfı doğduğu andan itibaren, varolan sömürü ve baskıya karşı mücadeleyi yükseltti. Başlangıçta tek tek işçiler, kendi patronuna başkaldırdı. Fakat bu şekilde başarı elde edemeyeceklerini gördüler; ancak birlikte hareket ettikleri zaman sonuç alabiliyorlardı. Yine gördüler ki, patronlarının arkasında bir bütün olarak burjuva sınıfı ve onun devleti duruyordu. Bu kez ülke çapında burjuvaziye ve sırtını yasladığı devlete karşı ayaklandılar. Giderek ülke sınırlarının ötesinde, dünya ölçeğinde, uluslararası bir saldırı altında olduklarını anladılar. Ve mücadeleleri uluslararası bir nitelik kazandı.

İşgününün 8 saatle sınırlandırılması talebi, işçi sınıfının enternasyonal dayanışma ve mücadelesinde önemli bir kilometre taşıdır. Nitekim 1 Mayıs’ın uluslararası bir gün haline gelmesi, bu mücadelenin bir sonucudur. Verilen mücadeleye uygun şekilde oluşan bir örgütlenme yaratarak, (I. Enternasyonal) hem bu mücadeleyi zaferle taçlandırdılar, hem de kapitalizme karşı uluslararası bir güç, örgütlü bir sınıf olarak kendilerini ifade etmeye başladılar.

Diğer taraftan özel mülk de uluslararasılaşmıştır. Uluslararası tekellerin dünyanın her yerine yayılmış olması, işçilerin alınterinin birbirine karışmasını getirmiştir.

İşçi sınıfını, kendinden önceki sömürülen sınıflardan ayıran yönler vardır. Bunların başında da, işçilerin hiçbir üretim aracına sahip olmaması, hatta sahip olma ihtimalinin bile bulunmaması gelir. Bu durum, işçilerin kurtuluşunun, sadece kapitalizme karşı değil, özel mülkiyetin her biçimine karşı mücadeleyle ve özel mülkiyetin tamamen ortadan kalkmasıyla mümkün olacağı sonucunu yaratmıştır.

Bütün bunlar, işçi sınıfını, burjuvaziye karşı mücadelesinde birlikte hareket etmeye zorlayan nesnel koşullardır. Onu enternasyonal dayanışma ve mücadeleye iten ve enternasyonal örgütlenmeleri kurmak zorunda bırakan nedenlerdir.

İşçi sınıfının savaşı, kendisini sömüren burjuvaziye, burjuvazinin sırtını dayadığı devlete ve bir bütün olarak kapitalist-emperyalist sisteme karşıdır. Bu savaş, genel olarak sömürücü sınıfların tüm savaşlarına son vermenin de zeminidir. Savaşsız-sömürüsüz bir dünya kurmanın ilk ve vazgeçilmez adımıdır.

 

Savaşlar sömürücü sınıfların çıkarı içindir

İnsanlık, sınıflara bölündüğünden beri savaşlar süregelmiştir. Sınıflar, özel mülkiyetin bir ürünü olduğuna göre, ezen ile ezilen, sömüren ile sömürülenler arasında kimi zaman açık, kimi zaman örtük savaş hep oldu, oluyor. Özel mülkiyeti elinde bulunduran egemen sınıf, mülkünü korumak ve büyütmek için, kendi toprak sınırları içerisinde olan halkları ezdiği gibi, başka ülkelere ve halklara karşı da savaşlar açmıştır.

Köle sahibi, daha fazla köleye ve ihtişama sahip olmak; feodal beyler ve krallar, imparatorluk alanlarını genişletmek için savaşırlardı. Kapitalist sistemde ise, emperyalist devletler dünyanın yeraltı yerüstü kaynaklarını sömürebilmek için birbirleriyle paylaşım savaşına girdiler. Bugün yine böyle bir dönemden geçiyoruz.

Emperyalistler, dünyayı yeniden paylaşmak için dünya halklarına savaş açtılar. Başta Ortadoğu olmak üzere neredeyse dünyanın her yerini kan gölüne çevirdiler. Savaş sürdükçe emekçi halklar kitlesel bir şekilde ölüyor, açlık, yoksulluk, işsizlik almış başını gidiyor. Diğer taraftan başta savaş sanayisi olmak üzere emperyalist tekeller sermayesini büyütmeye devam ediyorlar.

Bölgemizde süren savaşın ülkemize yansımaması düşünülemezdi. Zaten AKP hükümeti, savaş hükümeti olarak iş başına getirilmişti. Başından beri savaşa her tür desteği sunan AKP hükümeti, gerici paramiliter çeteleri de besleyerek savaşı tırmandırmaya devam ediyor. Aynı AKP, şimdi de Kürt halkına karşı savaş açmış durumda.

Efendileri emperyalistler gibi “vatanın ülkenin çıkarları için” diyorlar. Oysa işçi ve emekçilerin değil, burjuvazinin çıkarıdır söz konusu olan. Bırakalım geriye gitmeyi, Kürt halkına karşı son saldırıların başladığı 25 Temmuz tarihinden bu yana yaşanan gelişmeler, savaşın kime yaradığını ortaya koyuyor. Döviz TL karşısında korkunç bir yükseliş gösterdi. Temel tüketim maddelerinin bütün kalemleri pahalandı. Yeni vergiler getirildi. Sadece ekonomik olarak da değil, siyasi baskılar da arttı. En ufak hak arayışında, yasal eylemlerde bile devletin saldırıları iyice pervasızlaştı.

İşçi ve emekçilerin bu savaşta hiç bir çıkarı olamaz. İşçilerin koruyacakları ve büyütecekleri sermayeleri yoktur. Dolayısıyla başka ülkelere veya ulusal topluluklara, azınlıklara kin ve düşmanlık besleyecek sebepleri de yoktur. İşçilerin çıkarı, doğası gereği birbirine kin ve düşmanlık beslemek değil, ortak düşmanı olan sermaye sınıfının boyunduruğundan kurtulmaktır.

Fakat burjuvazi, işçi sınıfında bu bilincin oluşmamasını engellemek için elinden geleni yapar, yapıyor… Kendileri “ucuz işgücü” için, mezhep, din, ülke ayrımına bakmadan, “bu Alevidir, Kürt’tür” veya “Afgan’dır, Suriyeli’dir” demeden çalıştırıyor. Ama işçiler arasında birliği parçalamak için bu ayrımları körüklüyor, işçileri birbiriyle rekabete sokuyor.

Nasıl ki ucuz işgücü sözkonusu olduğunda, din mezhep ulus ayrımına girmiyorlarsa; ticari ilişkilerde de “bu Kürt veya Alevi işletmecidir, Yahudi veya Hıristiyan ticaret adamıdır” demiyorlar. İşçi ve emekçilere Kürt halkını düşman göstermeye çalışırlarken, burjuvazi Kürt patronlarla ticari ilişkileri sürdürmeye devam ediyor. Hem Türkiye’deki Kürt burjuvalarla, hem de Barzani’nin başında bulunduğu Güney Kürdistan’la… Kapitalist sistemin azami kar yasası bunu gerektirir çünkü. Keza AKP hükümeti, İsrail’i yerden yere vururken, İsrail’le ticari ilişkiler, en fazla bu hükümet döneminde kurulmuştur ve halen de sürmektedir.

Daha fazla örnek verebiliriz, fakat bu kadarı yeterli. Ve bu durum, yalnızca Türk burjuvazisine, onun devletine özgü bir şey de değildir; kapitalist sistemin hüküm sürdüğü bütün devletler için geçerlidir.

 

İşçiler savaşa karşı

enternasyonal dayanışmayı büyütmeli

Burjuvazinin bütün engellemelerine ve baskısına rağmen, işçiler yine bir araya gelmiş, kurdukları örgüt biçimleriyle mücadelelerini sürdürmüşlerdir. Eğer burjuvazi istediği gibi işçileri bölüp parçalayabilseydi, onlar için her şey güllük gülistanlık olurdu. Dizginsiz, engelsiz, ucuz, hatta beleş işgücü sömürüsünü gerçekleştirirlerdi. Devlete, yasalara, kolluk güçlerine ihtiyaç duymazlardı. Savaşlarını ve işgallerini rahat rahat yaparlardı.

Bugün ABD, Suriye’yi işgal edemiyorsa, tek başına Suriye devletinin direnişi ve rakip emperyalistlerin politikalarından dolayı değildir. En büyük engel kendi halkıdır. ABD kendi halkını savaşa girmeye ikna etmiş değildir. Gerek Irak işgali sırasında, gerekse Suriye’yi işgal girişiminde, ABD işçi emekçilerinin savaşa karşı eylemleri azımsanmayacak düzeydedir. Keza AKP hükümeti ve onayını aldığı sermaye kesiminin Kürt halkına karşı açtığı savaşa, emekçi halkın tepkisi de oldukça yüksektir. Artık kitleler eskisi kadar “vatan millet” edebiyatına kanmıyor. Asker ve polis cenazelerinde  “zengin çocukları çocukları niye ölmüyor, Tayyip’in oğlu niye askere gitmiyor” şeklinde tepkilerini ifade ediyor.

İşçiler, bu emperyalist ve haksız savaşa dur demeli, savaşın karşısında olmalıdır. Savaşa karşı eylemlerin başını çekmeli, örgütleyeni olmalıdır. Tarihinde bunun pek çok örnekleri görülmüştür.

İspanya’da Franco, ABD, Almanya ve İtalya’nın desteğiyle faşist bir darbe gerçekleştirdiğinde, radyodan komünist bir kadının “diz çöküp yaşamaktansa ayakta ölmek yeğdir, Nopasaran” diye haykırışını, bütün dünya duydu. Dünyanın her yerinden anti-faşistler, devrimci ve komünistler, İspanya’ya faşizme karşı savaşmaya gittiler. “İspanya alınyazımızdır hepimizin…” diyordu ünlü şair Nazım Hikmet. Kapitalist ülkelerde silah fabrikasında çalışan işçiler, bombaları bozuk yapıyordu. Bombalar patlamıyor ve içinden “bunun gibi bir çoğu daha patlamayacak. Selamlar… Silah fabrikası işçileri” gibi notlar çıkıyordu.

ABD, ikinci emperyalist savaştan sonra yeni bir savaş başlatmak istedi. Kore’yi işgal ettiğinde dünyanın her yerinde işçi ve emekçiler, savaşa ve işgale karşı sokaklara döküldüler. ABD çelik işçileri greve çıktı, Fransa liman işçileri, gemilere silah yüklemeyi kabul etmediler. Fransa’nın Nice limanında çalışan işçiler, gemilere yüklenecek olan V-2 parçalarını denize attılar. Vietnam’a gidecek savaş malzemesiyle yüklü gemiler, Fransa’nın bütün limanlarını dolaşmak zorunda kaldı. Gemide çalışan tayfalar, tüm tehditlere rağmen çalışmadılar. Liman işçileri sendikası yöneticilerinden biri şöyle diyordu: “… Tayfalar ‘Pasteur’un denize açılmasını engelleyeceklerini söylediler, engellediler. Liman işçileri silahları yüklemeyeceklerini söylediler, yüklemiyorlar. Marsilyalılar Amerikalılar için savaşmayacaklarını söylediler, savaşmayacaklar.”

Yakın zamanda ABD’nin Irak’ı işgali döneminde, İngiltere liman işçileri de Irak’a gönderilecek silahları gemilere yüklemediler, greve çıktılar. Türkiye işçi sınıfı, Ortadoğu halklarına atılan bomba ve silahların ülkemizden geçişini engellemeye çalıştı. Irak işgali sırasında arka arkaya eylemler gerçekleştirdi ve yüzbinlerce kişi Ankara’ya akarak, 1 Mart Tezkeresi’nin meclisten geçmememesinde önemli bir rol oynadı.

* * *

Bugün de işçi ve emekçiler, gerek Suriye’ye gerekse Kürt halkına karşı yürütülen savaşın önüne geçmeliler. Bomba ve silahların üretimini ve buralara gidişini engellemeye çalışmalılar.

Her sınıf kendi çıkarları için mücadele yürütür. İşçi sınıfının çıkarı, özel mülk edinme koşullarını ortadan kaldırmaktır. Savaşı yeryüzünden silecek olan da, özel mülkün olmayacağı, sınıfsız-sömürüsüz bir toplumdur. Yapılması gerken bu uğurda mücadeleyi yükseltmektir.

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …