Bu daha başlangıç DAHA FAZLA HAZİRAN!

haziran-kapak

Bundan üç yıl önce Gezi Parkı’nın yerine AVM yapılması için ağaçların kesilmesiyle başlayan direniş, polisin vahşi saldırısı ile büyük bir öfke patlamasına, ardından tüm ülkeyi saran bir halk ayaklanmasına dönüşmüştü. Esasında AKP hükümetinin dayatmalarına, artan polis terörüne, vahşi kapitalizmin yarattığı sonuçlara karşı biriken tepkinin patlamasıydı bu. Ve yaklaşık 20 gün boyunca, polisin azgınca saldırılarına büyük bir cüretle meydan okunmuş, korku duvarları yıkılmıştı. Ölümün gözlerde küçüldüğü, acının mizahla hafifletildiği, unutulan değerlerin, paylaşım ve fedakarlığın her ana sindiği günler yaşandı.

Sadece ülkemizde değil, dünyadaki direnişlere de esin kaynağı oldu Haziran ayaklanması. Türkiyeli işçi ve emekçiler, Ortadoğu halklarının direnişinden, Amerika’dan Avrupa’ya yayılan eylemlerden etkilendiği gibi, onları da etkileyen bir direniş sergiledi. Başta Brezilya olmak üzere Latin halkları, Avrupa’daki işçi ve emekçiler, direnişlerinde Haziran ayaklanmasını selamladılar, ona göndermelerde bulundular ve ondan aldıkları moral gücünü direnişlerine taşıdılar.

Aradan üç koca yıl geçti. Fakat direnişin yankıları halen sürüyor. Direniş sırasında ve sonrasında onlarca kişi şehit düştü, binlercesi yaralandı ve bir o kadar gözaltı-tutuklama yaşandı. Bütün bunlara rağmen, direnişin moral üstünlüğü kırılamadı. Başta Erdoğan olmak üzere egemenlerin “Gezi korkusu” bitmedi. Haziran direnişi onların kabusu olmaya devam ediyor.

Emekten yana olan kesimlerde ise, “Gezi ruhu”nu yeniden yaşama ve yaşatma arzusu içten içe yanıyor. Kitleler haksızlıklara karşı tepkilerini bir biçimde ortaya koyuyorlar. Arka arkaya patlayan bombalarla kitlesel eylemlerde bir düşüş yaşanıyorsa da, direnişlerin biri bitmeden diğeri başlıyor.haziran-kitap

Haziran ayaklanması, kitlelerin devasa gücünü somut olarak gösterdi. Yılgınlığa, karamsarlığa, güvensizliğe büyük bir darbe indirdi. O bir “milat” oldu. Devrim cephesinde olduğu kadar, karşı-devrim cephesinde de büyük izler bıraktı. Erdoğan’ın hemen her mitingte Gezi’ye saldırması boşuna değildir. En son Fetih mitinginde bile söz etmesi, “Gezi heyulası”nın üzerlerinde dolaşmaya devam ettiğinin göstergesidir.

* * *

Marks, “Fransa’da sınıf savaşları” adlı eserinde; “devrim, kuvvetli ve birleşik bir karşı-devrimi yaratarak ilerler” der. “Yani devrim, düşmanı gitgide daha aşırı savunma tedbirlerine başvurmaya zorlar ve böylece daha güçlü saldırı vasıtaları bulur.”

İlk köle isyanı Spartaküs’ten, ilk proleter devlet Paris Komünü’ne kadar tüm ayaklanmalar karşısında egemenlerin yaptığı şey, daha fazla silahlanmak, daha fazla şiddet olmuştur. Lenin’in “Moskova ayaklanmasının dersleri”nde  söylediği gibi; “gericilik, barikatlara, kalabalığa ve binalara kurşun yağdırmaktan öteye gidemez. Ama devrim, Moskova çarpışma birimlerinden çok daha ileriye gidebilir.”

Türk egemen sınıfları da diğerler egemenlerin yaptıkları gibi; daha fazla polis, gaz bombası, daha çok tutuklama ve ölümle karşılık verdiler. Fakat kitlelerin Haziran’dan daha fazlasını yapabileceğini henüz görmediler. Ama her gün onun korkusuyla yaşıyorlar. Korksun ve beklesinler…

Binlerce yıllık insanlık tarihi göstermiştir ki, egemenler zulümlerini ne kadar arttırırlarsa arttırsınlar, yıkılmaktan kurtulamazlar. Ezilen, sömürülen kesimler, bir gün mutlaka kendi örgütlülüklerini yaratarak, imparatorlukları devirmiş, diktatörleri yıkmış, bu sistemleri tarihin çöplüğüne atmışlardır.

Türk egemenleri ve diktatörleri de bu “son”dan kurtulamayacaktır.

* * *

Haziran ayaklanmasından sonra, egemenler bir yandan polis şiddetini arttırırken, bir yandan da sandığı göstererek kitleleri sokaktan vazgeçirmeye uğraştılar.

Haziran günlerinde Erdoğan, “seçimle geldim, seçimle giderim” diyordu; sözde meşruiyetini bu şekilde savunuyordu. Oysa gerçekte sandıkla gelmediği gibi, sandıkla da gitmeyeceğini en iyi kendisi biliyordu.

Buna karşı muhalif partiler, AKP’nin kitlelerin ayaklanmasıyla değil de, seçimle gitmesi için ellerinden geleni yaptılar. AKP’nin bir dizi seçim hilesi yaptığını ve bu şekilde sandıktan yeniden çıkacağını bildikleri halde, bunu sokak eylemleriyle, kitle gücüyle gitmesine yeğlediler. Çünkü kitle hareketinden, AKP’den daha fazla korkuyorlardı. Sonuçta AKP bir düzen partisiydi, miadını doldurunca illa ki gidecekti. Ama kitle hareketi bir sel gibi büyüyüp önüne geleni yıkıp geçtiğinde, kendileri de altında kalabilirdi.

Devrimin olasılığı bile, sosyal-demokratların, reformistlerin eteklerini tutuşturmaya yetti. Bu korku ile AKP’nin her tür seçim hilesine göz yumdular. Kendi oylarına dahi sahip çıkmadılar, bir kez daha kendilerine oy veren kitleyi yüzüstü bıraktılar. CHP’den HDP’ye yaptıkları bu oldu.

Oysa kitlelerde “AKP gitsin de nasıl giderse gitsin” duygusu o kadar güçlüydü ki, o güne dek sandığa gitmemiş olanlar bile, onlara oy verdiler. Bütün seçim hilelerine rağmen 7 Haziran’da AKP tek başına hükümet olacak oyu alamadı. Ama Erdoğan’ın “bu seçimleri tanımıyorum” restine ve 1 Kasım’da “yeniden seçim” dayatmasına boyun eğdiler. Hatta HDP “savaş hükümeti” dediği AKP’nin seçim hükümetine bakan bile verdi. Suruç’ta başlayıp Ankara’ya, oradan Cizre’ye uzanan kitlesel katliamlar sürerken, kitlelere çözüm olarak sandığı gösterdiler. Halk can derdindeyken onlar oy derdine düştüler.

Haziran’ın somut hedefi, AKP hükümetinin istifasıydı. Fakat talepleri bununla sınırlı değildi. Daha da önemlisi hükümet değişikliği, yaşanan sorunları çözmeyecekti. Ama kitlelerin bunu kendi deneyimleriyle öğrenmesi gerekiyordu. Haziran ayaklanması döneminde de belirttiğimiz gibi, kitlelerin “hükümet istifa” talebini sahiplenmek ve bunun gerçekleşmesi için mücadele etmek, doğru bir yaklaşımdı. Kitlelerin böyle bir ayaklanma ile hükümeti devirmesi, kendi gücüne güvenini arttıracak ve büyük bir moral üstünlük yaratacaktı.

Her dönem faşizmin can simidi olmuş reformistler bir kez daha rollerini oynadılar. Can çekişen AKP’ye “hayat öpücüğü” verdiler. Oysa AKP, Haziran’la birlikte büyük bir güç ve prestij kaybına uğramıştı. Yolsuzluk dosyalarının ortaya saçılması da, Haziran’ın AKP’ye vurduğu ölümcül darbe üzerinden gerçekleşti. Ama kitleleri bir kez daha sandığa çekmeyi başararak AKP’nin ekmeğine yağ sürdüler.

Geçen üç yıl içinde AKP tüm seçimlerden daha da güçlenerek çıktı. Muhalif partilerin söylediklerinin aksine sandıkta değil sokakta gideceğini gösterdi.gezi-sehitler-cizgi

* * *

Kuşkusuz Haziran direnişinin çok önemli eksiklikleri bulunuyordu. Bunlardan biri de, işçi sınıfının sınıf olarak direnişte yerini alamamış ve öncü rolünü oynayamamış olmasıdır.

O günlerde yapılan bir ankete göre, direnişe katılanların yüzde 52’si ücretli, yüzde 37’si öğrenci, yüzde 6’sı ise işsizdi. Elbette “ücretliler” içinde işçiler de vardı, keza “işsizler” kategorisi içinde yer alanların büyük çoğunluğu işçiydi.

Fakat işçi sınıfı hem nicelik, hem nitelik olarak ne yazık ki, direnişe damgasını vuramadı. Bunda en önemli faktör, sınıfın çoğunluğunun sendikal anlamda bile örgütsüz oluşlarıydı. Varolan sendikaların ise büyük oranda işbirlikçi olmaları…

Haziran’dan sonraki yıllarda işçi sınıfı grev, direniş ve işgalleriyle öne çıktı. Buralarda varolan sendikaları aşan bir direniş sergiledi, sendika ağalarını teşhir etti. Bunların içinde “metal fırtınası” en öne çıkan ve ülke çapına yayılan bir direniş oldu. Faşist Türk Metal sendikasının hükümranlığına büyük bir darbe indirdi. Fakat reformist sendikaların “bağrına basarak öldürme” taktiğiyle baş edemedi. Marks’ın “işçi sınıfı ya devrimcidir, ya da hiç” sözü, bir kez daha doğruluğunu kanıtladı.

İşçi sınıfı, kendi taban örgütlerini kurarak, devrimci işçileri sendika yönetimlerine getirerek, bu çemberi kıracaktır. Bunu başardığı zaman, Haziran direnişinde yaşanan eksikliği hem nicelik hem nitelik olarak giderecek ve yeni ayaklanmalara önderlik edebilecektir.

Sınıfın katılımı ve öncülüğü, bir ayaklanmanın başarıyla sonuçlanmasında olmazsa olmaz unsurlardan biridir. Hatırlanacaktır, Mısır’da 40 yıllık diktatör Mübarek’e karşı başlayan halk isyanı, ancak işçi sınıfının katılımıyla, genel grevle hayatın durması sonucunda zafere ulaşmıştı. Dünya tarihinde buna benzer daha pek çok örnek vardır. Türkiye işçi sınıfı buna başarabildiği oranda hem kendini hem de tüm emekçileri ve ezilen halkları kurtaracak yolu açacaktır.

* * *

Haziran’ı aşabilmek, onu anlayabilmekten, doğru biçimde tahlil etmekten, yarattığı-kattığı değerler kadar, hata ve eksikliklerini de ortaya koyabilmekten geçiyor.

Elbette direnişin en önemli eksikliği ve yenilmesinin ana nedeni, devrimci bir önderlik boşluğu ve örgütsüzlüğüydü. O halde daha fazla örgütleneceğiz! Örgütsüzlüğe dizilen methiyelere prim vermeyeceğiz! Burjuva liberallerin ve reformistlerin sürekli geriye çeken çağrılarına kulakları tıkayıp “göğü fethetmeye” çıkanların yanında saf tutacağız!

Rosa Lüksemburg’un devrimlerle ilgili çok anlamlı sözleri, Haziran gibi büyük direniş ve ayaklanmalar için de geçerlidir: “Hiçbir devrimde ‘altın orta yol’ ayakta tutunamaz” diyor Lüksemburg. Ve ekliyor: “Devrimin doğa kanunu hızlı karar verilmesini gerektirir: Lokomotif ya tüm gücüyle tarihsel yükselişin en üst noktasına getirilecektir; ya da kendi ağırlığı ile başladığı noktaya geri kayacak ve zayıf güçlerle onu durdurmaya çalışanları uçuruma atacaktır.”

Uçuruma yuvarlanmamanın tek yolu, direnişi en üst noktasına kadar çıkarmaktır. Bu da direnişin taleplerinin karşılanması demektir. Haziran’ın taleplerinden Gezi Parkı’na AVM yapılmaması başarılmıştır, fakat en önemli siyasal talebi olan hükümetin istifası mümkün olmamıştır.

Bunun da asıl sorumlusu Kürt ulusal hareketidir. O dönem sürmekte olan “çözüm süreci”ne halel gelmesin diye, kitlelerin bu talebini hep bastırmaya çalıştılar. Başaramadıkları noktada, direnişe Kürt halkının katılımını sınırladılar. Başta Diyarbakır olmak üzere Kürt illerinde halkın sokağa çıkmasını durdurdular. İlk kez Diyarbakır’dan İstanbul’a polis ve TOMA sevkiyatı yapıldı.

Böylece ayaklanmanın Kürt ve Türk halkının birleşik mücadelesi ile büyüyerek hükümeti devirmesi engellenmiş oldu. Aradan geçen üç yıldır iki halk da bunun acısını ve sıkıntılarını yaşıyor.

Elbette direnişin tek başarı kriteri somut kazanım elde etmek değildir. Direnişin kitlelere kattığı şeyler de önemlidir. Fakat Roza Lüksenburg’un söylediği gibi, direniş ulaşılması gereken son noktaya kadar götürülmezse, aşağı doğru kayması kaçınılmaz olur.

Direnişin üçüncü yıldönümünde Danıştay’ın Gezi Parkı’nda AVM yapımına onay veren kararının duyurulması, egemenlerin bu somut kazanımını bile geri almak için nasıl çırpındıklarını gösteriyor. Orada atılan küçük bir adımı bile içlerine sindiremediklerini ve uygun buldukları koşullarda yeniden denemeye kalkacaklarını bilerek hazırlığımızı yapmalıyız.

* * *s

Bugüne dek direnişe dair pek çok yazı yazıldı, belgeseller, kitaplar çıktı. Birçoğu onun görüngüleriyle ilgiliydiler ve en fazla mizahına, gençliğine, demokrasisine, bir de “sosyal-medyanın gücü”ne vurgu yaptılar. Kimi bilinçli, kimi bilinçsiz; ama herbiri kendi sınıfsal duruşlarına uygun bir “Gezi” tarifi yaptılar. Fakat direnişin sınıfsal, siyasal, sosyal niteliği, örgütsel biçimleri, direnişe katılan siyasal yapıların tutumu, her kritik aşamada yaşanan tartışmalar, kimin neyi, niçin savunduğu ve tabi neden bu şekilde sonuçlandığına ya hiç değinilmedi, ya da çok sınırlı kaldı.

Yayınevimiz, direnişin birinci yılında çıkardığı “Daha fazla Haziran” adlı kitapla, bu boşluğu doldurmaya çalıştı. Direnişinin özünü-gerçek niteliğini ortaya koydu, temel eksikliklerini ve bunların nedenlerini irdeledi,

onu aşabilmenin yollarını bulmaya uğraştı. Marks’ın söylediği gibi, sadece yorumlamakla kalmayıp değiştirmeyi esas aldı.

Direnişe dair bundan sonra da çok şey yazılıp çizilecektir. Ancak aslolan geleceğe ne bıraktığıdır. Tıpkı Paris Komünü gibi, 1905 Moskova ayaklanması gibi, devrimlerin kaldıracı haline getirebilmek, “geçmişteki geleceğimiz” yapabilmektir. Tarihte bu tür ayaklanmaları doğru bir şekilde çözümleyip, çıkardıkları sonuçlarla kendilerini geliştirenler, bunu başardı. Türkiyeli komünist ve devrimcilere düşen görev de budur.

Engels “Komün Dersleri”nde şunları söylüyor:

“Başka zamanlarda olduğu gibi, her devrimde de kaçınılmaz olarak birçok hata yapılır ve nihayet, insanlar olayları eleştirel bir biçimde yeniden gözden geçirebilecek kadar yatışınca, kaçınılmaz olarak şu sonuca varırlar: Yapılmadan kalması çok daha iyi olacak birçok şey yaptık, ve yapılsa çok daha iyi olacak birçok şeyi yapamadık, ve işte işlerin sarpa sarması bundandır.”

Haziran direnişine de “yaptığımız” ve “yapmadığımız” şeyler üzerinden bakmak ve geleceğe “Haziran dersleri” ile hazırlanmak zorundayız.

Haziran direnişi “bu daha başlangıç” diyerek bitti. Biz de Che’nin Vietnam için söylediği gibi, “bir, iki, üç…” DAHA FAZLA HAZİRAN diyoruz! Kitleler kendi deneyimleriyle öğrenecekler, öncüler çıkardıkları derslerle kendilerini donatacaklar ve her halk hareketi, bir öncekini aşarak ilerleyecek, o “büyük gün”e böyle ulaşılacak!

O gün, Haziran şehitleri dahil tüm devrim şehitleri, bir bayrak gibi göndere çekilecekler ve en önde yürüyecekler!

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …