Mehmet Ağar… “Bin operasyon”u unutturamazsın!

mehmet-agar

Mehmet Ağar… Türkiye’de kontrgerilla cinayetleri, katliamlar, işkence denildiği zaman akla ilk gelen isimlerden… Susurluk’un altından da o çıkmıştı, Kürt işadamlarının katledildiği Sakarya üçgeninin arkasında da… 12 Eylül öncesinin tetikçileri MHP’li faşistlerin düğünlerinde de onu gördük, cenazelerinde de… Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı, Oral Çelik gibi eli kanlı faşistler, onun “iş arkadaşları”, “dostları”ydı…

‘90’lı yıllardaki katliam ve siyasi cinayetlerin bir çoğunda Ağar’ın bizzat dahli vardı. 12 Temmuz’da DS’nin önder kadrolarını evlerinde katlederken İstanbul emniyet müdürü olarak “bunlar fırsat operasyonu, fırsatını bulunca kaçırmayacaksın” diyordu. 19 Aralık hapishane katliamının ardından, bu planı yıllardır hazırladıklarını, ama hükümetlere kabul ettiremediklerini, ancak Ecevit’in başında olduğu hükümetle başarabildiklerini anlatacaktı. Yani “sol” görünümlü bir başbakanla solcuları katletmenin daha kolay olduğunu söylüyordu.

Mehmet Ağar, herhangi bir polis şefi değildir. Öyle olmadığı sonraki yükselişinde de ortaya çıkmıştır. Zaten babası da 50’li yılların Emniyet Müdürü’dür. Yani “babadan” polistir! “Devlette süreklilik esastır” ilkesi, devletin asker-sivil bürokrasisin tepe noktalarında bulunan kişilerin “geçmişleri” “aile kökleri” yönüyle de geçerlidir. Kendilerini ezelden beri devletin sahipleri olarak görürler. Ve genç yaşlarından itibaren devleti temsil etmenin fütursuzluğu, cüreti ile hareket ederler. Mehmet Ağar da o kişilerdendir.

Kontrgerilla’yı “derin devlet” olarak tanımlayanlara, “devletin derini, sığı olmaz, devlet devlettir” diyen; “bin operasyon yaptık” diyerek kontra eylemleri kabul eden, aynı zamanda “bir tuğlayı çeksen, duvar yıkılır… bu sırlar benimle birlikte mezara gidecek” sözleriyle devletin sır küpü olduğunu itiraf etmekten de çekinmeyen biridir.

Devlet de, kendisine böyle bağlı, hizmette kusur etmeyen ve köklü bir geçmişe sahip “memuru”nun önüne kırmızı halılar sermekte tereddüt etmez. Emniyet Genel Müdürlüğü’nden Adalet ve İçişleri Bakanlığı’na hızla yükselir. “Bizim için kurşun atan da yiyen de şereflidir” diyen Çiller’in “tak-şak paşası” Doğan Güreş, OHAL valisi Ünal Erkan ile birlikte DYP’nin “vurucu gücü”dür.

Ağar’ın AKP ve Erdoğan’la da arası hep iyi olmuştur. AKP de bunun karşılığını verir. Yargılandığı davalarda en az cezayla sıyrılması, istediği cezaevinde ve istediği koşullarda krallar gibi kalması sağlanır. Fakat AKP’li olmaz. “Partilerüstü” bir siyasetçi, bir “devlet adamı”, “ombusman” denilen bir akıldane olmayı tercih eder. Elazığ’dan “bağımsız milletvekili” olarak meclise geldiği dönemde, PKK için “dağda silahla dolaşacaklarına, düz ovada siyaset yapsınlar” diyerek, “Kürt açılımı”, “çözüm süreci” isimler altında yürütülen görüşmelerin de başlatıcısı olur.

O yıllarda “merkez sağ”ı toparlayacak lider olarak öne çıkmıştır. Yeniden kurulan Demokrat Parti’nin (DP) başına geçerek, çeşitli ittifak arayışlarına girer, fakat bu çabalar sonuç vermez. Uzunca bir süredir de siyaset sahnesinden çekilmiştir.

Ağar’ın yeniden gündeme gelmesi, TBMM’de oluşan 15 Temmuz darbesini “Araştırma Komisyonu”na verdiği ifadeyle oldu. Ağar’ın şu sözleri çarpıcıydı: “Ben şube müdürlüğündeyken sol örgütlerin ardında Rusya var sanırdım. Meğerse sadece TKP’yi desteklermiş. Bu örgütlerin ardında Batı varmış. Sol örgütler bizim sandığımızın tersine, zararsız, eline bıçak almamış insanlar çıktı. Kabul etmek lazım ki temiz fikir adamlarıydı… Solcuların şiddete bulaştığı ön yargısını yıllarca gözümüzde büyüttük.”

Bu sözler “eski polis şefinden özeleştiri” olarak sunuldu. Sanki yaptıklarından pişman olmuş ve bunu herkesin önünde itiraf etmekten çekinmemiş gibi yaparak, ayrıca taktir topladı. 

Ağar gibi bir “devlet adamı”ndan yaptıklarından pişmanlık duyması beklenemez. Bu ne bir “özeleştiri”, ne de “vicdan muhasebesi”dir. Bir anda söylenivermiş sözler de olmayacağına göre, mutlaka arkasında bir hesap vardır.

Yaşlanmış, emeklisi gelmiş işkencecilerden kimi zaman korku, kimi zaman iç huzura kavuşma dürtüsüyle “emir kuluyduk” “yapmak istemezdik” türü sözleri duymuşuzdur. Ki bunlarda bile, pişmanlıktan çok, işlediği suçlardan kurtulma çabası vardır. Ağar gibilerinde ise, politik bir hesap, geleceğe dönük bir plan, mutlaka kendi çıkarlarına hizmet edecek bir durum sözkonusudur.

Son yıllarda bir çok devlet adamı, politikacı, çeşitli vesilelerle “özür” dilemektedir. Örneğin Almanya Şansölyesi, Yahudi soykırımından dolayı İsrail’den “özür” dilemişti. Ya da İngiltere Başbakanı, Avusturalya’da yok ettikleri yerli halk Aborjin’lerden “özür” diledi. Hatta bunun için diz çökme, ağlama gibi mizansenler bile yapıldı. Bütün bunlar, yapmacık “özür” ritüelleriyle tarihteki kötü sicillerini silme, o ülke halklarının gözünü boyayarak sömürü ve soyguna devam etme çabasından başka bir şey değildir.

Emperyalist ülkelerde görülen bu “özür” maskaralığı, “bizimkiler”e de sirayet etti. Örneğin Erdoğan, CHP’yi sıkıştırmak ve Alevilerin desteğini alabilmek için Dersim katliamından dolayı devlet adına özür diledi. Ya da 15 Temmuz sonrası Gülen Cemaati ile ortaklığına duyulan tepkileri azaltmak için “hem rabbimden hem milletimden özür diliyorum” dedi.

Bu “özür”lerin bir inandırıcılığı var mıdır? Şimdi Ağar da bu furyaya katılmış görülebilir. Bu şekilde kendi kötü sicilini temizlemek ve “büyük adam” pozlarıyla puan toplamak istemiş olabilir.

Sonuçta her ne amaçla yapmış olursa olsun, ne işkenceci kontrgerilla kimliğini yok edebilir; ne de yaptıkları suçları affettirebilir!

Sol örgütlerin “zararsız, eline bıçak almamış insanlar” olmasına gelince… Baskı, şiddet ve terör, her zaman egemen sınıfların, ezilen-sömürülen kesimleri sömürmek için başvurdukları yöntemlerdir. Buna başkaldıranlar, sömürüsüz-savaşsız bir dünya isteyenler, bunu ancak silaha sarılarak yapmak zorunda olduklarını anlamışlardır. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Ağar da, tüm egemenler gibi bu gerçeği çok iyi bilmektedir. Ancak sözde “özür” dilerken bile, düzen-içi reformist solu, gerçek devrimci ve komünistlerin önüne çıkarıp, onlara methiye dizmiştir.

Ağar’da değişen bir şey yoktur! O misyonunu oynamaya devam etmektedir. Onun gibilerinin gerçekten itiraflarda bulunacakları tek yer halk mahkemeleridir. Ancak devrimci adalet karşısında gerçekleri konuşur ve hak ettiği cezayı bulur.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Adana’nın Yoldaşcan’ı” METİN AYDIN (1956-1980)

11 Aralık 1980… Metin Aydın, belinde silahı, yanında bir yoldaşı, çalıntı bir araba ile Adana-Kozan …

İEB asgari ücret için eylem yaptı

Asgari ücret için göstermelik toplantıların başladığı 10 Aralık günü, İşçi Emekçi Birliği İstanbul-Tophane’deki Çalışma Müdürlüğü …

Suriye düştü; şimdi yeni bir Ortadoğu

27 Kasım günü HTŞ’nin Halep saldırısı ile başlayan süreç, 10. gününde tamamlandı. 7 Aralık günü …