1 Mayıs, polisin aldığı tüm önlemlere, reformist sendika, kitle örgütleri ve partilerin teslimiyetçi tutumuna rağmen, militan gösterilerle kutlandı. Yıllardır süren Taksim yasağı bir kez daha delindi.
1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama iradesi gösterenler, Taksim ve çevresinde, Beşiktaş ve Mecidiyeköy’de polisin gazına, copuna, mermisine aldırmadan yürüdüler. Reformist blokun bu yıl Taksim’i ağzına almadan Bakırköy çağrısı yapmasına karşılık, “1 Mayıs 1 Mayıs Alanı’nda kutlanır” diyerek, kararlılıklarını bir kez daha ortaya koydular.
Taksim, 1 Mayıs alanıdır! Ve bu gerçeğin üstü, ne faşizmin yasakları ne reformizmin ihaneti ile örtülebilir. Kanla yazılan tarih, silinemez çünkü. Üstelik bu yıl, ’77 1 Mayıs katliamının 40. yılıdır. 1 Mayıs şehitlerine sahip çıkmak, aynı zamanda Taksim alanına sahip çıkmaktır; ne pahasına olursa olsun 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama iradesinden vazgeçmemek demektir.
Bu bilinç ve sorumlulukla hareket eden komünist ve devrimciler, icazetli 1 Mayıs kutlamalarını ellerinin tersiyle iterek, faşizmin yasaklarını ve tüm engellerini aşarak, 1 Mayıs’ı gerçek anlamıyla kutlamayı başardılar. 2017 1 Mayısı’na damgasını vuran da bu irade oldu.
* * *
Hileli referandum sonuçlarına kitlelerin tepkisi halen dinmemişken, reformizm bir kez daha uğursuz rolünü oynadı. Geçen yıl “son kez” dedikleri Bakırköy’ün çukuruna, bu 1 Mayıs’ta da kitleleri soktular. Hem de rezil arama biçimlerine, çeşitli pankart ve dövizlere el konulmasına, “diktatörlük”, “OHAL”, “KHK” gibi kelimelerin pankartlardan falçata ile kesilmesine göz yumarak…
Oysa işçi ve emekçiler, referandum sonrası iyice artan öfkesini ve taleplerini 1 Mayıs’a taşımak istiyordu. Ama reformist parti ve çevreler, faşizmin cansimidi olduklarını bir kez daha gösterdi. Ne kitlelerin oylarına sahip çıktılar, ne de 1 Mayıs’a ve onunla özdeşleşen Taksim’e…
Kılıçdaroğlu “sokaklarda eli silahlı kişiler vardı” diyerek, referandum sonrası kitleyi neden sokağa çağırmadığını aklamaya çalışırken; DİSK Başkanı da “güvenlik” diyerek, Taksim’den vazgeçişlerine kılıf uyduruyor. Her iki açıklamanın da kitleler nezdinde hiçbir anlamı, inandırıcılığı yoktur.
Reformizm kitleleri bir kez daha yüzüstü bırakmıştır. Aylardır kulakları sağır edercesine herkesi oy vermeye çağıranlar, kendilerini atılan oyların “garantör”ü ilan edenler, 16 Nisan akşamından itibaren toz olmuşlardır. Kendiliğinden sokağa dökülen kitleleri de “hukuk mücadelesi” labirentinde eritmeye kalkmışlardır.
Ama sözde “hukuk mücadelesi”nin sonucunu bile beklemeden, 2019’da kimin başkan olacağı kavgası başlamıştır. Dillerinden “yüzde 49” düşmemekte, “yüzde 49’un adayı” aranmaktadır! Bu, zorlanarak da olsa “tanımıyoruz” dedikleri referandum sonuçlarını kabul etmektir.
* * *
CHP ve HDP’nin ne kadar etkisiz muhalefet yaptığını bilen AKP ve Erdoğan, kural tanımaz bir şekilde icraatlarına devam ediyor. Örneğin sözkonusu anayasa değişikliği “iki yıl sonra yaşama geçecek” denildiği halde, iki maddesi hariç tutuldu. Bunlardan biri, Erdoğan’ın partili başkanlığı; diğeri ise, Hakimler-Savcılar Kurumu HSK atamalarıydı.
Nitekim Erdoğan, 2 Mayıs’ta AKP’nin yeniden resmi üyesi oldu. 21 Mayıs’ta da genel başkanı olacağı bir “olağanüstü kongre” yapılacak. Böylece Erdoğan’ın “partili başkanlık” rüyası gerçekleşecek ve daha önce “suç” teşkil eden uygulamaları yasal hale gelerek, olası bir yargılanmadan sıyrılacak! Üstelik HSK’yı da hemen istediği biçimde düzenleyerek, kendini yargılayacak herhangi bir mahkeme bırakmamış olacak!
Tabi ki, bir halk hareketi karşısında bu yasaların hiçbir hükmü yoktur! İstedikleri önlemleri alsınlar, istedikleri yasaları çıkarsınlar, hatta anayasayı değiştirsinler, halkın gözünde meşruiyeti kalmadıktan sonra tüm yönetimler yıkılmaya mahkumdur.
Şimdi hileli referandumla değiştirdikleri anayasanın 18 maddesine, diğer yasaları da uyumlu hale getirmek için 7 bin yasa değişikliği yapmaya hazırlanıyorlar. Bir kez daha mecliste bildik oyunlar sahnelenecek. CHP ve HDP ilk açıklamalarında, bunlara katılmayacaklarını söyleseler de, sonrasında nasıl davranacakları bilinmez. Referandum sonrası CHP içinde “sine-i millete dönme” istekleri nasıl bastırıldıysa, bu kararları da değişebilir.
* * *
Referandum sonrası hükümetin giriştiği ilk işlerden biri de, beklenildiği gibi kıdem tazminatı oldu. Her ne kadar sendika başkanları kürsülerden “kıdemi yedirtmeyiz” nutukları atsa da, sağından-solundan kıdemi kırpacakları belli olmuştur.
1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama iradesi gösteremeyenlerin, kıdeme sahip çıkması mümkün değildir. Ancak işçi ve emekçiler, tabandan örgütlenerek ve sendikaları aşan eylemlerle, kıdemin gaspını durdurabilir. Kamuda başlayan TİS görüşmeleri, bunun ilk işaretlerini verecektir.
Referandumdan hileli bir şekilde “evet”leri çıkarttıkları halde AKP ve Erdoğan rahat değildir. Düzen muhalefetinin etkisizliği dahi, onları rahatlatmaya yetmiyor. Kitle desteğini büyük oranda yitirdiklerinin en iyi onlar farkındalar çünkü. Ayakta durabilmek için sırtlarını daha fazla emperyalistlere bağlama çabaları da bu yüzden. Bir yandan Rusya, diğer yandan ABD ile ilişkileri düzeltmek için kırk takla atıyorlar ve taviz üzerine taviz veriyorlar.
Referandum süneci ve son 1 Mayıs, reformist politikalarla, pasif mücadele biçimleriyle bu faşist-gerici cendereyi parçalamanın mümkün olmadığını “kör gözüm parmağına” dercesine çok açık biçimde gösterdi. Savaşa ve faşizme karşı devrimci tarzda mücadele bir zorunluluktur. Faşizmin şiddetine, reformizmin teslimiyetine karşı devrimci iradeyi ortaya koymak şarttır. 1 Mayıs’ta olduğu gibi devrimci irade kazanacaktır!