AKP Genel Başkanı Erdoğan, 12 Temmuz 2017’de TOBB’da yapılan Uluslararası Yatırımcılar Derneği (YASED) toplantısında, OHAL’in esas olarak işçi ve emekçi mücadelesini durdurmak için ilan edildiğini itiraf etti. Söyledikleri aynen şöyle: “Grev tehdidi olan yere OHAL’den istifade ile anında müdahale ediyoruz. Diyoruz ki, ‘hayır, burada greve müsaade etmiyoruz’ çünkü iş dünyamızı sarsamazsınız. Bunun için kullanıyoruz biz OHAL’i.”
Yerli ve yabancı tekelci patronlara seslenen Erdoğan’ın “biz OHAL’i, iş dünyamız daha rahat çalışsın diye getirdik” sözleri, OHAL’in kimlere hizmet ettiğinin ikrarı, malumun ilanıdır. OHAL ilan edildiğinde AKP hükümeti, “OHAL’i millete değil, devlete ilan ettik” demişti. Güya OHAL devlet içine sızmış FETÖ’cü çeteye karşı yapılmıştı. Fakat gerçeklerin öyle olmadığı çok kısa sürede görüldü. Şimdi Erdoğan’ın ağzından da teyid edilmiş oldu.
“Milletin iradesi” lafını ağzından düşürmeyen Erdoğan, “OHAL’i grevler olmasın diye getirdik” sözleriyle, işçi ve emekçileri “millet”ten saymadığını da gösteriyor. Bu durumda “millet” olarak, geriye bir avuç yerli-yabancı patron kalıyor. İşçi ve emekçiler ise, onların gözünde “darbeci” ya da “terörist” oluyor.
Grevi “tehdit” olarak gören anlayış, grevi bir hak saymadığı gibi, kendi anayasasını da çiğneyerek ortadan kaldırıyor. Oysa işçiler grev hakkını elde etmek için nice mücadeleler verdi, nice bedeller ödedi. Bugün grev bir anayasal hak olarak yasalaşmışsa, bu burjuvazinin ve onun temsilcisi hükümetlerin bir lütfu değil, işçi ve emekçiler dişe diş mücadelesi sonucu oldu.
Evet OHAL, işçi ve emekçilere karşı ilan edilmiştir. OHAL döneminde patronlar daha fazla kazanırken, işçi ve emekçiler daha fazla hak gasplarına uğradılar, işlerinden atıldılar, ücretlerini alamaz hale geldiler, vb…
Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun her yıl düzenli olarak yayınladığı “insan ve sendikal haklar” raporuna göre, Türkiye 2016’da Kamboçya, Hindistan, Katar ve İran gibi ülkelerle birlikte, “çalışanlar için en kötü 10 ülke” sıralamasında yer alıyor. Grevin “tehdit” olarak görüldüğü bir ülkede bu tablo, hiç şaşırtıcı değildir.
OHAL’le birlikte saldırılar arttı
OHAL ilan edildiğinden beri 5 grev yasaklandı. AKP döneminde ise yasaklanan grev sayısı toplam 13’tür.
Yasaklanan ilk grev, Birleşik Metal-İş sendikasının örgütlü olduğu Asil Çelik’de gerçekleşti. Ardından Birleşik Metal-iş sendikasının örgütlü olduğu EMİS’e bağlı fabrikaların (37 işyerinde birden) grevi yasaklandı. BANKSİS üyelerinin Akbank grevi, yasaklara eklendi. Kristal-İş’in örgütlü olduğu Şişecam grevi ve Petrol-İş’in örgütlü olduğu Mefar ilaç fabrikası grevleri yasaklandı.
Akbank grevi dışında, diğer tüm grev yasaklarında, alışılagelmiş “milli güvenlik”, “genel sağlık” teraneleri tekrarlandı. Oysa grev yasaklamanın asıl nedeni “milli güvenlik” ya da “sağlık” değil, ekonomikti. Erdoğan’ın sözleri de, grev yasaklamanın asıl nedeninin ekonomik olduğunu ortaya koydu.
OHAL ile birlikte işçilerin kazanılmış diğer haklarına dönük saldırılar artarak devam ediyor. Bir çok işçi derneği ve sendikası kapatıldı. Sendikalaşma üzerindeki baskılar arttı. Örgütlenme, gösteri, yürüyüş hakkı valilerin insafına bırakıldı. En ufak bir hak arayışı, polisin saldırısıyla karşılaşıyor. Kölelik yasası olan “kiralık işçi” yasası, bireysel emeklilik yasası (BES), iş mahkemelerini patronların lehine çözen arabuluculuk yasası, varlık fonu vb. yasal düzenlemeler, OHAL döneminde yapıldı. Ayrıca işsizlik fonu birikimi, patronlar yararına gani gani kullanılıyor.
OHAL döneminde darbe ile alakası olmayan onbinlerce kamu emekçisi ihraç edildi. Binlerce akademisyen ve gazeteci işten atıldı. Aynı şekilde yüzbinlerce işçi, işten atılarak işsizler kervanına katıldılar. El konulan şirketlerde çalışan binlerce işçinin kıdem tazminatı ve diğer hakları verilmedi.
Bunlar, saldırıların ve hak gasplarının sadece bir kısmı. Fakat bu kadarı bile, AKP hükümetinin koyu bir işçi düşmanı olduğunu, OHAL’in tekelci patronların çıkarlarını koruduğunu göstermeye yeter. Ayrıca OHAL’e sırtını dayayan patronlar, işgücü sömürüsünü artırıyor, ücretleri düşürmeye çalışıyorlar. OHAL ilan edildiğinden beri neredeyse bütün işçiler, “OHAL var zam yapamam” sözleriyle karşılaşıyorlar. Keza TİS görüşmelerinde de patronlar, OHAL kozunu ileri sürerek, işçiler lehine hiçbir maddeyi kabul etmiyor.
Kime ne mesaj verilmek isteniyor?
Hiç bir devlet adamı “OHAL’i grevlere karşı getirdik” demez. Aksine bu gerçeği yalan ve demagoji ile perdelemeye çalışır. İşçileri karşısına almak istemez çünkü. Peki Erdoğan’a bu itirafı söyleten nedir? Neden buna ihtiyaç duymuştur?
AKP ve Erdoğan, içte ve dışta çok sıkışmış durumda. Hem ekonomik, hem de siyasal olarak açmazları derinleşiyor. Dış politikadaki yanlışlıklar, sorunları katlayarak büyütüyor.
Bu sorunlardan biri de, OHAL ortamını “güvensiz” bulan yabancı sermayenin yatırım yapmaktan uzak durmasıdır. Bu durum, onların yerli işbirlikçilerini de doğrudan etkilemektedir.
Erdoğan’ı böylesi skandal bir açıklamaya iten koşullar bunlardır. Açıklamanın yapıldığı yer ve muhataplarına baktığımızda, durum daha rahat anlaşılır.
Bu koşullarda Erdoğan, başta yabancı sermaye olmak üzere patronlara “grevden çekinmeyin, gelin yatırım yapın”, “ne isterseniz veririz” diyor. Bu ekonomik olarak ne kadar sıkıştıklarını da gösteriyor. Aynı zamanda Erdoğan’dan patronlara “beni terketmeyin”, “beni kullanın” mesajı veriliyor. Sermayenin onun gibi “patron dostu” birini terketmemesi gerektiği ifade ediliyor.
Sendikaların pasif tutumu
İşbirlikçi sendikacılar, pasif tutumlarını böylesi skandal bir açıklama karşısında bile değiştirmediler. Yandaş Hak-İş’ten zaten karşı bir tepki beklenemez. DİSK ve TÜRK-İŞ yöneticileri ise, Erdoğan’ın açıklamalarını teşhir eden yazılı açıklama yapmakla yetindiler.
OHAL’in “grev tehdidi için getirildiği” söyleniyor; grev yapmak bir “suç unsuru” işçiler ise “terörist” olarak gösteriliyor, ama hala sendikalardan ciddi bir karşı koyuş gelmiyor. Halbuki böylesi skandal bir açıklamaya karşı en radikal eylemlerin meşru zemini oluşmuş durumdadır. İşçilerin sokaklara çıkmasından fiili grevlere kadar, her tür eylemle tepkilerini ortaya koyması son derece meşrudur.
İşbirlikçi sendika yöneticilerinden böyle bir tavır beklenemez elbette. Ama kendilerine devrimci-demokrat diyen şube yönetimleri, genel merkezleri bu yönde zorlayabilirdi. Konfederasyonlara bağlı bütün şubeler aynı gün aynı saate sokağa çıkarak yaygın bir eylemi hayata geçirebilirlerdi. En azından kendi şubelerine bağlı işyerlerinde bir tepki örgütleyebilirlerdi. Fakat onlar da pasif kalmayı seçtiler.
* * *
İşbaşına gelen bütün hükümetler burjuvaziye hizmet için, çıkarlarını korumak ve büyütmek için gelmişlerdir. Turgut Özal’da “zenginleri severim” demişti. Özal’ı hükümetten düşüren ise, madencilerin yürüyüşü, işçi grevleri oldu. Bu eylemlerde en çok ve coşkulu atılan slogan ise, “Çankaya’nın şişmanı işçi düşmanı” olmuştu. İşçiler Özal’ı “işçi düşmanı” olarak tescillediler ve sonunu getirdiler.
Şimdi sıra Erdoğan’dadır. “Zenginleri severim” diyen Özal’dan sonra, “OHAL’i grev tehdidine karşı kullanıyoruz” diyen Erdoğan’a da, işçiler gereken yanıtı verecektir.