İş davalarında zorunlu arabuluculuk: Yeni bir hak gaspı

İş Mahkemeleri Yasası’nda yapılan değişiklikle, artık işçiler patronlarla yaşadıkları sorunlarda, mahkemeden önce “arabulucu”ya başvurmak zorunda kalacaklar. Bu yasa değişikliği ile, patronlar hak gasplarında daha pervasız davranabilecek.

 

Kazanılmış haklara bir tırpan daha

Yeni yasa 25 Ekim 2017 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi; yasanın “arabuluculuğa” ilişkin hükümleri ise 1 Ocak 2018 tarihi itibariyle geçerli hale getirildi.

Bireysel iş yasaları, sendika ve grev hakkının yeterli olmadığı ülkelerde devreye giren araçlardır. Sendikaların güçlü olduğu, grev ve toplu sözleşme haklarının gelişkin olduğu koşullarda, bireysel iş yasalarına zaten ihtiyaç duyulmaz. İşçilerin hakları, işçi örgütleri olan sendikaların güvencesi altındadır. Tek tek işçiler için değil, genel olarak işçi sınıfının çıkarına olan talepler, toplu sözleşmelerle belirlenir. İşçilere dönük herhangi bir hak gaspı ise, grev vb. mücadeleler ile karşılanır.

Bireysel iş yasaları ise, kolektif mücadelenin, sınıf hareketinin sekteye uğradığı dönemlerde, işçilerin büyük kazanımlarından geriye kalan hak kırıntılarındandır. Ya da tersten, sınıf mücadelesinin henüz yeterince gelişmediği süreçlerde, işçi sınıfının önüne atılmış “sus payı” gibidir. Zaten mahkemelerde işçilerin “lehine” çıkan kararlar da, aynı biçimde “sus payı” niteliğini taşır.

Haksız yere işten atılan ya da fazla mesai ücretlerini alamayan bir işçinin, sendikal mücadele yerine İş Mahkemesi’ne başvurması, elbette devletin ve burjuvazinin istediği şeydir.

Şimdi ise, işçi ile İş Mahkemesi arasına bir kademe daha konuluyor. Haksızlığa uğrayan işçinin, mahkemeden önce “arabulucu”ya başvurması dayatılıyor. Ve bu değişiklik, işçi sınıfının kazanılmış haklarında bir adım daha geriye düşmesi anlamına geliyor.

“Arabuluculuk” statüsü, yine AKP tarafından gündeme getirilen, “gönüllü” bir uygulamadır. 2012 yılında yasalaşmış; “uyuşmazlık” durumlarında devreye sokulabilecek araçlardan biri olarak planlanmıştır. Ve elbette arabulucuya gitmek zorunlu değildir; isteyen arabulucuyu hiç kullanmadan da dava açabilir.

Yeni yasa, “arabuluculuk” kavramını ilk kez zorunlu hale getiriyor. “Dava şartı olarak arabuluculuk” hukukta ilk kez tanımlanıyor. Üstelik hukukta binlerce “uyuşmazlık” türü tanımlanmışken, yasa sadece işçi uyuşmazlıklarında arabuluculuğu zorunlu kılıyor. İşçilerin tazminat, işe iade, yıllık izin, alacak gibi taleplerinde, zorunlu arabulucu, mahkeme ile işçilerin arasına sokuluyor. İş kazası ya da meslek hastalığından kaynaklanan maddi-manevi tazminat davaları ise, diğer binlerce “uyuşmazlık” durumunda olduğu gibi, “arabuluculuk” şartından muaf bırakılıyor. Elbette şimdilik.

 

Yeni yasa nasıl işliyor?

Yasaya göre;

İşçilerin tazminat, işe iade, yıllık izin, alacak gibi talepleri sözkonusu olduğunda, dava açmadan önce arabulucuya gitmesi şart olacak. Arabulucu, tarafları masaya oturtarak, “tarafsız” bir “çözüm” bulmaya çalışacak.

İşçi, işyerinde patronunun hakaretine uğramış olsa bile, arabulucu görüşmesinde patronla karşılıklı masaya oturmak zorunda kalacak.

Arabulucuya başvurmadan dava açıldığı koşulda, hiçbir işlem yapılmadan, dava usulden reddedilecek.

İşçinin arabulucu talep etmesinin ardından “derhal” arabulucu atanacak. Arabulucu, görevlendirildiği tarihten itibaren, yapılan başvuruyu 3 hafta içinde sonuçlandıracak. Bu süre en fazla 1 hafta daha uzatılabilecek.

Arabuluculuk ücreti, aksi belirtilmediği sürece işçi ve patron tarafından eşit şekilde paylaşılacak. Taraflardan biri, geçerli bir mazeret göstermeden ilk toplantıya katılmazsa, katılmayan taraf davada haklı çıksa bile yargılama giderinin tamamını karşılayacak.

Asıl işveren-alt işveren ilişkisinin varlığı halinde, işe iade talebiyle arabulucuya başvurulduğunda, anlaşmanın gerçekleşebilmesi için, patronlar arabuluculuk görüşmelerine birlikte katılacak.

Bazı davalarda verilen kararlar hakkında temyiz yolu kapatılacak. Karar bölge adliye mahkemelerinde kesinleşecek.

En önemlisi, işçilerin örgütlü mücadelelerinden kaynaklanan davalarda verilen kararlar da temyiz edilemeyecek. İşyeri sendika temsilcilerinin iş sözleşmelerine; TİS yapılacak işyerlerinin aranılan niteliğe sahip olup olmadıklarına ilişkin uyuşmazlıklara; TİS’in yorumundan doğan uyuşmazlıklara; grev veya lokavtın yasadışı olup olmadığının tespitine ilişkin açılan davalarda verilen kararlarda, Yargıtay yolu kapalı olacak.

Sendikaların ilk genel kurulunun düzenlenmesi konusunda hükümlere aykırı hareket edildiği iddiasıyla sendika hakkında açılan davalarda verilen kararlar ile, sendika üyeliğine ilişkin açılan davalar konusunda da temyize gidilemeyecek.

 

Tümüyle işçilerin aleyhine bir işleyiş

Birincisi, yasa değişikliği ile hukuki süreç uzatılmakta, bu uzama ile işçinin mağduriyeti artmaktadır.

AKP hükümetleri döneminde, iş mahkemelerinde görülen davaların süresi uzatılmıştır. Mesela işe iade mahkemelerinin 2 ay içinde sonuçlandırılması gerekir; üst yargıya başvuruda ise 1 aylık bir süre sözkonusudur. Uygulamada ise, işe iade davalarının kesinlik kazanması 1.5 yıl sürmektedir. Şimdi arabuluculuk zorunluluğu bu süreyi artırmaktadır.

İşçinin talep etmesinin ardından “derhal arabulucu tayin edilir” deniyor. Bu “derhal”in sınırları belli değildir. 1 gün, 1 ay, ya da “arabulucu müsait olduğunda” mıdır, belli değildir. Belli olan, işçilerin adliye koridorlarında arabulucu tayin edilmesi için koşturup duracağıdır.

Arabulucu tayininin ardından, 3+1 haftalık süre öngörülmektedir. Sonrasında arabulucunun “son raporunu teslim etmesi” için geçecek olan, yine belirsiz bir süre sözkonusudur. “Son rapor” teslim edilmeden dava süreci başlayamayacaktır. Ve “son rapor”un ardından dava açmak için 2 haftalık bir süre daha eklenmiştir. Bütün bunların üzerine, iş mahkemelerinde geçecek olan yaklaşık 1.5 yıllık süre vardır.

İşten atılmanın üzerinden yıllar geçtikten sonra gelen “işe iade” kararının ise, pratikte bir karşılığı olmayacaktır.

İkincisi, arabulucu uygulaması ile hak aramanın maliyeti artırılmaktadır.

İşçiler için dava açmak zaten maliyetliydi. İşçilerin dava açmasından vazgeçmesi için, dava açma harçları sürekli artırılmaktadır. Birçok işçi, birkaç aylık ücretini talep etmek için dava açmak gerektiğinde, salt mahkeme masrafları nedeniyle bu hakkından vazgeçmek zorunda kalıyordu. Şimdi bu maliyetlere, arabuluculuk maliyetleri de eklenecek. Bu durum patronlara, işçileri aylarca ücretini ödemeden çalıştırma hakkını kendiliğinden vermektedir. Birkaç aylık ücret için, yıllar sürecek zahmetli ve maliyetli bir süreci göze alamayacak işçi sayısı hiç de küçümsenmeyecek düzeydedir. Ve bu, patronlara bedava işgücü servis etmek anlamına gelecektir.

Üçüncüsü, “arabuluculuk” yöntemi, gerçekte patronların lehine “pazarlık” yöntemidir.

İşçilerin alacaklarının hesaplanması bir uzmanlık konusudur. Ve işçiler genellikle alacaklarının tam tutarı konusunda kesin bilgiye sahibi değildir. İş mahkemelerinde bunun tespiti mahkemenin görevi iken, arabulucu sözkonusu olduğunda bu miktar patronun inisiyatifine kalmış durumdadır. Bu birçok yönden böyledir. En başta, arabulucu “tarafsız” davranma adına, bu konuda işçiye bilgi vermez, dahası, arabulucunun kendisi de tutarı hesaplayacak uzmanlığa sahip değildir. Yanısıra, tutarı hesaplama uzmanlığına sahip olsa bile, o “hakim” değil, “arabulucu”dur; yasalardaki hükümleri yerine getirmekle değil, “ara çözüm bulmak”la yükümlüdür. Bu “çözüm”ün “adaletli” olması gerekmez, işçinin “razı” olması yeterlidir. Dahası, arabulucu görüşmelerinde teklif edilen rakamı işçi kabul etmeyerek dava açmaya yöneldiğinde, mahkemeye sunulacak “arabulucu raporu”nda, işçinin aleyhine söylemler kullanılabilir.

Bütün bunlar, sürecin tümüyle patronların inisiyatifine kalmasını sağlar. Patronlar, işçinin hakettiğinden çok daha düşük bir miktar önerebilir, arabulucu işçiyi bu rakama mecbur bırakabilir. Birçok işçi, uzun ve masraflı mahkeme süreçleriyle uğraşmak yerine, çok daha düşük miktarlarda tazminatlara razı olacaktır.

Yasa, arabuluculuk görüşmelerinin gizliliği konusunda da patronun tarafında yer almaktadır. “Arabulucunun elindeki bilgi ve belgeler gizli tutulur, görüşmeler sırasında ses ve görüntü kaydı yapılamaz” hükmü bulunmaktadır. Bu hüküm, patronun işçiyi tehdit etmesine zemin hazırlamakta; işçinin, yapılan tehdidi ya da aldığı teklifi başka birisine aktarmasını, fikir almasını engellemekte; arabulucunun, patronun kötü niyetine ya da yasadışı tutumuna dair eline geçen bilgileri gizlemesini sağlamaktadır. Mahkeme, arabuluculuk sürecinde yaşananları sorgulamaz, sadece arabulucunun hazırladığı sonuç tutanağını dikkate alır. Bütün bunlar da, pazarlık sırasında patronu güçlendiren, işçiyi yalnızlaştıran ve çaresizleştiren unsurlardır.

Dördüncüsü yasa ile kıdem ve ihbar tazminatı, kötü niyet tazminatı ve yıllık izin alacağında, zaman aşımı süresi 5 yıla indirilmektedir. Borçlar Kanunu’nda tazminat alacakları için zamanaşımı süresi 10 yıldır; işçi hakları sözkonusu olduğunda, zamanaşımı 5 yıla indirilmiştir. Bu belirleme, işçilere karşı devletin hangi tarafta durduğunu net olarak göstermektedir.

Beşincisi, yeni yasa işçilerin “temyiz” haklarını ortadan kaldırmaktadır. İşten atmalarda Yargıtay yolu kapalıdır. TİS maddelerinde çıkan uyuşmazlıklarda sendikanın “yorum” davası açmasına Yargıtay yolu kapalıdır. Grev sırasında patronun lokavt ilan etmesine Yargıtay kapalı. Sendikalar Hukuku ve TİS Hukuku’ndan doğan davalarda Yargıtay yolu kapalı… İşçilerin kazanılmış hakları, yerel mahkemelerin inisiyatifine terkedilmiştir.

Altıncısı, yerel mahkemelerin ve arabulucunun bu kadar etkin karar mercileri olması, “içtihat” (emsal karar) hakkını da ortadan kaldırmaktadır. Yargıtay’a götürülen davalarda, benzer durumlarda daha önceden verilmiş kararlar emsal gösterilerek yeni davanın da aynı biçimde sonuçlandırılmasını talep etme olanağı vardı. Şimdi ise, her arabulucu işçinin direnme gücüne bağlı olarak pervasızca karar verebilecektir; başka bir arabulucunun benzer durumda yaptığı sonuçlandırmayı uygulamakla yükümlü değildir. Ayrıca arabulucu yasaya uymak zorunda da değildir. Mesela asgari ücretle çalışan bir işçinin, üç aylık alacağı sözkonusu diyelim. Patron arabulucu görüşmelerinde asgari ücretin yarısı üzerinden pazarlık yapabilir, işçi bunu kabul etmek zorunda kalabilir. Bu durum, iş yasalarının “asgari ücretin altında işçi çalıştırılamaz” hükmüyle açıkça çelişmektedir; ancak arabulucunun buna uyması gerekmemektedir.

Dahası, arabulucu görüşmesinde üzerinde anlaşılmış bir konunun sonradan dava konusu yapılması mümkün değildir. Yetersiz bir anlaşma yaptığını düşünen işçinin, başvurabileceği bir merci yoktur.

Benzer biçimde, işçi alacaklarında son temyiz noktası olan bölge adliye mahkemelerinin alacakları kararlar da sonsuz farklılıklar gösterebilir. Bir bölge mahkemesinin aldığı karar, başka bir bölge mahkemesinde geçerli olmayacaktır; zarara uğrayan işçinin, buna itiraz edeceği bir merci de kalmamıştır.

Altıncısı ve en önemlisi, yasada işçi ve patron eşitmiş, aynı koşul ve haklara sahipmiş gibi gösterilmektedir. Patronun ezen, işçinin ezilen-sömürülen kimliği yok sayılıyor. Sistem tümüyle işçinin yargı yoluna başvurmasını engelleme, daha kötü koşullara razı ederek hak kaybına uğratma yaklaşımıyla işlemektedir.

 

Yargı da özelleştiriliyor

Yeni yasanın en önemli yanı, yargının özelleştirilmesidir.

“Demokratik” olma iddiasındaki devletler, yasama, yürütme ve yargı erklerini ayırmakla yükümlüdür. Yeni yasa ise, işçi hakları sözkonusu olduğunda, yargı erkini hakimlerden alarak, yürütme tarafından oluşturulmuş kurumlara terketmektedir.

Burjuva hukukunda, “hakimlik” statüsü, adeta sınıflar üstü bir kavram gibi tanımlanmıştır. Onların cüppelerinin düğmesi yoktur; kimse karşısında eğilmesinler diye… “Adalet” heykelindeki kadının bir elinde kılıç, bir elinde terazi vardır; adaleti herkese eşit dağıtsın, adalete karşı çıkanları aynı kılıçla durdursun diye… Elbette bütün bunlar, insanlığın bin yıllardır süren mücadelesi sonucu ulaşılan nokta olmuştur.

Bugün ise, her alanda kazanılmış haklar geri alınmakta, insanlık “yeni ortaçağ” denilen bir gericiliğe sürüklenmekte, işçi ve emekçilere vahşi kapitalizm dönemindeki çalışma ve yaşam koşulları dayatılmaktadır.

Bu koşullarda bırakalım yeni hakları, kazanılmış hakları korunabilmek için bile, büyük mücadeleler vermek gerektiği açıktır. Bunun da temeli, örgütlü bir güç olabilmektir. Taşeron sisteminden, arabuluculuk uygulamasına dek, sürekli hak gaspları ile karşı karşıya kalınıyorsa, patronlar ve hükümet kolkola böylesine pervasız saldırılarda bulunabiliyorsa, ana sebebi işçi ve emekçilerin örgütsüz ve dağınık olmasıdır. Tek tek işçiler olarak patronların ve devletin karşısında ne kadar güçsüz olduğumuz görülmeli ve tabandan başlayarak yukarı doğru örgütlenip, güçler birleşmelidir.

Bunlara da bakabilirsiniz

Kadıköy’de Maçoğlu için bildiri dağıtımı

Kadıköy Halk Dayanışması’nın Belediye Başkan Adayı Fatih Mehmet Maçoğlu’nun seçim kampanyasını, kendi materyallerimizle yürütmeye devam …

Kadıköy’de binlerce kişi Maçoğlu için yürüdü

Kadıköy Halk Dayanışması, 24 Mart Pazar günü Kadıköy’de halk yürüyüşü gerçekleştirdi. Yürüyüş öncesinde, saat 16’dan …

Mehmet Ali Doğan’ın mezarı başında anma

24 Mart 1983’te Sefaköy direnişi içinde ölümsüzleşen Mehmet Ali Doğan’ın mezarı başında anma yapıldı. Anma …