Bir seçim daha hayal kırıklığı ile sonlandı. Bu kez beklenti çok yükseklere çıktığından, düşüşün şiddeti ve tahribatı da ağır oldu. Halen onun şoku, yarattığı burukluk ve üzüntüsü devam ediyor…
Kuşkusuz bu bir seçim yenilgisi, dünyanın sonu değil! Gerici-faşist blokun zaferi de, gerçek bir zafer değil! Herşeyin sanallaştığı dünyada, seçim sonuçları da artık sandıktan çıkmıyor! ‘Post Truth’ (gerçek ötesi) denilen yalan haberlerle dijital ortamda iş bitiriliyor!
Eğer AKP ve Erdoğan, kitle desteğini büyük oranda kaybetmemiş olsaydı, yani sandıktan zaferle çıkacağına inansaydı, bunca hileyi, entrikayı, oyunu yapmaya gerek duyar mıydı? Esasında Gezi direnişinden bu yana AKP ve Erdoğan yenilmiştir. Bunu ne kadar yalan-dolanla, seçim oyunlarıyla kapatmaya çalışsalar da gerçek budur.
24 Haziran seçimleri ise, yalanın zirve yaptığı bir seçim olmuştur. Hilelerle de yetinmeyip oylar sayılmadan zafer ilan edilmiştir. Erdoğan’ın seçimlerden önce gizlice kaydedilen konuşmasındaki gibi “başlamadan bitirilen” bir ilüzyondur.
Ama yaşadıklarımız gerçek. Dahası, yaşayacağımız gerçek dünyada, karşımıza çıkacak daha yüzlerce-binlerce sorunla karşı karşıyayız…
Gerici-faşist saldırılar artarak sürecek. Ekonomik kriz tüm şiddetiyle üzerimize yıkılacak. İMF’li ya da İMF’siz “acı reçete”yi dayatacaklar. Zamlar yağmur gibi yağacak, yoksulluk ve işsizlik çığ gibi büyüyecek, yeni hak gaspları yaşanacak…
Onun için diyoruz ki, “YENİLEN AYAĞA KALK!” Zaman, ahlayıp-vahlama, yazıklanma zamanı değildir! Ayağa kalkmalı ve “DÖVÜŞE DEVAM” demeliyiz!
Seçim zaferi ne kadar sanalsa, yenilgisi de o kadar görecelidir. Gerçek savaş, mücadele alanlarında olacaktır! Ona göre davranmak ve hazırlanmak gerekir…
Seçim değil tiyatro!
24 Haziran seçimleri, “başlamadan bitirilen” ve seçime katılan her partinin “kazandığı” bir seçim olarak tarihe geçecektir. Adeta bir “eczacı terazisi” ile her partinin övünebileceği sonuçlar ortaya çıkartıldı!
AKP, oy oranı ve milletvekili sayısı düşse bile Erdoğan’ı başkan yaparak seçimin asıl galibi oldu. MHP, içinden İYİ Parti çıkmasına rağmen oylarında hiçbir düşüş yaşanmadı. Akşener, tahmin edilenin altında oy aldı, fakat partisi 43 milletvekili ile mecliste. CHP’nin oyları düştü ama İnce yüzde 30’u aşarak sosyal-demokrasinin “psikolojik barajı”nı yıktı. HDP ise, barajı aşmakla kalmadı, meclisteki “üçüncü parti” konumunu sürdürdü.
Seçime katılan herkesi mutlu edecek, her birinin “kazandık” dediğinde başını ağrıtmayacak bir tablo ile karşı karşıyayız. Böyle bir seçim olur mu? Bu, “eşyanın tabiatına, yaşamın doğal akışına, siyasetin sosyolojisine” aykırı sonuçları, halkla alay edercesine açıkladılar ve muhalefet partilerine onaylattılar.
Seçimlerin bir aldatmaca olduğunu sıkça söyleriz. Keza her seçimde eşitsizlik, adeletsizlik, hatta hile vardır. Ama hiçbiri bu kadar bariz “kör gözüm parmağına” yaşanmamıştır. 24 Haziran seçimleri, tam bir tiyatrodur. Bu tiyatronun akıl hocaları tabi ki, emperyalistlerdir. Seçimleri bilgisayar ortamına aktaran SEÇSİS sistemiyle, ABD’de Trump’ı, İngiltere’de Brexit’i kotaran “danışman şirketler”le AKP-MHP blokuna seçim kazandırılmıştır.
“Siyasi danışmanlık kurumu” olarak kurulan CA (Cambridge Analytica) seçim yapacak ülkelere “hizmet” veriyor! Adını, kıl payı kazanılan Trump ve Brexit seçimleriyle duyuran CA, Nijerya, Kenya, Çekya, Hindistan seçimlerine de el atmış. Türkiye’de iki partinin seçim öncesi CA ile ilişkiye geçtiği ve birisiyle anlaştıkları basında yer almıştı. Bu partilerin adı saklı tutulsa da hangileri olduğunu tahmin etmek zor değil.
Mart ayında yabancı bir televizyon kanalında CA’yı ifşa eden bir belgeselde, gizli kameraya konuşan CA yöneticisi şunları söylüyor: “Seçim kampanyalarını biz artık gerçekler üzerine değil, duygular üzerine inşa ediyoruz. Seçim, duyguyla kazanılır. İnsanları harekete geçiren iki baş anahtar vardır: Korku ve umut. Korku ve kaygıya ne kadar hitap ederseniz, o kadar kazanırsınız!” (N. Cerrahoğlu, 25 Mart 2018-Cumhuriyet)
Nitekim ABD ve İngiltere’de seçimleri, “korku ve kaygı” unsurlarını öne çıkararak kazandılar. Ülkemizde de son dönemki seçimlerde AKP ile korkuyu, CHP ile umudu yaydıklarını görüyoruz. Seçim süreci artık alanlardan ziyade sosyal-medyada yaşanıyor. Sonuçlarını da bilgisayar oyunları belirliyor.
CA gibi şirketlerle kazanılan seçimlerin, “içleri boşalan, ideolojik referanslarını ve temsili niteliklerini yitiren ‘demokrasilerin Frankeştaynlaşması’nın son noktası” olarak tanımlanması boşuna değil.
Özcesi, dünyada olduğu gibi ülkemizde de seçimler, önceden yazılan ve doğallığında sonu belli olan bir tiyatro oyununa dönüştü. Sosyalizmin yenilgisinden, kitlelerin örgütsüzlüğünden yararlanarak, halkı çeşitli biçimlerle maniple edip yönlendirebiliyorlar. Bu oyunu bozacak tek şey ise, devrimci tarzda mücadele ve örgütlülüktür.
Başrol Anadolu Ajansı’nın
16 Nisan referandumunda “mühürsüz oylar”la hedef haline gelen YSK, bu seçimlerde başrolü Anadolu Ajansı’na (AA) devretti. Öyle ki, bir haber ajansı ki, YSK’nın görevini üstlenmekle kalmadı, onun ulaşamadığı bilgilere de ulaştı. YSK daha oyların yüzde 46’sını saymışken; AA yüzde 95’ini açıklamış bulunuyordu! Ve bunu iki saat gibi kısa sürede başarmıştı!
24 Haziran seçimlerinde 186 bini aşkın sandıkta oy kullanıldı. AA’nın her sandık başında (yani 186 bin) muhabiri olmalıydı ki, YSK’dan -ve tabi tüm partilerden- önce bu bilgilere ulaşabilsin! Oysa bırakalım 186 bini, tek bir sandıkta bile AA muhabiri ile karşılaşan kimse olmamıştı! Halen verileri hangi yöntemle, nasıl topladıklarına dair bir açıklama yapmış değiller!
AA, seçim sonuçlarını 24 Haziran’dan üç gün önce aynı oranlarla duyurmuştu. Milliyet Gazetesi “seçim sonuçları” olarak bu verileri paylaşmış, sonra da “simülasyon” diyerek özür dilemişti. Seçimlerden önce hemen tüm anket şirketleri yanılırken, AA en doğru sonuçları nasıl tahmin edebildi!? Ve seçim akşamı, iki saat içinde sonuçlara ulaşan tek kurum olmayı nasıl başardı? (YSK ise kesin sonuçları seçimlerden 10 gün sonra kamuoyuna sunabildi Tabi AA’nın verileriyle örtüşen biçimde…)
Böylesine büyük bir “başarıya” imza atan AA, bununla övüneceği yerde, ortalıkta görünmüyor! Seçim akşamından bu yana AA adına tek bir açıklama yapılmadı.
Böylece YSK’ya artan tepkiler nötralize edildi. AA, bir paratoner gibi şimşekleri üzerinde toplayıp sistemin zarar görmeden işlemesine büyük bir katkı sundu.
YSK’yı hedefe çakan muhalefet partilerine de kaçamak yapabilecekleri bir alan bıraktı. Onlar ne de olsa “YSK hata yaparsa, önünde olacağız” demişlerdi, bu kez AA’nın rol kapacağını nereden bilsinlerdi! Halkla dalga geçercesine bunu bile söylediler. Sanki YSK, AA’yı teyit etmemiş, geri planda durmakla birlikte bu oyunun önemli bir parçası olmamış gibi…
Halk yine figüran
Bu oyunda sadece AA ve YSK gibi kurumlar değil, her parti ve aday, rolünü başarıyla oynadı. Halk ise bir kez daha figüran oldu. Şimdi halk olarak çuvaldızı kendimize batırma zamanıdır!
Reformist partiler tarafından bir kez daha aldatıldık. Umut tacirlerine kandık, “bu kez farklı olacak” masalına inandık, “sandık güvenliği” için “müşahit”, “gönüllü” olduk… Seçimlerin sandıkta kazanılmadığını bile bile, “salhaneye mağrur yürüyen koyunlar gibi” sandıklara koştuk, oy atmakla kalmayıp sandığın kulu-kölesi haline geldik…
Dahası, “Seçimler çözüm getirmez! Çare sandıkta değil, sokakta” diyen ve sandığa gitmemeye çağıran komünist ve devrimcileri dinlemedik. Düzen partilerinin ve reformistlerin “seçimlere katılmamak AKP’ye yarar” demagojisine kapıldık. “Katılım ne kadar çok olursa AKP gider” ya da “HDP barajı aşarsa AKP kazanamaz” gibi önceden de fos çıkmış formüllere bel bağladık. Muhalefetin seçim hilelerini önleyeceğini, aksi bir durumda karşı çıkacağını sandık.
Ama seçim gecesi yine ortadan toz oldular. “50 bin kişilik avukat ordusuyla YSK’yı zaptedecek” olan İnce, “YSK’nın önünden jiletle kazılacak” Akşener, “bilge adam” Karamollaoğlu, hatta HDP eşbaşkanları, hiçbiri o gece görünmedi. Zahmet edip halka bir açıklama yapmadılar. Gece yarısından sonra atılan twitler ve açıklamalarla seçimi meşrulaştırıp halkı bir kez daha yüzüstü bıraktılar. Ertesi gün ise hiçbir şey olmamış gibi “kazandık” dediler!
Evet kazanmışlardı! Sandıktan umudunu kesen kitleyi, yüzde 90’lara varan bir oranla yeniden sandığa çekmişlerdi mesela. Faşizmin sandıkta yenileceği yalanına kitleyi inandırmışlardı. Milyonların sel olup mitinglere akmasını, kof vaatlere kanmasını sağlamışlardı. Hepsinden önemlisi, bu gayri-meşru seçimi ve seçim sonuçlarını aklamışlardı…
Kısacası muhalefet partileri ve liderleri, üzerlerine düşen görevi hakkıyla yerine getirdiler. Elbette bunun bir karşılığı olacaktır! Kimi yakın zamanda, kimi orta vadede bu “hizmetlerin” mükafatını alacaktır.
Peki halk, bunlara dersini verebilecek mi? Yoksa bir seçim oyununda daha figüran olmayı sürdürecek mi?
Bunun yanıtı, birçok faktöre bağlı kuşkusuz. Ama en önemli görev, öncülere düşmektedir. Her ne olursa olsun -varolan koşullarda kitleler benimsemese bile- gerçekler söylenmeli, kitlelerin deneyimlerinden öğrenmesine yardımcı olunmalıdır. Aksi halde “aynı yöntemlerle farklı sonuçlara ulaşma” beklentisi, bir kısır döngü gibi sürüp gidecektir.
Halka yalan söylemek suçtur
Seçimlerden önce herkesi oy kullanmaya çağıranlar, “sandığa gitmeyin” diyenleri “AKP’li” ilan edenler; şimdi seçimlerin ne kadar eşitsiz, adaletsiz koşullarda yapıldığını sıralayıp “OHAL koşullarında seçimlere katılmak yanlıştı” diyorlar. Hızını alamayıp “boykot”u savunanlar bile oluyor.
Seçim dönemi halkı sandığa çekmek için her tür demagojiyi yapanlar, bugün günah çıkarıyorlar. Oysa suçu işleyen kadar, ona ortak olan da suçludur!
Her şey olup bittikten, ayan-beyan ortaya çıktıktan sonra “aslında şu yapılmalıydı” “doğrusu buydu” demek, “ben (biz) bunu önceden söylemiştik, ama…”lı cümleler kurmak, halkı kandırdıklarının itirafıdır. CHP’lisinden HDP’lisine birçok siyasetçi ve yazar, şimdi bu durumdadır.
Bunların suçu, gerici-faşist partilerden daha fazladır. Sandıktan uzaklaşan kitleleri, sandığa yeniden çekmede, onlardan daha fazla rol oynamışlardır çünkü. Bugün kalkıp “yanlış yaptık” demelerinin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.
Düzen partileri de seçimlerden sonra bazı gerçekleri itiraf ederler. Örneğin 16 Nisan referandumundan aylar sonra CHP lideri Kılıçdaroğlu, “hayır” oylarının “evet”ten fazla çıktığını, oranıyla birlikte açıkladı. Keza o gece YSK önüne gitmediğine dair eleştirilere cevaben, “gitseydim çok kan dökülecekti” dedi. 24 Haziran seçimlerinin sonuçlarını ve o gece yaşananları da belki aylar-yıllar sonra öğreneceğiz. Ama “atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra” bunları söylemenin bir önemi var mı?
Sonuçta düzen partileri, reformistler ve onların kalemşorları, kitleleri düzen-içi çözümlere çekmek için ellerinden geleni yaptılar ve yapacaklar. Bugün sözde özeleştirileri, suçlarını ortadan kaldırmadığı gibi, samimi de değildir. Kitlelerin onlara da yönelen öfkesini bastırmak ve yeniden güven duymalarını sağlamak içindir.
En zor şartlarda bile halka gerçekleri anlatmaktan bıkmayan, sadece komünistler ve gerçek devrimciler olmuştur. Kitleler kendi deneyimleriyle bunları birgün mutlaka görecek; kendilerine yalan söyleyenlerle gerçekleri anlatanları, gerçek devrimciyle sahtesini ayırt edebilecektir.
Sonuç yerine
Bir kez daha yineleyelim; üzeri ne kadar örtülmeye çalışılsa da her şeyi belirleyecek olan sınıf mücadelesidir. Ne seçim, ne parlamento…
Ve sınıf mücadelesi, sınıflar varolduğu sürece devam edecektir. Bu mücadele, gerçek anlamda üretim alanlarında, sokaklarda cereyan eder. Zaferler de yenilgiler de buralarda alınır.
24 Haziran seçimlerinin ardından “başkanlık sistemi” fiiliyattan resmiyete geçiyor. OHAL kalksa da sistemin kendisi zaten “olağanüstü” bir şekilde işleyecek. Ekonomik krizle birlikte otoriteleşme, saldırganlık artacak. Yoksulluk, işsizlik büyüyecek vb… Kısaca yeni ve zorlu bir döneme giriliyor.
Bunlara göğüs gerebilmek, mücadele gücümüze bağlıdır. Şu ya da bu partiye değil, kendi gücümüze güvenmeli, tabandan örgütlenmeliyiz.
Alman faşizmini yaşayan ünlü şair Bertold Brecht, “Diyalektiğe Övgü” adlı şiirinde, yenilgi-zafer ilişkisini diyalektik biçimde ortayı koyuyor ve kitlelere şöyle sesleniyordu:
“Yaşıyorsan eğer’ hiçbir zaman deme’. / Yıkılır, yıkılmaz görünen, / Kalmaz hiçbir şey nasılsa öyle. / Buyuranlar verdiklerinde son buyruklarını / Buyruk altındakiler başlar konuşmaya. / Kim ‘hiçbir zaman’ demeyi göze alabilir? / Zulüm yürürlükteyse, kim suçlu: KENDİMİZ / Ve kimdir onu yıkmak zorunda olan: BİZ / Yenilen ayağa kalk! / Herşeyini yitiren, dövüşe devam! / Kavramışsan olup biteni, seni kim tutabilir? / ‘Hiçbir zaman’dan ‘bugün’ doğar / Bugün yenilen, yarının yenenidir.”
“Yarının yeneni” olmak için, gerçeklerle yüzleşelim! Hata ve eksiklerimizi aşalım!
Yenilginin de zaferlerin de sandıkta değil, mücadele alanlarında yaşanacağını bilerek, bulunduğumuz her alanda faşizme ve gericiliğe karşı birleşelim, örgütlenelim, direnelim!..