Krize karşı DEVRİM Kapitalizme karşı SOSYALİZM!

Seçimlerden sonra krizin tüm şiddetiyle sökün edeceği bekleniyordu. Seçimlerin yaklaşık bir buçuk yıl öne alınmasının temel sebeplerinden biri de buydu.

Ağustos ayından itibaren adına “döviz krizi” ya da “finansal kriz” denilen, ama gerçekte çok yönlü ve yapısal olan kriz, tüm görüngüleriyle ortaya çıktı. Bunun en büyük zararını işçi ve emekçiler şimdiden çekmeye başladılar.

Zamlar seçimlerden hemen sonra başlamıştı zaten. Ağustos ayında ise benzine, doğalgaza yapılan zamlarla, başta gıda olmak üzere tüm temel ihtiyaçların fiyatı ikiye katlandı. İlk olarak inşaat ve tekstilde görülen işçi çıkarmalar, diğer sektörlere doğru yayılarak artıyor.

İşsizlik ve hayat pahalılığı, daha fazla yoksullaşma, düşkünleşme demek. Çalışanların daha ağır koşullarda, düşük ücretle çalıştırılması demek. Yılın başında 427 dolara denk gelen asgari ücret, Ağustos ayının ortalarında 250 dolara kadar düştü. Yani 8 ay içinde yarı yarıya eridi.

Kaldı ki bunlar daha ilk anda yaşananlar. Önümüzdeki günlerde krizin sonuçları çok daha ağır ve yıkıcı olacak.

* * *

Patronların ve onların çıkarlarını koruyan hükümetlerin her defasında krizin yükünü işçi-emekçi kesimlere yıktığını biliyoruz. İşçi düşmanlığında diğerlerine rahmet okutan AKP hükümetinin farklı davranmayacağı kesindir.

Asgari ücretli dahil işçi ve memurdan vergiler otomatikman kesilirken, patronların vergileri silinmektedir mesela. Ülker, Doğuş, Ağaoğlu gibi AKP yanlısı büyük şirketlere, “borç yapılandırması” adı altında her tür kolaylık sağlanmakta, bankalara güvenceler verilmektedir.

Buna karşın yarı yarıya eriyen asgari ücreti arttırmak gibi bir girişimleri, vaatleri bile yoktur. Ya da kriz bahanesiyle patronların işçi kıyımını başlatmasına karşı bir uyarı dahi yapılmamıştır. Aksine “maliyetleri azaltma” veya “tasarruf tedbirleri” adı altında ilk yapılan, işçi çıkarmak ve ücretleri dondurmaktır.

Patronlar kulübü TÜSİAD, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ile birlikte krize karşı “yapılması gerekenler” listesini hazırlayıp hükümetin önüne koydu. Doğal olarak kendi çıkarlarını korumak için hazırlanan bu “reçete”, krizin faturasını işçi ve emekçilere ödetmeyi amaçlıyor. Hükümetin de buna uygun davranacağı ortada. İlk uygulamalar zaten bunun kanıtı. Önümüzdeki günlerde IMF’ye başvurma ihtimalleri de var. Başta Almanya olmak üzere AB ülkelerinin Türkiye’ye tavsiyeleri bu yönde.

Halkımız IMF’yi çok iyi tanıyor. Öncesi bir yana Özal ve Çiller dönemindeki IMF’li günler hatırlardadır. IMF demek, işçi ve emekçiye zorla “acı ilaç” içirmek demektir. Patronların ve devletin emperyalist tekellere olan borçlarını kapatmak için, halkı inim inim inletmektir. Latin Amerika ülkelerinde, son olarak Yunanistan’da yaşananlar gözler önünde… Devlet, işçisine, memuruna, emeklisine para ödeyemez hale gelmişti…

AKP hükümeti, bugüne kadar IMF’nin borçlarını bitirmekle övünüp durdu. Oysa Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük borç batağına gömüldü. Şimdi IMF’ye gitse de gitmese de, yani başka emperyalistlerden (örneğin Çin’den) kredi alsa da, yapacağı şey, tekellerin zararını halkın vergileriyle dolan hazineden karşılamaktır. Boşalan hazineyi, yeni özelleştirmeler (elde ne kaldıysa) artan vergiler ve zamlarla, maaşlardan kesintilerle doldurmaktır. Yani her halükarda krizi işçi ve emekçilerin üzerine yıkmaktır.

* * *

Kapitalist sistem zaten bu şekilde işliyor. Yani yoksul daha fazla yoksullaşırken zengin daha çok zenginleşiyor. Bir yanda servet, diğer yanda sefalet birikiyor. Ve aradaki uçurum her geçen gün büyüyor.

Öyle ki, dünyanın en büyük 500 özel şirketi, elde edilen toplam gelirin yüzde 52’sine sahip. Son 5 yılda en üst tabakada yeralan zenginlerin serveti yüzde 21 artmış, en alttaki yoksulların geliri ise yüzde 18 azalmış. 2017 yılında en zengin 8 milyarderin serveti, 3.6 milyar insanın geliriyle eşit hale gelmiş. Bu veriler Dünya Bankası gibi emperyalist kurumlara ait.

Kapitalizmin doğası, yapısal özellikleri krizleri üretiyor. Önceden 10 yılda bir nükseden krizler, giderek sıklaşan aralıklarla ve her seferinde daha şiddetli biçimde yaşanıyor. Sadece ekonomik değil, siyasi, askeri, kültürel, ahlaki vb. çok yönlü bir kriz sözkonusu. Bir bütün olarak kapitalist sistem kriz içinde… Emperyalist savaşların bitmek bilmemesi de bu yüzden…

İnsanlığın bugüne dek yarattığı tüm değerleri yıkıyor, tahrip ediyorlar. Öyle bir paradoks ki, dünyanın kaynaklarının bir sınırı varken, kapitalizmin sürekli büyüme iştahının sınırı yok! Böyle olunca doğa olayları artık her yerde felakete dönüşüyor. “İklim değişikliği” 30-40 yıl sonrasının değil, bugünün sorunu. Afrika ve Avrupa, bugüne dek görülmemiş sıcaklarla kavruluyor. Ve aşırı sıcaklar yüzünden onlarca insan hayatını kaybediyor.

Sadece insanlar mı? Son 25 yılda 50 bin hayvan türü yok olmuş. Yine binlerce bitki çeşidi kayboldu, ya da değişime uğradı… Kısacası kapitalizm ekolojik dengeyi de bozdu.

Ülkemizde daha önce görülmedik ölçüde, yaz aylarında çok şiddetli yağışlar oldu ve bunlar sellere yol açtı. Karadeniz’de yollar çöktü, köprüler yıkıldı; halkın geçim kaynağı fındık denize döküldü. Rant ekonomisinin ve betonlaşmanın sonuçları, acı biçimde görüldü bir kez daha…

* * *

Kapitalizm kriz ve savaş demek. Bunların bedelini de işçi ve emekçiler, ezilen halklar ödüyor.

Krizin kendiliğinden halk hareketini doğuracağını sanmak yanıltıcıdır. Kitlelerin öfkesinin artacağı kesindir ancak bu öfke eyleme dökülmezse, çürütür ve faşizmi güçlendirir.

Bunu tersine çevirmenin tek yolu, krize ve savaşa karşı örgütlenmek, mücadeleyi yükseltmektir.

Bugün devrim ve sosyalizm mücadelesi, insanlığın ve doğanın kurtuluşu mücadelesidir. Ve “büyük insanlık” bunu başarmakla karşı karşıyadır…

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …