1 Mayıs’ı geride bıraktık. Her 1 Mayıs’ta olduğu gibi pek çok mesajıyla birlikte tabi ki…
2019 1 Mayısı, kitleselliği, direnişçiliği, militanlığı ile egemenlere korku salarken; işçi ve emekçilere ve onların temsilcilerine moral ve umut aşıladı… Bu yılki 1 Mayıs’a dünyada Fransa’nın, ülkemizde Taksim’in damgasını vurması, bunun en önemli göstergesidir.
Yaklaşık 6 aydır Fransa’yı sallayan “Sarı Yelekliler”, 1 Mayıs günü de Paris sokaklarını doldurdu. Yüzbinlerce işçi ve emekçi, emperyalist-kapitalist sistemin merkezlerinde öfkelerini en sert biçimlerle ortaya koydular.
Ülkemizde ise, krizle birlikte artan yoksulluğa ve işsizliğe karşı büyüyen tepki 1 Mayıs’a aktı. Başta kıdem tazminatı olmak üzere hak gasplarına izin verilmeyeceği bir kez daha ilan edildi.
Ve 1 Mayıs alanının Taksim olduğu gerçeği yeniden gösterildi. Polisin barikatlarına, reformistlerin demagojilerine rağmen bir çok noktadan Taksim hedefli gösteriler gerçekleşti. 1 Mayıs ve Taksim’in birbirinden ayrılmaz simgeler olduğunun altı kalınca çizildi.
* * *
Bütün bu olumluluklara rağmen, 1 Mayıs’a yine işçi ölümleriyle girdik. Sabah saatlerinde Maraş’tan Urfa’ya 1 Mayıs mitingine gitmek için yola çıkan işçilerin minibüsü trafik kazası geçirdi ve içlerinden beşi hayatını kaybetti.
Elbette buna “kaza” denilemez! Ülkemizde insanlarımızın hele de işçilerimizin hiç değeri yok! Her yıl traktörlerle taşınan onlarca mevsimlik işçi, trafik kazalarında can veriyor. Bozuk otobüs ve minibüslere doldurulan, bozuk yollarda yolculuk yapmak zorunda bırakılan binlerce insan, kaza denilen bu cinayetlere kurban gidiyor.
Ve tabii bitmek bilmeyen iş cinayetlerinde… Günde ortalama en az 5 işçiyi yutan bu kanlı çark, 1 Mayıs günü de 2 işçiyi yuttu. Kastamonu’nda bir mermer ocağıydı bu seferki mekanı…
İşçi ve emekçilerin bayramını bir kez daha kana buladılar. Ülkemizde işçi ve emekçilerin hangi koşullarda çalışıp yaşadığını bu günde de gösterdiler…
Açlık sınırının asgari ücreti aştığı, ülke nüfusunun yaklaşık yarısının bu sınırda yaşadığı; yaklaşık 7 milyon kişinin işsiz olduğu, bir işe girmek için metrelerce kuyrukların oluştuğu, hayatta kalmak için ilanla böbreklerin satışa sunulduğu bir ülke burası…
Hal böyleyken; “simit-çay” hesabı ile nasıl tasarruf yapılacağını anlatan AKP’li yetkililer var! Arka arkaya açıkladıkları “ekonomik programlar”la işçi ve emekçilerin cebinde kalanları da patronlara aktarma planları yapanlar var! “İşsizlik fonu”ndan akıtılanlar yetmezmiş gibi, “kıdem fonu”yla, zorunlu BES’le, yeni vergi soygunuyla patronları kurtarma derdindeler.
1 Mayıs alanlarına akan kitleler, iliklerine dek sömürülmeleri yetmezmiş gibi kendileriyle dalga geçenlere ve ellerinde kalan kırıntılara da göz dikenlere öfkelerini haykırdı. Hesaplarını, planlarını ona göre yapmalarını hatırlattı.
Bundan sonrası sözün bittiği, eylemin konuşacağı yerdir…
* * *
İşçi ve emekçiler krizin yükü altında ezilirken, AKP-MHP bloku kaybettiği seçimleri iptal ettirme derdinde… 31 Mart seçimlerinde aldıkları yenilgiyi hala hazmedemediler. Seçimlerin üzerinden bir ayı aşkın süre geçtiği halde, itirazları, oyunları bitmiyor. İleri sürdükleri bütün kozlar işe yaramayınca, açıktan YSK’yı tehdit etmeye başladılar. Sandık kurulları hakkında davalar açıp FETÖ’cülükle suçlamaları, aynı zamanda YSK üyelerine de bir gözdağı anlamını taşıyor.
YSK’nın bugüne dek neler yaptığını biliyoruz. Mühürsüz oylardan ölü seçmenlere kadar her tür hileye göz yumdu; bizzat uygulayıcısı oldu. Onun için onlardan yasalara uygun davranmalarını beklemek, bu yönde çağrılar yapmak boşunadır. YSK’nın bir kez daha AKP-MHP’nin isteklerini yerine getirmemesinin tek koşulu, muhalefetin buna izin vermeme kararlılığı olacaktır.
Bu noktada başta CHP olmak üzere muhalefet partilerinin tutumu önem kazanıyor. Seçimin yenilenmesi gibi keyfi bir tutumu tanımayıp seçimleri boykot edeceklerini duyurmaz iseler, zaten kaybetmişler demektir. Esasında bu kararı çok önceden alıp net bir duruş ortaya koysalardı, bu noktaya kadar gelinmezdi. Her zamanki uzlaşmacı tutumları ve kitleleri sokağa dökme yönündeki ürkeklikleri, sürecin uzamasındaki asıl faktördür.
Yaşanan onca deneyimin ardından, hala “yeni bir seçimde yüzde 60 oy alırız” diyerek, bu seçimlere katılmayı savunanlar, AKP-MHP blokunun gizli destekçileridir. Bu rezaletin bir parçası olmak, faşist-gerici blok karşısında diz çökmek, dahası ona hizmet etmek demektir.
* * *
AKP-MHP bloku, 31 Mart seçimlerinde düşüşlerini gördü. Asıl kıyameti İstanbul üzerinden koparmaları, İstanbul’un nüfus yoğunluğu ve psikolojik etkisi kadar, ekonomik olarak elinde tuttuğu güçtür.
İstanbul Belediyesi’nin bütçesi, birçok bakanlığın bütçesinden fazladır. Milli gelirin yüzde 31’i İstanbul’da üretilmektedir. Nemalandıkları muslukların önemli bir kısmının kapanması halinde, etraflarındaki tarikatları, çeteleri doyuramayacakları ve altlarındaki halının çekileceğini bildiklerinden, tüm güçleriyle yükleniyorlar.
Yaşadıkları korku ve tedirginlikle pervasızca kararlar alıyor, saldırıya geçiyorlar. Kılıçdaroğlu’na linç girişimi, ayakta kalabilmek için her şeyi yapacaklarını gösteriyor. Böylesi bir gözü dönmüşlük karşısında, uzlaşmacı esnek tutumların kazanma şansı yoktur.
“Faşizm aç kurt gibidir, onu tavizlerle doyuramazsınız” diyen Komünist Enternasyonal, Hitler-Mussolini faşizmini yaşayarak bu tespiti yaptı.
Faşizmin panzehiri sınıf mücadelesidir. Faşizme karşı dişe diş bir mücadeleyi göze almadan, bırakalım yıkmayı, geriletmek bile mümkün olmaz.
İşçi ve emekçiler 1 Mayıs’ta faşizme ve tüm gericiliğe karşı tepkilerini ortaya koydular. Doğru bir önderlikle faşizmi yerle bir etmek, bu sömürü ve soygun düzenine son vermek mümkündür. Tıpkı enternasyonal marşında söylendiği gibi…
“Cellatların döktükleri kan / Bir gün onları boğacak! / Bu kan denizinin ufkundan / Kızıl bir güneş doğacak!..”