Emine Bulut’un “ölmek istemiyorum” çığlığı, şiddet gören, katledilen, taciz edilen bütün kadınların çığlığı oldu. Bir kere daha kadın cinayetleriyle öfkelendik, katilleri lanetledik. Bir sonraki kadın cinayeti basında kendine yer açıncaya kadar.
Emine Bulut’un tanınmasının nedeni, o sırada mekanda bulunan bir kişinin olayı kaydedip internete koymasıydı. Katliamın infial yaratmasını sağlayan bu kişi, salt bu nedenle gözaltına alındı. Belki de Emine Bulut’un katilinden daha fazla ceza alacaktır.
Çünkü kadının değeri yok. Ülkemizde her gün en az iki kadın, yakınları olan erkekler tarafından öldürülüyor. Bazen birinin adını öğreniyor, yaşadığı vahşeti lanetliyoruz; aynı vahşeti yaşayan binlercesi ise, kimseler bilmeden göçüp gidiyor bu dünyadan.
Katillerin yargılanma süreçleri ise, içler acısı. Kravat takan bir katil, ceza indiriminden yararlanabiliyor mesela. Oysa Türkiye’de katillerin cezalandırılması için yasal boşluklar çok fazla yok. 6284 Sayılı Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi ve Ailenin Korunması Kanunu ile, birçok konuda yasal düzenleme yapılmış durumda. Keza Türkiye’nin “ilk imzalayan” olduğu İstanbul Sözleşmesi de, kadınlara yönelik şiddet konusunda son derece önemli yasal yükümlülükler getiriyor.
İstanbul Sözleşmesi nedir
“İstanbul Sözleşmesi” 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” metnidir. Metni imzalayan ve onaylayan ilk ülke Türkiye olmuş, Avrupa Konseyi üyesi olan 45 ülke ve AB de sözleşmeyi imzalamıştı. 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe giren sözleşme, toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesine dayanıyor.
Sözleşme, kadına yönelik şiddeti, “kamuda ya da özel yaşamda” uygulanan “her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet, şiddet tehdidi ve ayrımcılık” olarak ayrıntılı tanımlıyor. Yani salt fiziksel saldırı değil, genellikle “şiddet” kapsamında ele alınmayan psikolojik ve ekonomik şiddet de sözleşmede net olarak tanımlanmış durumda.
Sözleşmenin kadınları korumak için ileri sürdüğü 4 temel maddesi var. Birincisi, önleyici tedbirler alınmalı, kadına yönelik şiddetin cesaret bulamayacağı eşitlikçi bir toplum yaratılmalıdır. İkincisi böyle bir toplumu yaratmak hemen mümkün olmadığı için, devlet tehdit sözkonusu olduğunda kadınları etkin ve aktif olarak korumalıdır. Üçüncüsü, kadın korunamadığında, devletin etkin bir kovuşturma ve etkin ceza sistemi oluşturması zorunludur. Dördüncüsü, tüm bu şartların sağlandığı koşulda bile bu yeterli değildir; kadınları geleceğe dönük olarak güçlendirme politikası izlenmelidir.
Sömürü bitmeden kadın kurtulmaz
Yasalar açık. Buna rağmen sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada, kadınlar şiddet mağduru olmaya devam ediyor. Avrupa’da kadınlara karşı şiddeti önlemeye yönelik kuruluş olan Avrupa’da Güvenlik ve İşbirliği Örgütü’nün raporuna göre, 2012 yılında tüm dünyada 43 bin 600 kadın, yakınları tarafından öldürülmüş. BM istatistikleri 2017’de bu sayının 87 bine çıktığını gösteriyor; günde 238 kadın.
İnsanın insanı sömürmeye başladığı günden bu yana, kadına yönelik şiddet ve kadın cinayeti vardır. Bu şiddet, bazı ülkelerde ve bazı dönemlerde azalabiliyor; ama hiç bitmiyor. Mesela “batılı demokrasiler” denen kapitalist ülkelerde kadına yönelik şiddet-cinayet rakamları daha düşük iken, dinci-gericiliğin kıskacındaki ülkelerde çok daha pervasız bir saldırganlık ve çok daha net bir cezasızlık sözkonusudur. Türkiye gibi, dinci-gerici kuşatma altına alınmaya çalışılan, devlet bürokrasisinde şeriat savunanların olduğu ülkelerde de, kadının toplumdaki yeri ve değeri her geçen gün azaltılmakta, şiddet artırılmaktadır. Çünkü Erdoğan başta olmak üzere, yöneticilerin yaptıkları açıklamalar, kadına yönelik şiddeti meşrulaştırmaktadır.
Kadınların bu çıkışsızlıktan kurtulmasının tek yolu, direnmektir. Toplumsal yaşam içinde yer almak, üretime katılmak, erkek sınıf kardeşleriyle birlikte mücadele etmek, üretimden gelen gücünü kullanmak…
Bugün mücadele ederek, bu düzen sınırları içinde belli haklar kazanmak; kadının yaşam-toplum-üretim içindeki konumunu güçlendirmek elbet mümkündür ve bu mücadele verilmelidir. Ancak kesin çözüm çok daha zorlu bir mücadelenin ürünü olacaktır. Kadının ikinci sınıf haline getirilmesinin ve sömürülmesinin tek nedeni, toplumu sınıflara bölen sömürücü sistemdir. Kadının kurtuluşu da ancak sınıfsız-sömürüsüz bir dünyanın kurulmasıyla mümkün olacaktır.