ÖDP’den Sol Parti’ye…

ÖDP, 21 Aralık’ta Olağanüstü Kongre’ye giderek ismini “Sol Parti” olarak değiştirdi. Bu değişikliğin isimle sınırlı kalmayacağını, önümüzdeki aylarda tüzük ve program değişikliğine gideceklerini duyurdular. Ve bir kez daha birlik çağrılarıyla işe başladılar.

Elbette bu değişikliğin hangi ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıktığı meselenin bam telini oluşturuyor. Üstelik bu değişiklik, “olağanüstü” bir kongre ile yapılıyorsa… Yani bir şeye yetişme-yetiştirme çabası görülüyorsa…

ÖDP yetkilileri değişim kararını “5-6 ay süren tartışmalar üzerinden” aldıklarını söylüyorlar. Bu da 31 Mart yerel seçimlerinden sonraki döneme denk düşüyor.

Reformizmin uzun süredir parlamentarizm şekline büründüğü günümüz koşullarında, sözkonusu değişikliğin seçim endeksli olması şaşırtıcı değil. Seçim dönemlerinde hareketlenen, faaliyetlerini seçimle sınırlayan, onun dışında pek görünmeyen reformist partilerin her adımı, seçim odaklıdır. ÖDP de “Sol Parti” ile, merkezinde seçim olan, ancak onun ötesinde artan toplumsal muhalefeti kendi bünyesinde toplamayı hedefleyen bir hamle yapıyor.

Bu hedefe ulaşabilirler mi, bugüne dek başaramadıklarını “Sol Parti” ile yapabilirler mi soruları yanıtlanmayı bekliyor. İsim değişikliğine gittikleri “olağanüstü kongre”de, adına “manifesto” dedikleri “acil talepler listesi” bu konuda ipuçları veriyor. Onu baz alarak bazı sonuçlara ulaşmak mümkün.

 

Siyaseten daha geriye…

Her siyasal parti, değişen koşullara göre programını, tüzüğünü, hatta ismini değiştirebilir. Bu köklü-radikal bir değişim olabileceği gibi, geçmişin yükünden kurtulma, imaj tazeleme şeklinde de olabilir.

ÖDP’deki değişimin ikincisi olduğu görülüyor. “Olağanüstü kongre” sonrası yayınlanan “manifesto”larında bugüne dek savunduklarından çok farklı bir değişiklik yok çünkü. Hatta ÖDP ile kıyaslandığında daha geriye düştükleri söylenebilir.

Örneğin; bugün artık burjuva aydınlarından CHP yöneticilerine kadar geniş bir kesimin “faşizm” hatta “faşist diktatörlük” dediği yönetim şekline, “siyasal islamcı tek adam rejimi” veya “gerici iktidar” gibi tanımlar yapmak; “faşizm” demekten ısrarla kaçınmak, burjuva muhalefetin bile gerisine düşmektir.

Keza Kürt sorunu konusunda “ulusların kendi kaderini tayin hakkı”nı koşulsuz savunmak yerine, “silahlardan arınmış barışçıl temelde siyasal sürecin devreye sokulması” gibi, bir-kaç yıl önce AKP eliyle yapılmaya girişilen “siyasal çözüm” yöntemlerini savunmak, burjuvazinin çözüm anlayışına gelmektir. Zaten “yerinden yönetim”le AB’nin “yerel yönetimlerde özerklik” politikasına gönderme yapılmakta ve Kürt sorununun çözümü, emperyalistlerin ve kimi burjuva kliklerin kabul etiği noktaya çekilmektedir. Bugün Kürt ulusal hareketinin de bu görüşleri savunuyor olması, yanlışlığını ortadan kaldırmaz.

Yönetim şekli ve Kürt sorunu gibi temel konularda böylesine geriye gidiş olunca, hedefler de budanıyor doğal olarak. “Mevcut iktidar blokunun yıkılması”, yani “AKP-MHP bloku” biçimine bürünen hükümetin değişmesi yetiyor. Tabii bunun yolu da seçimlerden geçiyor. Hiçbir yerde “devrim” sözcüğü geçmezken, bolca “rejim değişikliği”nden söz ediliyor. Bu da “eskinin parlamenter sisteme dönmek yerine… kuvvetler ayrılığına dayanan, halkın söz, yetki ve karar süreçlerine dahil edildiği, yerel yönetimlerin ve yerinden yönetim anlayışının temel alındığı yeni bir düzen” şeklinde formüle edilmiş! Esasında “parlamenter sistem”in iyileştirilmesi, “yerel yönetimlerin güçlendirilmesi”, “kamucu, laik yönetim” gibi bugün CHP dahil kendine “sol” diyen pek çok kesimden duyduğumuz sözlerden farklı şeyler söylenmiyor.

“Yeni, yeniden, yenilenme” reformizmin çok sevdiği ve sık kullandığı kavramlar. Gerçekte varolandan daha geriye gidişi perdelemeye yarıyor. “Yeni” dedikleri şey, aslında çok eskiye dayanan, ıskartaya çıkmış revizyonist-reformist savlar… ÖDP de  “yenilenme” sloganıyla yola çıkılmıştı. Şimdi “Sol Parti” adıyla benzer bir süreç başlatılıyor.

İdeolojik-siyasal yönden bir “yenilenme” olmadığına göre, “Sol Parti” hangi ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıktı? Doldurulmak istenen “boşluk” nedir?

 

“Sol Parti” neyi hedefliyor?

Yerel seçimler, AKP’ye karşı oluşan tepkiyi açık bir şekilde ortaya koydu. Buna karşın CHP’nin merkezinde yeraldığı burjuva muhalefet, kitlelerin tepkisine yanıt olamıyor. Bu durum CHP tabanında bile rahatsızlık yaratıyor. Öte yandan HDP’nin esas olarak Kürt sorununa odaklanması ve son yıllarda elde ettiği mevzileri koruyamaz hale gelmesi, dahası kendisine dönük saldırılara bile güçlü bir tepki göstermemesi, bir dönem HDP’ye kayan kesimlerde hayal kırıklığı yaratmış durumda.

Bu durum, düzen-içi muhalefet boşluğunu büyütüyor. “Sol Parti” bu boşluğu doldurma iddiasıyla çıkıyor. Bunu açıkça ifade ediyorlar zaten. Örneğin Alper Taş, katıldığı bir televizyon programında “Bu memleket hep sağa mı mahkum kalacak? Bu memlekete sol lazım” diyor. Bunu, AKP içinden çıkan yeni partilerin alternatif olamayacağı, önümüzdeki seçimlerde “sol”un çıkış yapması gerektiği bağlamında ifade ediyor. Aynı vurgu “manifesto”larında da var:

“Egemen güçler, miadını dolduran bu gerici iktidarın yerini alacak, ondan çok da farklı olmayan bir sağ iktidarın arayışı içindeler. Oysa bugünkü gerici iktidara karşı toplumda çok güçlü bir sol birikim var.” deniyor. Fakat bu “sol birikim”in örgütsüz ve dağınık oluşundan hareketle bu değişime gittikleri belirtiliyor.

“Sol Parti” ile, CHP ve HDP’den beklediğini bulamayan kesimleri toplamak istedikleri ortada. Esasında bunu Gezi Direnişi sonrası “Haziran Hareketi” ile yapmaya giriştiler. Fakat başaramadılar, “Haziran” bir süre sonra ÖDP’yle özdeşleşti. Şimdi “Sol Parti”yle seçimlere katılan bir “alternatif” yaratmak istiyorlar. ÖDP’nin perde arkasındaki lideri Oğuzhan Müftüoğlu da “Sol Parti” için, “Haziran siyasetinin bu gerçekliğe uygun şekilde yeniden güncellenmesi” diyor zaten.

“Sol” gibi geniş ve esnek bir ismin tercih edilmesi bile, (sosyalist ya da devrimci değil!) düzen-içi muhalefet odağı olma hedefinin bir parçası. O, Yunanistan’da Syriza, İspanya’da Podemos gibi bir kitle partisi haline gelerek, hükümet-hükümet ortağı olmak istiyor. Sadece ülkemizde değil, dünyadaki gelişmeler, kitlelerdeki hoşnutsuzluğu ve arayışı ortaya sermiş durumda. Egemen sınıflar da iktidarlarını korumak için bu arayışı “sol” görünen partilerle giderme yoluna başvuruyor.

Bilindiği gibi Yunanistan’da Syriza, krizin derinleşmesiyle çok zor duruma düşen işçi ve emekçilerin günlerce süren grev ve gösterileri üzerine hükümet olmuştu. Halkın büyük çoğunluğu AB’den çıkmak istiyordu; fakat Syriza sayesinde başta Almanya olmak üzere AB emperyalistleri, istediklerini yaptırdılar. Bir sonraki seçimlerde de Syriza’nın yerine “sağ” bir parti geldi. Syriza misyonunu tamamlamıştı!

O dönemde Syriza’yı yere-göğe sığdıramayan ÖDP’nin “Sol Parti” ile ulaşacağı en ileri nokta, Syriza olmaktır. Onun da sonucu ortadadır.

 

Sonuç yerine

ÖDP “aşkın ve devrimin partisi” olarak, büyük umutlarla kurulmuştu. Benzer şekilde “Haziran Hareketi” Gezi’de ortaya çıkan potansiyeli toplama iddiasıyla oluştu. Şimdi aynı beklentileri, “Sol Parti” ile pompalıyorlar.

Dünyada ve ülkemizde kitlelerin arayış içinde olduğu doğrudur. Ancak isim değişikliği ve kimi rötuşlarla bu arayışa yanıt olabilmek mümkün değildir. Çünkü kitlelerin tepkisi, sadece yönetimlere değil, aynı zamanda kendilerini aldatan reformist sendika ve partileredir. Onun için talepleri de arayışları da artık daha radikal ve devrimci bir yön kazanmıştır. Halkımızın deyimiyle; “semer değişmiş, ama eşek yine bizim eşek”se, bunu farketmeleri zor olmaz.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …