Yüksek Öğrenim Kurumu (YÖK), 12 Eylül’ün sonraki yönetimlere adeta bahşettiği bir kurum oldu. Sözde 12 Eylül’e karşı olduğunu söyleyen tüm hükümetler, YÖK’ü korudu, geliştirdi. Oysa YÖK, 12 Eylül’ün kurumları arasında en fazla yıprananıydı. Çünkü üniversite öğrencileri başta olmak üzere üniversite bileşenleri tarafından sürekli lanetlenmişti. YÖK’ün kuruluş tarihi olan 6 Kasım, ‘80’lerin ortalarından itibaren protesto günü oldu. Üniversite gençliğinin en kitlesel ve militan eylemleri 6 Kasımlarda yaşandı.
6 Kasım 1982’de kurulan YÖK, faşist darbenin halk üzerindeki uygulamalarını okullara taşımakla görevliydi. Bir yandan devrimci kabarışın üzerinden bir tırpan gibi geçmek, diğer yandan yüksek öğrenim kurumlarını tamamen sermayenin hizmetine açmak misyonuyla kuruldu.
YÖK’e verilen yetkilerin sınırı da oldukça genişti. Üniversite ve yüksek okulların kurulup geliştirilmesi için planlar yapmak; üniversitelerin kaynaklarını belirlemek ve kontrol altında tutmak; üniversitelerin profesör, doçent ve yardımcı doçent kadrolarını, öğrenci kapasitesini belirlemek; rektörleri belirlemek ve Cumhurbaşkanı’na sunmak; gerekli gördüğü öğretim elemanlarını üniversiteden atmak, özel üniversiteleri denetim altında tutmak; üniversite içi birimleri açmak, birleştirmek, dağıtmak; ders yönetmeliklerini oluşturmak vs…
Arkasına bu yetkileri ve faşist cuntanın yarattığı ortamı alan YÖK, işe üniversite kadrolarını belirleyerek başladı. 1402 sayılı sıkıyönetim yasasıyla “cadı avı”na girişti. Birçok öğretim görevlisi istifa ettirildi, birçoğu atıldı, kürsüleri ellerinden alındı… Üniversitelerden atılanların sayısı 5 bine yükseldiğinde, geride sadece faşist cuntayı alkışlayan bir kadro kalmıştı. Aynı tarihlerde, devrimci yükselişin temel dinamiklerinden biri olan üniversitelerden binlerce öğrenci, faşist disiplin yönetmelikleri ile okullarından atıldı, uzaklaştırıldı. Devrimci demokrat öğrencilerin katledildiği, faşist çetelerin rahatça kol gezdiği, soruşturmaların öğrencilerin üzerinde “Demoklesin kılıcı” gibi salladığı, jandarmanın, polisin, “özel güvenlik birimi”nin boş bırakmadığı karakollara dönüştü üniversiteler…
Buna paralel biçimde üniversiteleri bir ticarethaneye dönüştürdüler. İTÜ, ODTÜ, Anadolu gibi üniversitelerin kapılarını kapitalist yatırımcılara açan ilk proje, ‘80’lerin başında yürürlüğe sokuldu. ‘90’lı yıllar ise, öğrenci harçlarının artmasına; paralı ikinci öğretim bölümlerinin açılmasına; döner sermaye adı altında üniversitelerin “ticarete atılması”na tanıklık etti. Devletin üniversitelere ayırdığı ödeneğin oranı giderek düşerken, sayıları artan özel üniversiteler devlet desteği aldı. YÖK’ün ilk başkanı İhsan Doğramacı, ilk özel üniversite olan Bilkent’in de kurucusuydu.
YÖK’ün kuruluşuyla başlayan özel üniversiteler, bugün devlet üniversitelerini geçmiş durumda. Paralı eğitim, her aşamada fazlasıyla yerleşti. Ve eğitimin düzeyi düştükçe düştü. AKP’li yıllar bu durumun ayyuka çıktığı yıllar oldu.
AKP döneminde YÖK’te yapılan her değişiklik, daha fazla gericileşmesine, anti-demokratik uygulamalara yol açtı. Tıpkı kurulduğu yıllardaki 1402’likler gibi, bu dönemde de Kürt halkı üzerindeki vahşete karşı “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisine imza attıkları gerekçesiyle birçok akademisyen işten atıldı. 15 Temmuz sonrası sözde FETÖ’cüleri temizlemek adına çıkarılan KHK’larla yine devrimci-demokrat hocalar biçildi. Üniversiteler tarikatların cirit attığı gerici-faşist bir kadrolaşmaya tabi tutuldu. Önceden verilen sınav sorularıyla kazanan gerici-faşist öğrenciler ve akademisyenlerle dolduruldu. Bugün artık rektörler Erdoğan tarafından atanıyor, Hukuk Fakültesi’nden mezun olmayan Hukuk Dekanları görülüyor.
12 Eylül’den bu yana üniversitelerin üzerine çöken YÖK, başta öğrenci gençlik ve üniversite bileşenleri olmak üzere yükselen toplumsal mücadeleyle yıkılacaktır. Ve her 6 Kasım’da, üniversitelerdeki faşist uygulamaların simgesi olarak lanetlenmeye devam edilecektir.