“Asgari ücret tespit komisyonu” 2023 yılı asgari ücretini belirlemek için, yine göstermelik buluşmalara başladı. Göstermelik diyoruz; çünkü masada işçi sınıfını temsilen kimse yok! Burjuvazi masayı kuruyor, “kendisi çalıyor kendisi oynuyor”!
Masada 5 patron, 5 hükümet, 5 işçi temsilcisi bulunmaktadır. Yani daha baştan işçiler düşük temsil ile masaya oturuyorlar. Üstelik işçiler adına işbirlikçi Türk-İş bürokratları yer alıyor. Onları işçi temsilcisi olarak görmek mümkün değildir. Esasında işçilerin çoğu da bunu biliyor, görüşmelerin göstermelik olduğunun farkındalar.
Komisyonun bileşimi böyle iken, bir yetkisi de yoktu; çünkü ücret önceden belirlenmiştir. Eğer o süreçte işçi sınıfından eylemli büyük tepkiler gelmezse, önceden belirlenmiş ücret açıklanır. Hem de Erdoğan tarafından, üstelik “komisyon şu rakamı belirledi ama ben şu kadar artırdım” diye, “işçi dostu” görünmeye çalışarak. Ve perde kapanır!
Çalışma Bakanlığı, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da asgari ücreti belirlemek için bir anket yaptırdığını bildirdi. Ama bu anketi kim, nasıl hazırladı, hangi sorular soruldu, nerelerde-kimlerle yapıldı, gören, bilen yok! Ayrıca sonuçları da kamuya açıklanmıyor. Dahası, Çalışma Bakanlığı “tespit komisyonu”nun içinde; yani masadaki taraflardan birini oluşturuyor. Anketle belirleniyorsa “komisyon”a ne gerek var? Çalışma Bakanlığı “tespit komisyonu” oyununa bir de anketi ekliyor. Bütün bunların işçilerin gözlerini boyamaya dönük bir demagojiden ibaret olduğu son derece açıktır.
Asgari ücret ortalama ücret oldu
Asgari ücret, adı gibi en düşük ücrettir. Bir ülkede “asgari ücret” “ortalama ücret”e dönüşmüşse, asgari ücretli çalışanlar, tüm çalışanların yaklaşık yarısını oluşturuyorsa, bu durum sınıf mücadelesinin ne kadar geriye düştüğünü, işçilerin ne kadar örgütsüz olduğunu ve ne kadar büyük hak kayıpları yaşadığını gösterir.
Başka bir yönü de işçinin işgücü sömürüsü üzerinde sağlanan toplam ulusal gelirdeki payının ne kadar küçük olduğunu gösterir. Asgari ücretlinin sayısının artması, işçi sınıfının ulusal gelirdeki payının giderek düşmesi anlamına gelir.
Eurofound’un verilerine AB ülkelerinde asgari ücret ve civarında çalışanların oranı yüzde 4’ün altındadır. Diğer çalışanların ücreti TİS üzerinden belirlenmektedir. Türkiye’de ise tam tersi bir durum sözkonusu. Merkez bankası tarafından yapılan bir araştırmaya göre, tarım dışı sektörlerde asgari ücret ve altında çalışanların oranı yüzde 43, sanayide bu oran yüzde 50, tekstil giyim, deri asgari ücret ve altında çalışanların oranı yüzde 59-72 civarındadır. Gıda sektöründe yüzde 65, toptan perakende sektöründe yüzde 64, turizmde ise yüzde 72.
DİSK Araştırma Merkezi (DİSK-AR) tarafından yapılan araştırma da Merkez Bankası’na yakın bir tablo ortaya koyuyor. DİSK-AR’a göre asgari ücret ve civarı çalışanların oranı yüzde 49. TÜİK Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması verilerine göre, 2005 yılında asgari ücret, ortalama ücretin yüzde 46’sı iken 2020’de yüzde 60 seviyesine çıktı. Bugün bu oranın daha da yükseldiğini söyleyebiliriz. Türkiye, “asgari ücretliler ülkesi” haline gelmiş durumda. Başka bir ifadeyle patronların cenneti, işçilerin cehennemi olmuş!
İstanbul Sanayi Odası verilerine göre, bundan 20 yıl önce 2002’de 500 büyük şirkette net katma değer içinde ücretlerin payı yüzde 59 iken, 2021’de yüzde 32’ye gerilemiş. Ki bu işyerlerinde çalışanların çoğunluğu sendikalı, ücretleri görece yüksek ve kalifiyeye oldukları halde…
500 büyük şirkette çalışanların toplam ulusal gelirden aldıkları pay bu kadar düşükse, genel durum daha kötüdür. Çarkları döndüren, üreten ve yaratan işçiler, yaratığı değerden en düşük payı alıyorlar. Bu değerler patronlar tarafından gaspediliyor.
İşçiler “açlık sınırı”na mahkum edilemez!
Asgari ücret konusunda taraflar arasında henüz bir rakam telaffuz edilmiş değil. 7 bin 500, 8 bin gibi rakamlar konuşuluyor. Oysa mesele ücretin yüksekliği değil, alım gücüdür. Temel tüketim ihtiyaçlarını giderebilmesi, sosyal yaşamımızı iyileştirebilmesidir. Geçen sene “yüzde 50 zam yaptık”la böbürlendiler fakat daha Şubat ayı gelmeden o zam eriyip gitti.
Asgari ücret, “asgari geçim” demek. “Asgari geçim”in bile, barınma, ulaşım, yeme-içme ve sosyal aktiviteleri de kapsaması gerekir. Ama bırakalım bu ihtiyaçları, sadece gıdayı bile karşılamıyor. Türk-İş’in açıkladığı Ekim ayı 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 7 bin 425, yoksulluk sınırı 24 bin 186 TL. Uzun yıllardan sonra, daha açıklandığı anda “açlık sınırı”nın altında kalan bir asgari ücretten sözediyoruz.
Bundan dolayıdır ki, işçiler “ücretler artmasın, temel tüketim maddelerine gelen zamlar dursun” talebini öne çıkarıyor. Çünkü asgari ücret aynı kalırken, tüketim maddeleri neredeyse her gün zamlanıyor. Bu koşullarda asgari ücretin her ay belirlenmesi gerekiyor.
Ayrıca 4 kişilik bir ailenin sadece gıda ihtiyacı olan (o da en asgarisinden) “açlık sınırı” baz alınamaz! Bu, işçileri insanlık-dışı koşullarda, yarı-aç çalıştırmak demektir. İlla ki bir “nirengi noktası” olacaksa, bu “yoksulluk sınırı”nın üzerinde olmak zorundadır.
Diğer yandan vergi soygununa son verilmelidir. Asgari ücret, hiçbir “vergi dilimi”ne giremez. Üstelik Sabancı’dan Koç’a kadar sermayedarların vergi borçları sürekli silinirken, işçi ve emekçilerin vergisini silmek şöyle dursun, sürekli arttırıyorlar. Bütçenin yüzde 85’i biz emekçilerin cebinden çıkan vergilerle doluyor. Dolaylı-dolaysız vergilerle hazineyi doldurduğumuz halde, bunlar bize hizmet olarak da geri dönmüyor. Onları yine sermaye sahipleri kullanıyor. İşte kapitalist sistemin vergi adaleti!
İnsanca yaşam sosyalizmde!
Asgari ücret sadece asgari ücretlileri değil, kitlelerin ezici çoğunluğunu doğrudan ilgilendiriyor. TİS masasına oturan sendikalı işçi ve kamu emekçileriyle pazarlık, asgari ücret düzeyine göre yürütülüyor. Asgari ücretteki her değişim, kayıtlı-kayıtsız, sendikalı-sendikasız tüm çalışanları, emekli maaşını, engelli maaşını, kıdem tazminatı tavanını, işsizlik maaşını vb. bir çok alanı doğrudan etkiliyor.
Bu yanıyla birleşik mücadele zeminini de oluşturuyor. Bu oyunu bozmanın, en azından temel ihtiyaçları karşılayacak bir ücreti alabilmenin tek yolu da birleşik-örgütlü mücadeleden geçiyor. Madem “tespit komisyonu”nun masasında yokuz, o halde sokakta olmalıyız! Üretimden gelen gücümüzü ortaya koymalı, sokağa çıkmalı, tüm emekçilerle buluşmalıyız.
Ustalar “işçi sınıfı örgütlüyse her şeydir, örgütsüzse hiçbir şey” dememişler boşuna. Örgütlü gücün karşısında hiçbir güç duramaz.
Hayatı yaratan biz olmamıza rağmen bize asgari yaşamı reva görüyorlar. İnsanca yaşamak için bile burjuvazinin ve onun devletinin üzerine yürümekten başka seçeneğimiz yok! Ama bilmeliyiz ki, bu kapitalist sistem varolduğu sürece, bize reva görülen yaşam “asgari” olmaya devam edecek; insanca yaşam ancak sosyalizmde gelecek! O halde devrim ve sosyalizm hedefiyle örgütlenelim, mücadeleyi yükseltelim!