(* TİKB’nin 1979’da kuruluşunun ardından, Denizler için çıkardığı ilk bildirinin başlığı “Onlar eğilmediler, kırıldılar” olmuştu.)
6 Mayıs 1972, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın darağacında katledildiği gündür. ’68 Kuşağı’nın diğer devrimci önderlerinden Mahir Çayan ve arkadaşları 30 Mart 1972’de Kızıldere’de çatışarak ölümsüzleşmiş; İbrahim Kaypakkaya 18 Mayıs 1973’te işkencede katledilmiştir.
Mahirler, Kızıldere’de son mermisine dek çatışarak, Denizler idam sehpalarını sloganlarıyla yıkarak, Kaypakkkaya işkencede ser verip sır vermeyerek ’71 devrimcilerinin önderleri olarak ölümsüzleşti. “Önderler en önde dövüşür” şiarını pratikleriyle yaşama geçirdiler. Ve kendilerinden sonra gelecek olanlara bir direniş mirası bıraktılar.
Onun içindir ki, ölümlerinden bir-kaç yıl sonra devrimci hareketler yeniden toparlandı, öncesinden daha kitlesel bir mücadele yükseldi. Türkiye tarihinin en büyük halk hareketi 70’li yıllarda yaşandı. Deniz, Mahir ve Kaypakkaya’da somutlanan militan-direnişçi, özü-sözü bir devrimcilik, kitlelere güven verdi; eskisinden daha güçlü bir hareketin doğmasına zemin hazırladı. Dövüşerek alınan her yenilgide olduğu gibi, gelecek kuşaklara öç alma duygusu verdiler ve daha büyük bir direnişin fitilini ateşlediler.
12 Mart yenilgisiyle 12 Eylül yenilgisi arasındaki en önemli fark da budur. Bugün hala 12 Eylül’ün etkisinden sözediyorsak, sonuçlarını yaşanmaya devam ediyorsak, 12 Mart’ın aksine 12 Eylül’de alınan dövüşsüz yenilgiden dolayıdır. Bir avuç komünist ve devrimcinin direnişi, ne yazık ki bu durumu ortadan kaldırmaya yetmemiştir.
’71 devrimciliği, reformizmi, pasifizmi, parlamentarizmi yırtarak gelişti.
Deniz, Mahir ve Kaypakkaya’nın önderlik ettiği ’71 devrimci kopuşu, o yıllarda baskın olan parlamentarizmi ve “barışçıl yoldan devrim” hayallerini tuzla buz etti. Silahlı mücadeleyi, yeraltı örgütünü yaşama geçirdi. Mustafa Suphi TKP’sinden sonra hakim hale gelen reformist-revizyonist görüşlere karşı, devrimin sesi oldu. 50 yıllık revizyonizmi yerle bir ederek, devrimci kopuşu gerçekleştirdi.
Bugün onları hala büyük bir özlemle, coşkuyla anıyorsak, yarattıkları bu değerlerden dolayıdır. Türkiye devrim tarihine büyük bir iz bırakmışlar ve bir direniş geleneği yaratmışlardır.
Onları anarken, ne için nasıl savaştıklarını ve neleri başardıklarını ortaya koymalıyız mutlaka. Ama bununla kalmamalı, yarattıkları direniş geleneğinin gerçek anlamda sürdürücüleri olmalıyız.
İhtilalci Komünistler, başta 12 Eylül olmak üzere her karanlık dönemde devrimci duruşundan taviz vermeden bu geleneğe sahip çıktı. Osman Yaşar Yoldaşcan, Mehmet Fatih Öktülmüş, İsmail Cüneyt, “önderler en önde dövüşür” ilkesinin 12 Eylül’deki örnekleri oldular. Kızıldere’yi Bağcılar’a, Sefaköy’e taşıdılar. M. Fatih Öktülmüş’ün önderliğinde “işkencede ifade vermeme” geleneğini yaratarak Kaypakkaya’nın direnişini ileriye götürdüler. Masaya inen tekmesiyle Remzi Basalak, faşizmin “teşhir masası”nı ortadan kaldırdı. Her dönem teslimiyete ve tasfiyeciliğe karşı devrimin onurlu sesini yükselttiler.
“71 devrimciliğini yoketme çabası sürüyor
Emperyalistler ve işbirlikçileri ’71 devrimciliğini ve ’71’in devrimci önderlerini karalayarak başa çıkamayınca, çarpıtmayı ve içini boşaltmayı esas aldı. Che Guevara’ya yaptıkları gibi kapitalist bir meta haline getirmeye çalıştılar. Reformist solcular da ’71’in anti-emperyalist ruhunu Kemalizmle özdeşleştirerek bu furyaya hizmet etti.
Oysa ’71 devrimcileri başlangıçtaki Kemalizm etkisinden adım adım uzaklaşmış, Çin ve Küba devrimlerinden etkilenerek sosyalist bir sistemi hedeflemişlerdi. Deniz’lerin idam sehpasında attıkları sloganlar; “Yaşasın Kürt ve Türk Halklarının Bağımsızlık Mücadelesi! Yaşasın Marksizm-Leninizmin Yüce İdeolojisi!”dir. Keza Kaypakkaya’nın Kemalizm eleştirisi ortadadır. Bunları sansürleyerek, yok sayarak gerçekleri değiştiremezler.
’71 devrimciliği enternasyonalisttir, anti-emperyalisttir, sosyalizmi hedefleyen bir devrimciliktir. Burjuvazinin ve reformist kesimlerin ’68 kuşağına methiyeler dizip ’71 devrimciliğini unutturmak istemeleri bu yüzdendir. Ama bunu başaramadılar, başaramayacaklar…
Elbette onların da hataları, eksiklikleri oldu. Fakat aslolan doğrularıydı. Örnek almamız ve ileri taşımamız gereken de bu yönleridir.
“71 eleştirisi” adı altında onların militan-devrimci yönlerini hedefe çakanlar, günümüzün reformist partileri oldular. Kendilerini Denizlerin, Mahirlerin, Kaypakkaya’ların devamcısı gören ya da sahiplendiklerini iddia eden bu reformist partiler, gerçekte onların adını kullanarak kitleleri aldatıyorlar. ’71 devrimciliğinin reformist partilere, parlamentarizme karşı çıkışın ürünü olduğunu bilinçli bir şekilde unutturmak istiyorlar. Buna izin vermedik, vermeyeceğiz.
’71 devrimcilerini anmak, onların mücadelesini günümüze taşımakla mümkündür.
Bugün yeniden parlamentarizmin ve reformizmin güçlendiğini görüyoruz. ’71 devrimciliğine sahip çıkmak, bu kervana katılmamayı; aksine devrim ve sosyalizm mücadelesini yükseltmeyi gerektirir.
’71 devrimciliği, ABD başta olmak üzere, bir bütün olarak emperyalizme karşı çıkmaktır. Ona sahip çıkmak, anti-emperyalizmi, anti-Amerikancılıkla sınırlamadan, her tür emperyaliste ve emperyalist savaşa karşı mücadeleyi yükseltmeyi gerektirir.
’71 devrimciliği enternasyonaldir. Ona sahip çıkmak Kürdistan’dan Filistin’e, Sudan’dan Şili’ye dünya halklarıyla, işçi ve emekçileriyle aktif dayanışmayı gerektirir.
71 devrimciliği, aynı zamanda devrimci dayanışmanın, siper yoldaşlığının en seçkin örneğini sunmuştur. Bu ruha sahip çıkmak, bugün birleşik mücadelenin gereklerini yerine getirmekle mümkündür.
Özcesi onların mirasına gerçek anlamda sahip çıkmak, uğrunda can verdikleri idealleri yaşatmak, devrim ve sosyalizm mücadelesini yükseltmektir. Hata ve eksikliklerini aşıp doğrularını büyütmektir. Bu bakışaçısıyla Denizlerin, Mahirlerin, Kaypakkaya’ların devrimci ruhunu, militanlığını sahipleniyor, ML bir rotada ileriye taşıyoruz.
Onlar her daim devrimimizin simgeleri olacaklar. Çocuklarımıza-torunlarımıza isim olmaya devam edecekler. Bu topraklara düşen devrimci tohumlar olarak yeniden filize duracaklar. Devrimin her zaferiyle birlikte yeniden doğacaklar. İsimleri, marşları dilden dile dolaşacak… Anıtları dikilecek meydanlara…
Deniz’in en çok sevdiği, kitle eylemlerinde sıkça okuduğu Nazım Hikmet’in dizeleriyle noktalayalım.
“Düşmesin bizimle yola
Evinde ağlayanların gözyaşlarını
Boynunda ağır bir zincir gibi taşıyanlar!
Bıraksın peşimizi
Kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!
İşte
Şu güneşten düşen ateşte
milyonlarca kırmızı yürek yanıyor!
Sen de çıkar
Göğsünün kafesinden yüreğini;
Şu güneşten düşen
Ateşe fırlat;
Yüreğini yüreklerimizin yanına at!
Akın var akın, güneşe akın,
Güneşi zaptedeceğiz
Güneşin zaptı yakın!..”