“Devrimci” sendikacı, faşist parti başkanıyla ne konuşur?

Fotoğraf ve haber, 28 Ağustos günü DİSK’in sosyal medya hesabında paylaşıldı. DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ve Genel Başkan Yardımcısı Remzi Çalışkan, İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’i, İyi Parti Genel Merkezi’nde ziyaret etmişti. Ziyaret sebebi “işçilerin, emekçilerin, emeklilerin üzerindeki vergi yükünün azaltılmasına ve vergi adaletinin sağlanmasına dair görüş ve önerilerimizi içeren dosyayı paylaşmak” olarak açıklandı.

Basında haber, “Kemal Türkler’in kemikleri sızladı” olarak yorumlandı ve geniş bir kesim tarafından kınandı. Zira DİSK’in kurucusu Kemal Türkler, 22 Temmuz 1980’de evinin önünde uğradığı silahlı saldırıda öldürülmüş; Ünal Osmanağaoğlu bu suikastın faili olarak yargılanmıştı. AKP’nin çetelere, katillere ve tecavüzcülere sıkça çıkardığı “örtülü af”lardan biriyle tahliye olan Osmanağaoğlu 2014’te öldüğünde, Meral Akşener (dönemin TBMM başkanvekili ve MHP İstanbul milletvekili olarak) Osmanağaoğlu’nun cenaze törenine katılmıştı.

Şimdi DİSK Genel Başkanı, herhangi bir faşistin bile değil, DİSK’in kurucusunun katili olan Osmanağaoğlu’nun arkadaşının ayağına gidiyor, bu faşistle birlikte gülümseyerek fotoğraflar çektiriyor.

DİSK’in İyi Parti’ye ilk ziyareti de değildi bu. 16 Kasım 2022 günü yine bir DİSK heyeti İyi Parti’ye gitmiş, “ILO 190 sayılı Şiddet ve Taciz Sözleşmesi’nin onaylanması” için görüşme yaptıklarını açıklamıştı.

Aslında konu, görünenden daha derin bir ideolojik kayışın, tasfiyeciliğin ve teslimiyetin getirdiği son noktadır.

 

Faşistlerle hangi ara bu kadar yakınlaştık?

Devrimci-demokrat, reformist kesimlerin ezici çoğunluğu ve Kürt hareketi son yıllardaki seçim süreçlerinde CHP’nin peşine takılmış durumda. CHP en gerici, en sağcı ittifakları kuruyor, cılız hoşnutsuzluk ifadelerinin ötesine geçilmiyor. CHP açık faşist bir parti olan İyi Parti ile “mükemmel ikili”yi oynuyor, itiraz edilmiyor. Ümit Özdağ ile “kayyumlar” konusunu resmileştiren protokol imzalıyor, gözler kapatılıp görmezden geliniyor. En gerici, en sağcı parlamento, CHP eliyle ve solcu-laik kitlelerin, devrimci-demokrat kesimlerin, Kürt halkının oylarıyla oluşturuluyor.

“Yeter ki AKP gitsin” cümlesi sanki bilinçleri kilitlemiş, ideolojileri sıfırlamış, siyasal bakışı körleştirmiş adeta… İmamoğlu gibi özde gerici-sağcı isimlerle birlikte hareket ediliyor. “92 Konsepti” adıyla bilinen ve 1990’ların ilk yarısında hem devrimcilere hem de Kürt hareketine dönük vahşi saldırganlığın uygulayıcılarından Akşener’in CHP ile yanyana gelmesi alkışlanıyor, destekleniyor. Selahattin Demirtaş “bağrımıza taş basacağız…” diye başlayan cümlelerle, gerici-sağcı bu ittifaklara oy vermeye çağırıyor.

Üstelik bütün bunlar öylesine silik, öylesine etkisiz, öylesine pasif bir biçimde yapılıyor ki, yüzde 1’in altında oyu olan partilere bakanlık, cumhurbaşkanı yardımcılığı bol keseden dağıtılırken, mesela Kürt hareketine “çantada keklik”, hatta “kapının önündeki köle” muamelesi yapılıyor.

Yaklaşık 10 yıldır seçimlerde bu tablo derinleşiyor, kanıksanıyor, olması gereken buymuş gibi davranılıyor; devrimci-demokratların bu korkunç tabloya yedeklenmesi normalleştiriliyor. Seçimler böyle olunca, “sol”un diğer kesimlerinin, mesela “Devrimci” İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) İyi Parti ile “barış-uzlaşma” tablosu oluşturması şaşırtıcı olmuyor.

Faşizm ve dinci gericilik, sınıf mücadelesinin öncelikli düşmanları arasındadır. Onlar egemen sınıfların tetikçileri, uygulayıcıları, koruyucularıdırlar. Kitleleri uyutmak, etkisizleştirmek, mücadele gücünü yoketmek için bazen birinin, bazen diğerinin örgütlenmesi güçlendirilir. Devrimci hareketin her yükselişinde bazen biri, bazen diğeri öne çıkartılır ve doğrudan savaş gücü olarak kullanılır. Resmi faşizme karşı mücadele, her dönem sivil faşizme karşı mücadeleyle birlikte ve içiçe yürütülmek zorundadır.

Ancak yenilgi ve tasfiyeciliğin ağır havası kitlelerin ve devrimci hareketin üzerine öylesine ağır biçimde çöktü ki, bu en temel gerçekler unutuldu.

 

Sendikacının görevi egemenlerin (ya da onların sözcülerinin) ayağına gitmek değildir

Son on yıl içinde giderek meşrulaşan ve normalleşen bir şey de sendikal örgütlenmelerin çeşitli raporlar, dosyalar hazırlayarak parlamentodaki partileri gezmeleri, bu dosyaları onlara sunmaları oldu.

Sendikaların, işçi ve emekçi kitlelerin sözlerini söyleyecekleri yer, parti binaları değil, eylemleridir. Oysa DİSK ve KESK başta olmak üzere işçi ve memur sendikaları, son yıllarda her geçen gün güç kaybettiler, giderek etkisizleştiler. Öyle ki, işçi ve emekçi kitlelerin ağır bir ekonomik kriz altında boğulduğu, artık hayatta kalma mücadelesi verdiği, müthiş bir yoksullaşma, işsizlik ve ağır çalışma koşullarının cenderesinde boğulduğu son yıllarda, DİSK ve KESK’in hangi etkili, ses getirici eylemi örgütlediğini gördük? 1 Mayıs gibi, işçi sınıfının en önemli mücadele gününü, icazetli Maltepe meydanına sıkıştırıp, kürsüden “seneye Taksim’deyiz” cümlesini kurabildiler; işçi ve emekçilerin kaderlerini CHP’ye ve parlamentodaki partilere teslim ettiler.

Dışarıda işçilerin direnişini sürüyorken sendikacıların patronlara masaya oturup pazarlık yapması, “hak mücadelesi”dir; işçiler tam bir eylemsizliğe terk edilmişken sendikacıların partilerle görüşmeler yapmalarının adı ise “ricacılık”tır.

İşçilerin eylem gücü öylesine etkili olur ki, patronlar (ya da onların sözcüleri) sendikaların ayağına gelir, gelmek zorunda kalır. Ve sormak zorunda kalırlar “talepleriniz nedir, eylemi bırakmak için ne istiyorsunuz?” diye. İşçiler, sendika ağalarının uzlaşmacı sohbetleriyle değil, üretimden gelen güçlerini kullanarak kazanım elde ederler. Kendilerini mağdur göstererek, acındırarak değil; talep ederek, bu talep için mücadele ederek, taleplerini alma konusunda kararlı olduklarını pratikte göstererek yaşam koşullarını iyileştirebilirler.

Bunun adı “sınıf mücadelesi”dir.

Burjuvaziyle de, onların sözcüsü düzen partileriyle de, onların tetikçisi faşizmle de, dinci gericilikle de, uzlaşmacı-teslimiyetçi sarı sendikacılıkla da uzlaşmayacağız.

Tüm taleplerimizi eylem gücümüzle alanlarda, üretimden gelen gücümüzle üretim alanlarımızda haykıracağız.

“Sınıfa karşı sınıf” bilinciyle mücadele edecek, yaşam hakkımızı direnişimizle kazanacağız!

Bunlara da bakabilirsiniz

İEB asgari ücret için eylem yaptı

Asgari ücret için göstermelik toplantıların başladığı 10 Aralık günü, İşçi Emekçi Birliği İstanbul-Tophane’deki Çalışma Müdürlüğü …

Suriye düştü; şimdi yeni bir Ortadoğu

27 Kasım günü HTŞ’nin Halep saldırısı ile başlayan süreç, 10. gününde tamamlandı. 7 Aralık günü …

İşçi sınıfının önderi: Hamit Tekin (1934-1979)

Hamit Tekin (Hamido) doğal işçi önderiydi. Yıllarını işçi sınıfının kurtuluşu mücadelesine vermiş bir proleter devrimciydi. …