Maraş’tan Hatay’a bölgeyi kaplayan depremin üzerinden 1 yıl geçti. Sorunlar, üzerine yenileri eklenerek büyüdükçe büyüyor…
Depremzedeler 1 yıldır çadırlarda, konteynırlarda yaşam savaşı veriyor. Halen su kuyruklarında bekliyor, temiz suya ve gıdaya ulaşamıyorlar. Yetersiz beslenmeden dolayı çocuklar bodur kalıyor, salgın hastalıklar her tarafı sarmış durumda…
En başta asbest, tüm deprem bölgesini tehdit ediyor. Yıkımlar hiç bir önlem alınmaksızın sürüyor… Antakya başta olmak üzere birçok şehir büyük bir şantiyeye dönmüş! İnsanlar nefes almakta bile güçlük çekiyor. Yazın tozdan, kışın çamurdan geçilmiyor. Daha önemlisi, havaya, suya, toprağa karışan asbest, kanser başta olmak üzere birçok hastalığı yayıyor.
Depremden kurtulanlar, çadırda elektrik çarpmasından ya da salgın hastalıklardan ölüyorlar. Ne can ne de mal güvenlikleri kaldı!
“Rezerv alan” diyerek depremzedelerin evlerine, arsalarına da el koyuyorlar. Depremde yaşattıkları yetmezmiş gibi, şimdi de onu fırsata çevirmeye kalkıyorlar. Şehrin en güzel yerleri, kapitalist ranta açılmış durumda. Bazı yerlerin demografik yapısını değiştirme amacı da var bu planlar arasında.
* * *
Saymakla bitmiyor depremzedelerin çektikleri…
Halen kayıp yakınlarını arayanlar var! Ölüsü ya da dirisine ulaşmak için çırpınan, meclisin kapısı dahil her kapıyı aşındıran ama elleri boş dönen anneler, babalar, kardeşler…
Amerika’da pedofili suçundan yargılanırken hücresinde ölü bulunan finans patronunun kan dondurucu itirafları çıktı ortaya. Aralarında eski ABD başkanı Bill Clinton’un da bulunduğu siyasetçilerden oyunculara pek çok kişinin bu suça bulaştığını söylemişti. Kullanılan çocuklar arasında Türkiye’den kaçırılanlar da vardı.
Bu itiraflar, Clinton’un 1999 depremi sonrası ziyaretini ve o ziyaret sonrası kaybolan çocukları akıllara getirdi. 6 Şubat depreminin hemen ardından İstanbul’daki tarikatlara depremzede çocukların ve kadınların geldiği görülmüştü. Bu durum açığa çıkınca “yardım amaçlı” denildi. Devlet kendi görevini tarikatlara devretmişti!
Devlete göre ortada “kayıp” yoktu, sadece “cesetlerine ulaşılamayan” kişiler vardı! Her şeyde olduğu gibi bu konuda da yalan söylediler!
Geçtiğimiz günlerde eski Şehircilik Bakanı -şimdi AKP’nin İBB adayı- Murat Kurum, “depremde 130 bin kişiyi kaybettik” dedi. Oysa resmi olarak 53 bin 537 kişinin öldüğünü açıklamışlardı. Fakat deprem bölgesinde yaşayanlar, yüzbinlerce kişiyi kaybettiklerini söylüyordu.
Murat Kurum sonrasında sözünü değiştirmeye çalıştı ama depremzedeler kendi yaşamlarındaki gerçeği biliyor.
Depremin yıldönümünden önce Hatay’a giden Erdoğan ise, “merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse o şehre herhangi bir şey gelmez… Hatay garip kaldı, mahzun kaldı” diyerek, Hatay’ın yaşadığı mağduriyeti itiraf etti. Dahası, belediyeyi AKP almazsa, bu durumun süreceği tehdidinde bulundu.
Ama Hatay’da yaşananlar, sadece yerel yönetimin hangi partiye ait olduğuyla ilgili değil. Suriye politikasından IŞİD militanlarını yerleştirmeye, Hatay’ın ilerici yapısını ve demografisini bozmaya ve elbette tekellere yeni rant ve kar alanları açmaya kadar pek çok neden bulunuyor.
Diğer yandan Hatay halkının büyük tepkisini toplayan Lütfi Savaş’ı CHP’nin yeniden aday çıkarması, sorunun partiler üstü olduğunu gösteriyor. Sadece merkezi değil, yerel yönetimin de depremdeki yıkımdan, kayıplardan ve sonrasında yaşananlardan sorumlu olduğu çok açık. Halen su, ulaşım, barınma gibi en temel sorunlar çözülememişse, bunda belediyenin suçu büyük!
“İktidarı” muhalefeti, AKP’si CHP’siyle tüm düzen partileri bu suça ortaklar!
* * *
Yerel seçimlere iki aydan az bir süre kaldı. 6 Şubat depremi de gösterdi ki, belediyeleri hangi parti kazanırsa kazansın, kapitalizmin rant sistemi devam ediyor. Halka değil, yandaşlara-tekellere hizmet ediliyor.
Mahallelerden beldelere ilçe ve illere kadar devrimci-demokrat adayları belirleyip seçtiremediğimiz koşullarda sandığa gitmemeliyiz. Bütün düzen partilerini protesto ederek tepkimizi ortaya koymalıyız. Hem AKP-MHP blokuna, hem de muhalif partilere gereken dersi verelim!
Hiç kimse bize bir şey lütfetmeyecek! Haklarımızı kendi gücümüzle söke söke alacağız! Bu gerçeği deprem sonrasında açık biçimde gördük, yaşadık… Örgütlü ve birleşik hareket ettiğimiz ölçüde bir gücüz; ancak o zaman dikkate alınırız! Aksi halde tek tek bireyler olarak hiçiz!
Öyleyse egemenler karşısına örgütlü bir güç olarak çıkalım! Yardımlarla değil, eylem gücümüzle ayakta duralım! Sadaka değil hak talep edelim!
* * *
Fransa’dan Almanya’ya Avrupa işçi ve emekçileri grevlerle, gösterilerle meydanları doldurmuş durumda. Düşük ücretlere, vergi soygununa, akaryakıt zammına, tarım politikalarına karşı bir kez daha trafiği keserek sokakları zaptettiler. Sadece ekonomik nedenlerle değil, Avrupa’da faşist partilerin güçlenmesine, mültecilere dönük faşist uygulamalara, savaş politikalarına karşı da tepkilerini ortaya koyuyorlar. Genel grev, genel direniş dalgası yükseliyor…
Doğa olaylarını bir felakete dönüştüren, sonra da onu fırsata çeviren bu sömürü ve soygun düzenine karşı ayağa kalkmadığımız sürece bize yaşam hakkı yok! Ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye devam edecekler. Nefes alıp verdiğimiz için şükretmemizi isteyecekler. Oysa nefes bile alamıyoruz artık, zehir soluyoruz…
Topyekün bir saldırıyla karşı karşıyayız. Buna ancak topyekün mücadele ile karşı durabiliriz. Bulunduğumuz her yerde örgütlenelim, haklarımız için mücadeleyi yükseltelim! Unutmayalım ki, son sözü her zaman direnenler söyler! Hem de tarihin en güzel yerinde!…