İşyeri komitelerinde örgütlenelim! SENDİKALAŞMA HAKKIMIZA SAHİP ÇIKALIM!

Son bir yılda bir çok işçi direnişi, sendikalaşma hakkına dönük saldırılar nedeniyle yaşandı.

2023 sonlarından itibaren; Düzce’de bulunan Aluform Pekintaş fabrikasında Türk Metal-iş sendikasına üye olan işçilerin 12’si işten atıldı, direniş başladı.

Diyarbakır’da bulunan SCM gruba ait tekstil fabrikasında, işçiler Türk-iş’e bağlı TEKSİF üye oldukları için 60 işçi işten atıldı, direniş başladı.

Gebze Organize Sanayide kurulu Mersan işçileri, DİSK’e bağlı Birleşik Metal-iş sendikasında örgütlendiler, 4 işçi işten atıldı, direniş başladı.

Ankara Ostim’de Patiswiss işçileri, Hak-iş’e bağlı Öz Gıda-iş sendikasında örgütlendiler, 1 işçi işten atıldı, direniş başladı.

Gaziantep’te Atlas Denim’de, bağımsız sendika BİRTEK-SEN’e üye oldukları için 8 işçi işten atıldı, direniş başladı.

Bursa Borusan lojistik firmasında işçiler Hak-iş’e bağlı Liman-iş sendikasına üye oldukları için 30 işçi işten atıldı, direniş başladı.

Soma’da Fernas Madencilik işçileri, Bağımsız Maden-iş sendikasına üye oldukları için 25 işçi işten atıldı, direniş başladı.

İstanbul Çatalca’da bulunan Polonez Gıda işçileri, Türk-iş’e bağlı Tek Gıda-iş sendikasına üye oldukları için 146 işçi işten atıldı, direniş başladı.

İstanbul Hadımköy’de As Plastik işçileri Türk-iş’e bağlı Petrol-iş sendikasında örgütlendiler. Patron sendikanın yetkisine itiraz etti. Yetki itirazı işçiler lehine sonuçlandı. TİS görüşmesine yanaşmayan As Plastik patronları bu süreçte 10 işçiyi işten attı, direniş başladı. Direniş daha sonra greve dönüştü.

Petrol-iş sendikasının örgütlü olduğu İstanbul Tuzla Organize Sanayisinde bulunan Tarkett Zemin Kaplamaları fabrikasında patronun sıfır zam dayatmasına karşı işçiler greve çıktı.

Bütün bunlar son bir yılda, sadece sendikalaşma nedeniyle işten atılan ve direnişe geçen işçiler. Çalışma koşulları, düşük ya da ödenmeyen ücretler ya da keyfi işten çıkarmalar nedeniyle direnişe başlayan işçileri de eklersek, çok kabarık bir dosya çıkar. Yazı konumuz örgütlenme ve sendikalar üzerine.

 

En iyi işçi örgütsüz işçi!

Örgütlü işçinin hakları olur, hak talebinde bulunur, hakları için örgütlü mücadele eder. Bu yüzden patronlar işçilerin örgütlülüğünü her şekilde engellemeye, bastırmaya çalışırlar; işçinin örgütsüz olanını tercih ederler. Engelleyemedikleri durumlarda kendisiyle işbirliği yapacak sendikacıları devreye sokarlar.

Bugün yaşanan direniş ve eylemlere baktığımızda, patronlar artık işbirlikçi, bürokrat hatta yandaş sendikalara bile tahammül edemiyor. Yukarıdaki tabloda da görüleceği gibi, sendika ayrımı yapmıyorlar; yandaş sendikalardan bağımsız sendikalara kadar genel olarak sendika düşmanlığını sürdürüyorlar.

Daha önceki yıllarda çok sık karşılaştığımız manzara; patronların her türlü baskı ve işten atmalarla sendikal örgütlülüğü engelleyemediği durumlarda, kendilerine yakın olan sendikaları kendi elleriyle içeriye sokmalarıydı. Örneğin Birleşik Metal-iş’in karşısına Türk Metal sendikasını koyar, işçileri oraya yönlendirdi. Geçtiğimiz yıl Özak Tekstil işçileri Hak-İş’e bağlı Öz İplik-İş sendikasından topluca istifa ederek bağımsız BİRTEK-SEN’e geçtiklerinde, Öz İplik-İş yöneticileri patronun isteği doğrultusunda, geçişleri engellemek için fabrikaya girerek “BİRTEK-SEN’e geçerseniz işten atılırsınız” tehdidini savurmuştu. Yani patronun değneği olmuşlardı.

Gelinen aşamada patronlar her türlü sendikal örgütlülüğe savaş açmış durumdalar. Bir bütün olarak sendikaları tasfiye hareketi başlatmış gibiler.

 

“Anayasal hakkımızı kullandık”

Başlık, her işçi direnişinde en çok duyduğumuz cümledir. Elbette sendikalara üye olma, sendikalarda örgütlenme anayasal haktır. Bu hakkın anayasaya girmesi için, işçi sınıfı fiili mücadeleler vererek, bedeller ödeyerek anayasal düzeye çıkardılar. Fakat işçi sınıfının mücadelesinin anayasa ve yasalarla sınırlı tutulması, her durumda yasal çerçeve ile yönlendirme yapılması doğru değildir. İkincisi, fiili-meşru mücadelenin geriye düşürülmesidir. Üçüncüsü ise, patronların, devletin en üst makamlarının anayasayı takmadıkları bir ortamda, halen “sendikalaşmak anayasal haktır” demenin bir hükmünün kalmadığıdır.

Sınıf mücadelesi, yasalara da anayasaya da sığmaz. Sığdırmaya çalışmak, düzen-içi bir mücadeleyi mutlaklaştırmak anlamına gelir. Aslolan fiili-meşru mücadeledir. İşçi sınıfının mücadelesi ve ufku, sistemin dışına çıkmalı, emeğin iktidarını hedeflemelidir.

Anayasanın 51. maddesi sendikal hakkı şöyle tanımlıyor. “Çalışanlar ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz.”  Hatta 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 25. Maddesi, sendikal özgürlüklerin kullanılmasının engellenmesi halinde cezalar da öngörüyor. “İşçinin sendikalaşma hakkını engelleyen, farklı muamele eden, ya da işten atan işveren, işçinin en az bir yıllık ücret kadar sendikal tazminat öder” deniyor. Devamında, “sendikadan ayrılmaya zorlayan, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” diyerek pekiştiriyor.

Buraya kadar her şey normal! “İşçiler daha ne istiyor” da denebilir. Ama örgütlenmenin önünde bir dolu yasal engelleri de anayasaya koymayı ihmal etmemişler! Baraj, başta bağımsız sendikaların kurulmasına, örgütlenmesine en büyük engeli oluşturuyor. Yüzde 1 ülke barajı ve yüzde 50 işyeri barajı ile büyük bir duvar örülmüş zaten. Bırakalım bağımsız sendikaları, konfederasyonlara bağlı sendikaların çoğunun, “baraj”dan dolayı yetki hakkı, toplu iş sözleşmesi yapma hakkı yok.

Mesele barajı aşmakla da bitmiyor. Barajı aşan sendikaların karşısına, patronlara tanınmış olan “yetkiye itiraz hakkı” çıkıyor. Yetkiyi veren Çalışma Bakanlığı olduğu halde, Bakanlığın verdiği yetkiye patron itiraz edebiliyor. Patronlara “itiraz hakkı” vermekle yetinilmemiş, “işkolu değiştirme hakkı” da tanınmış. Barajı aşan sendika, işkolu değişikliğiyle karşılaşıyor ve yetkisi düşürülüyor.

Bunlar sendikal örgütlenmenin önündeki yasal engellerin bir kısmı. Bütün bu engelleri aşan işçiler, işten atılıyor, polisin tazyikli suyuyla, biber gazıyla karşılaşıyorlar. Ayaklar altına alınıp yerlerden sürüklenerek gözaltına alınıyorlar. Yetmiyor; camilerin avlusuna bile alınmıyorlar, ilçe müftüleri gelip işçilere saldırıyor. Bu nasıl anayasal hak?!

Patronların da örgütlü olduğu, üyesi olduğu sendikalar var. Bazı işkollarında TİS görüşmelerini işçi sendikalarıyla, patron sendikaları -MESS’te olduğu gibi- birlikte yürütüyorlar. Patronların sendika kurma, sendikalarda örgütlenme hakkına hiç engel yok! Ama işçiler sendikalara üye olduklarında “anayasal hak” bile fayda etmiyor! İşten atılıyorlar ve her türlü baskıyla karşılaşıyorlar. Tek başına bu durum bile, devletin patronların devleti olduğunu görmeye yeter.

Üstelik patronlar hiçbir zaman işçileri sendikalı oldukları için atılmış göstermiyorlar. Sendikal tazminat ödememek ve diğer cezai hükümlerden kurtulmak için, “küçülmeye gidiyoruz” diyorlar; veya son yılların modası olan 46. maddeyi gösteriyorlar.

İşçilerin bu gerekçelere itirazını ise, Çalışma Bakanlığı çoğunlukla görmezden gelir, müfettiş yollamaz. Ancak yaygın ve militan eylemlerle kitle desteği oluştururlarsa, Çalışma Bakanlığı harekete geçmek zorunda kalır. Polonez işçilerinde olduğu gibi. Polonez fabrikasına gelen müfettişler, işçilerin sendikal örgütlülüklerden dolayı işten atıldıklarını ve her bir işçiye sendikal tazminat ödenmesi gerektiğini belgelemesine rağmen, işçiler işe alınmış değiller, direnişlerine devam ediyorlar.

Yukarıda belirttiğimiz gibi, anayasada sendikal örgütlülükten dolayı işten atmalara sendikal tazminatın yanısıra hapis cezası da öngörülüyor. Fakat sendikalaşma hakkı anayasaya girdiğinden beri, hiçbir patron bundan dolayı hapis cezası almamış. Bu yönde dava bile açılmamış!

Patronlara böyle hoşgörülü davranılırken, işçilere ve sendika yöneticilerine uyduruk cezalar vermekten geri durmuyorlar. Özak Tekstil’de örgütlenme yapan BİRTEK-SEN’e “işçileri sendikaya zorla üye yapmak”tan 1,5 milyon lira ceza kesildi. Patrona uygulanması gereken madde, ilk kez bir sendikaya uygulandı. Keza Fernas Madencilik’te örgütlenen Bağımsız Maden-iş yöneticilerine, Fernas maden ocağına 500 metre yaklaşmama gibi uyduruk bir ceza verildi. Sendika yöneticileri veya örgütlenme elamanları üretim yerine giremezse, sendikal örgütlenmeyi nasıl başarır? Sendika yöneticileri direnişte olan üyelerinin yanına “gidemez” gibi bir ceza olabilir mi?  Öte yandan sendikalaştıkları için işçileri işten atan patrona, hiçbir cezai bir işlem yok!

 

E-devlet kolaylaştırıcı değil, fişleme aracı

Sendikal üyelik e-devlet üzerinden yapılıyor. İşçiler kendi işkolundaki herhangi bir sendikaya e-devlet üzerinden üye olabiliyorlar.

Eskiden noter üzerinden yapılan üyelik, “kolaylaştırıcı olsun” denilerek e-devlet üzerinden yapılmaya başlandı. İşçi konfederasyonları da “noter paraları çok” diyerek bu uygulamayı desteklediler. Fakat e-devletin sakıncaları, bugün daha net görülüyor; her gün pratik olarak karşımıza çıkıyor.

En başta e-devlet üzerinden sendikaya üye olan herkesin bilgisini Çalışma Bakanlığı görüyor. Bu fişlemekten başka bir şey değil. Dahası, Bakanlık ile sendika arasında gizli kalması gereken bu bilgiler, Bakanlık tarafından patronlara sızdırılıyor.

Birçok işyerinde örgütlenen işçiler, yetki başvurusuna hazırlandıkları sırada işten atılıyor. Muhtemeldir ki, patronlar bu bilgiye Çalışma Bakanlığı üzerinden ulaşıyorlar. Bazı patronlar da sendikaya üye olan işçilerin e-devlet şifrelerini ele geçirerek sendikal örgütlülüğü açığa çıkarıyor.

 

Saldırıyı püskürmenin ve örgütlenmenin

en önemli ayağı işyeri komiteleri

“İşçi sınıfı örgütlüyse her şeydir, değilse hiçbir şey” demiştir sınıf mücadelesinin ustaları.

Örgütlü işçi, burjuvazi için tehdit olduğu gibi, azami karlarının düşmesi anlamına gelmektedir. Bu yüzden patronlar işçi sınıfının en küçük örgütlülüğüne tahammül edemez, hak-hukuk demeden bastırmaya çalışır. Bugün de azami karlarının düşmemesi için pervasızca saldırıyorlar.

Bu saldırılar yine örgütlü bir güçle püskürtülür. Örgütlenmenin önündeki en önemli yasal engellerden biri, 12 Eylül’ün ürünü olan 6356 saylı sendikalar ve toplu iş sözleşmesi kanunudur. Kimi değişiklikler yapılsa da özü korundu. Yapılan değişiklikler, işçi sınıfının örgütlülüğüne daha büyük engeller getirdi. İşkolu ve işyeri barajı, sendikal örgütlenmenin önündeki en büyük engel olarak duruyor. Baraj sorununun ortadan kaldırılması için, sendika konfederasyonları somut bir mücadele yürütmediler. Devrimci işçiler ve baraj altında kalan sendikalar, bu sorunu hedefe çakmalı, mücadeleyi yükseltmelidir.

İşçi sınıfı üretim alanlarında ne kadar örgütlüyse, hakları ve mücadelesi de o kadar ileri olur. Taban komiteleri, örgütlü mücadelenin temelidir; sendikanın önünü açandır aynı zamanda. İşçiye en yakın olan taban komiteleri, işyeri komiteleridir. Mücadelenin en önemli araçlarından olan işyeri komiteleri, ne yazık ki, unutulmuş gibidir. Sendikalı-sendikasız bütün işyerlerinde işyeri komiteleri örgütlenmeli, mücadele araçları haline getirilmelidir. İşyeri komiteleri kolektif davranan, sendikal bürokrasiyi aşan, tabana sınıf bilinci taşıyan olmalıdır.

Elbette işyeri komiteleri sendikaların yerine konamaz. Bugün sendikaların, işbirlikçi sendikacılar aracılığıyla işçi sınıfının mücadele aracı olmaktan çıkartılması, burjuvazinin hizmetine sokulması, onların sınıf mücadelesinin temel ve kalıcı araçları olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Örgütlenmenin önünde baraj sorunu kadar engel olan işbirlikçi bürokrat sendikacılara karşı da mücadele yükseltilmelidir. Sendikalar bunlardan kurtarılmalı, gerçek sahipleri olan devrimci işçiler sendika yönetimlerine gelmelidir.

Bir hakkın anayasada olması, pratikte varolduğu anlamına gelmez. Hakların korunması, kullanılması ve yenilerinin elde edilmesi, örgütlü mücadeleden geçer. Hakları korumak, yeni haklar elde etmek, sendikal bürokrasiyi tasfiye etmek için, işyeri komitelerinde örgütlenmeli, kendini yasalarla sınırlamayan, meşru-militan bir mücadele hattı izlenmelidir.

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …