Ekim Devrimi 107 Yaşında! YA BARBARLIK YA SOSYALİZM!

Ekim Devrimi, Çarlık Rusyası’nda kullanılan takvimle 25 Ekim 1917 tarihinde gerçekleşti. Batı’da kullanılan takvime göre 7 Kasım’a denk düşüyordu. Fakat dünyadaki bu ilk sosyalist devrim, gerçekleştiği dönemki takvimle anıldı; EKİM DEVRİMİ olarak tarihe kazındı.

Ekim Devrimi bugün 107 yaşında! Bir insan ömrü açısından çok uzun, ama insanlık tarihi açısından çok kısa sayılabilecek bir zaman dilimi. Toplumsal sistemler yönünden ise, en genç olanı, geleceği temsil edeni… Çünkü Ekim Devrimi, “dünyayı sarsan” sosyalist bir devrimdi. Diğer devrimlerden farklı olarak, devrimin asli unsurları işçi ve emekçiler yönetimi ele geçirdiler. Sadece savaşçı olmakla kalmayıp yönetici oldular.

Ekim Devrimi’nin başardıklarını hatırlamak bile, insanlığın önüne açtığı dünyayı görmek ve egemenleri neden hala korkutmaya devam ettiğini anlamak için yeterlidir.

 

Ekim Devrimi’nin başardıkları

Ekim Devrimi’nin başarılarını esasında saymakla bitiremeyiz.

Her şeyden önce, halka insan gibi yaşayacak koşullar sağladı. Beslenme, sağlık, eğitim, barınma gibi en temel sorunlarını çözdü. Sanattan spora, edebiyattan felsefeye çok yönlü gelişimlerinin önünü açtı. Hem fiziksel hem de ruhsal ve sosyal düzeylerini yükseltecek olanakları sundu. Lenin’in deyimiyle “her aşçı kadının devleti yönetebileceği” bir ortamı yarattı. Çalışma ve yaşam koşullarını ona göre düzenledi.

İşte veriler:

Sosyalist Sovyetler Birliği bütçesinin yüzde 75’i işçi ve emekçilerin ihtiyaçlarına ayrılmıştı. Geri kalan yüzde 25 ise, yeni ekonomik yatırımlara. Çarlık döneminde 12 saatten fazla çalışan işçilerin iş günü 1927’de 7 saate düşürüldü. Bazı dallarda ise 6.5 saatlik işgünü uygulamaları başladı. 

Fabrika ve işletmelerde işgünü kısalırken, emek üretkenliği arttı. Böylece daha fazla vardiyalar oluşuyor ve işsizlik ortadan kalkıyordu. 1930 yılına gelindiğinde tek bir işsiz kalmamıştı. Ayrıca işçilerin dinlenme, sosyal-kültürel etkinlikleri için zaman da kalıyordu. İşçiler ekonominin planlanmasına katılıyor, istedikleri meslek üzerine uzmanlaşabilecekleri teknik liselerde, gece okullarında, işçi üniversitelerinde eğitim görüyorlardı.

Sovyet vatandaşları doğumlarından ölümlerine kadar sosyalist devletin güvencesi altındaydılar. Sakatlandıklarında tüm bakım ve tedavi masrafları karşılanırdı. Çalışamaz durumda iseler, emeklilik sürelerinin dolması beklenmeksizin emekli edilirlerdi. Emekliler, kapitalizmin tam tersine, çalışmalarının karşılığında rahatça geçinebilecekleri olanaklar sahip olur, saygı görürlerdi. Onlar için inşa edilmiş binlerce hastanede en gelişkin yöntemlerle tedavi edildiler. Sağlık herkese parasızdı.

Ekim Devrimi, kadın sorununda da “ilk”leri başardı. Kadınlara seçme-seçilme hakkı, dünyada ilk kez 1917 yılında SB’de ilan edildi ve yaşama geçirildi. Devlet yönetiminde kadınlara yer verildi ve ilk kadın bakan (Sosyal Güvenlik Halk Komiseri) Kollontay oldu. Ardından ilk kadın “diplomat” olarak SB’yi temsil etti. İlk kez “eşit işe, eşit ücret” bir devlette benimsenmekle kalmadı, uygulanmaya sokuldu. Toplu çamaşırhaneler, yemekhaneler ve kreşlerin çoğalmasıyla kadınlar, kitlesel çalışma hayatına atıldılar; yönetimin her kademesinde görevler üstlendiler. “Kadın-erkek işi ayrımı” ortadan kalkmaya başladı, ilk kadın makinist, ilk kadın pilot, hatta kozmonot oldular.

Sovyet çocukları sağlıklı ortamlarda ve en seçkin eğitmenler tarafından kreşlerde bakılır, ucuz süt ve besin sağlanırdı. Clara Zetkin’in ifadesiyle “anne ve çocuğun korunması devletin göreviydi ve bu çalışmada hayırseverliğin izi bile olmamalı”ydı. Çocukların oynayabileceği parkları, gençlerin bedensel yeteneklerini geliştirecekleri spor alanları vardı. İşçi ve emekçilerin işyerlerine yakın, bir kent gibi düzenlenmiş yerleşim siteleri bulunuyordu. Sıhhi tesisat, ısıtma, gaz ve öteki donanımların ücretsiz yapıldığı, konforlu ve estetik biçimde inşa edilen evlerde yaşıyorlardı.

Devrim öncesi Rusya’da halkın yüzde 80’i okuma yazma bilmezdi. 1930’a gelindiğinde okuma-yazma oranı, yüzde 80’e yükseldi. Ülkenin neredeyse her köşesine kütüphaneler kuruldu. Halk kütüphanelerinin sayısı 62 kat artmıştı. Rus klasikleri 435 dilde 167 milyon 742 bin adet, dünya klasikleri ise 158 dilde 15 milyon 763 bin adet basıldı; bunlar, kütüphanelerde emekçilere sunuldu.

Çarlık Rusya’sında153 olan tiyatro salonu, 1941’de 926’ya çıktı. Bu tiyatrolarda değişik halklar tarafından konuşulan 50 dilde oyun oynanıyordu. Sovyet sinemacıları da dünyanın sayılı ve seçkin filmlerini ürettiler. Dünyada ilk sinema okulu 1919’da Moskova’da açıldı; ‘40’lı yıllara gelindiğinde tiyatro ve sinema eğitimi veren okul sayısı 170’i aşmıştı. Yine dünyada sesli ve renkli filme geçen ilk ülkelerinden biri oldu Sovyetler Birliği. (Bkz: Anna Strong, Stalin Dönemi, Onur Yay.)

Dünyanın en güzel metro istasyonları bugün hala Moskova ve Petrograd’dadır. İşçilerin deyimiyle, “saraylar yeraltına inmiş”ti. Emekçiler, Neva ve Moskova nehirlerinin altından geçen sayısız metro hattından, duvarları süsleyen devrim tablolarını izleyerek yolculuklarını yapıyorlardı.

 

Kriz bilmeyen bir ekonomi

Emperyalist-kapitalist sistemin 1929 krizi ile sarsıldığı bir dönemde, krizi hiç tanımayan ve o koşullarda büyük bir kalkınmayı başaran tek devlet oldu. Gerek sanayide, gerekse tarımda büyük atılımlar gerçekleştirdi, beş yıllık ekonomik hedeflere dört yılda ulaştı. Çünkü “sosyalist ekonomi” kapitalist ekonominin aksine planlıydı. Daha önemlisi, tekellerin karını maksimize etmek için değil, işçi-emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirmek, refah düzeyini arttırmak için yapılıyordu.

Beş yıllık planlar, ülkenin en ücra köşelerinden gelen bilgilerle, önerilerle kolektif tarzda hazırlanıyordu. Stalin’in belirttiği gibi, işçi ve emekçiler “milyonların görebildiği açık hedeflerden doğan gönüllü bir disiplin”le, sağlam bir ruh ve motivasyonla çalışıyordu. Böylesine büyük bir atılımın altında yatan gerçek buydu.

Ekim Devrimi’ni daha boğmak isteyen emperyalistler, her yandan saldırıya geçtiklerinde, Sovyet hükümeti hem emperyalist işgale ve içteki uzantılarına karşı savaşıyor, hem de açlık ve hastalıktan kırılan halkın yaralarını sarmaya çalışıyordu. “Komünist Cumartesi”ler, yani Subotnikler, böyle kritik bir aşamada tarih sahnesine çıktı ve üretimi arttırarak sıkıntıların aşılmasında çok önemli bir rol oynadı. Lenin’in deyimiyle “burjuvaziyi devirmekten daha zor, daha önemli, daha radikal ve tayin edici bir devrimi” gerçekleştirdiler.

İç savaş döneminde Subotniklerin oynadığı rolü, ikinci emperyalist savaşın öngününde Stahanovlar oynadı. 1935 yılında Stahanov adındaki bir maden işçisi, kömür üretiminde rekorlar kırarak, sosyalist yarışmanın ateşini fitilledi. Onu ayakkabı, tekstil, demiryolu, tarım gibi çeşitli alanlarda çalışan işçiler izledi ve sosyalist inşada çok önemli mesafeler katledildi. Savaş tehdidi altındaki geri bir ülkeden, çok kısa sürede sanayi ve tarımda en ileri ülkelerin seviyesine çıkan bir Sovyet ülkesi yarattılar.

Ekim Devrimi’nden önce korkuyla soruyordu burjuvalar: “Bir an için Bolşeviklerin üstünlüğü ele geçirdiklerini varsayalım, bu durumda bizi kimler yönetecek?” Ve dalga geçerek şöyle yanıtlıyorlardı: “Belki aşçılar, pirzola ve biftek uzmanları? Ya da itfaiyeciler? Ahırlardaki bakıcılar ve atlı araba sürücüleri? Belki de dadılar, çocuk bezlerini yıkadıktan sonra aceleyle Devlet Konseyi oturumlarına koşacaklar? Bunlar değilse kim? Devlet adamları kimler olacak?” (Muhafazakar gazete NoveoVremia’dan alıntı-1917, aktaran T. Cliff 3, sf.14)

İşte o küçümsedikleri insanlar, kendilerini çok yönlü geliştirerek büyük mucizelere imza attılar. Devlet yönetimini küçük bir azınlığın elinden alıp kolektif bir güç haline getirdiler. En büyük emperyalistlere kafa tutan, kısa sürede onları geride bırakan bir ülke yarattılar.

 

“Uluslar hapishanesi”nden

“halklar bahçesi”ne

Ekim Devrimi’nin ayırtedici özelliklerinden biri de; SSCB’de yaşayan uluslar ve ulusal topluluklardan işçi ve köylüleri, karşılıklı güven ve kardeşçe bir yakınlaşma ile birleştirmesi ve enternasyonalist bir bakışaçısıyla dövüştürebilmesidir. Çarlık Rusyası’nın “uluslar hapishanesi”ni “halklar bahçesi”ne çevirmesidir.

Komünistler, başından itibaren proletaryanın kurtuluşunun, ezilen halkların kurtuluşu ile birlikte olacağını savundular. “Ulusların kendi kaderini tayin hakkı”nı (UKKTH) Ekim Devrimi’nden çok önce programlarına koydular. Çarlık Rusyası sınırları içinde bulunan Finlandiya’nın bağımsızlık kararını, daha devrimin ilk günlerinde onaylayan Lenin, bu konuda tek örnektir. Kaldı ki Finlandiyalı komünistler, federal bir devlet olarak SSCB içinde kalmaktan yanaydı. Buna rağmen meclis çoğunluğu “bağımsızlık” kararı alınca, büyük bir üzüntüyle bu kararı Lenin’e götürüp onaylatan da onlar olmuştur.

Azeri, Ermeni, Gürcü gibi uluslar da bir süre bağımsız kalıp, sonradan SSCB’ye katıldılar. Ki bunlar, emperyalistler tarafından dünyadaki ilk sosyalist devlete karşı kullanıldıkları halde, Lenin ve Bolşevikler, UKKTH’nı savunmaktan ve yaşama geçirmekten geri durmadı. Federal ya da özerk biçimler altında SSCB içinde yer alanlar çoğunluğu oluşturdu. SSCB içindeki uluslar ‘altın çağ’larını, sosyalizm döneminde yaşadı. Devrimin ilk yıllarından itibaren 60’tan fazla dilde gazete basılmaya başladı, kültürel-sanatsal etkinlikleri alabildiğince gelişti. Öyle ki, unutulmaya yüz tutmuş diller ve kültürler bile açığa çıkarıldı.

Emperyalizm ve onun yarattığı faşizm ile sosyalizm arasındaki savaş, aynı zamanda ulusal soruna iki farklı dünyanın bakışı ve savaşımı oldu. Sosyalizmin ulusların eşitliği ve dostluğu ideolojisi ile faşizmin milliyetçilik ve ırk düşmanlığı ideolojisi çarpıştı ve ilkinin kesin zaferiyle sonuçlandı. İkinci emperyalist savaşta Nazi Almanyası şahsında faşizm, sadece askeri olarak değil, siyasal ve manevi olarak da büyük bir yenilgi aldı.

 

Emperyalist savaşı durduran devrim

Ekim Devrimi, işçi ve emekçilerin, ezilen halkların, emperyalist savaşa karşı nasıl mücadele etmeleri gerektiğini göstermesi bakımından da ayrı bir öneme sahiptir. Lenin’in “ya devrimler savaşları önler, ya da savaşlar devrimlere yol açar” sözü, savaşın yükünü çeken tüm halklara direniş çağrısı olmuştur.

Ekim Devrimi, dünyanın en büyük sömürgeci ülkesi Çarlık Rusyası’nı tarihten silmekle kalmadı, önce Rus-Alman savaşına, ardından sürmekte olan birinci dünya savaşına noktayı koydu. Çarlık Rusyası ile diğer emperyalistlerin gizli anlaşmalarını deşifre ederek, onların gerçek niyetlerini ve planlarını ortaya döktü. Ünlü ‘Skyes Picot’ anlaşmanın teşhiri, Ortadoğu halklarında yeni direnişlere yol açmış ve emperyalistlerin emellerini suya düşürmüştür.

Ekim Devrimi ile birlikte bir çağ kapandı. Lenin’in “emperyalizm ve proleter devrimleri çağı” adını verdiği yeni bir çağ açıldı. Bu aynı zamanda emperyalizme bağımlı ülkelerde ulusal kurtuluş savaşlarını tetikledi, sömürgesel devrimlere yol açtı.

Bunlardan biri de Türkiye’dir. Bolşeviklerin “barış” çağrısıyla yetinmeyip, emperyalist ülkelerin “kirli çamaşırlar”ını ortaya dökmesi, Osmanlı aydınlarında Lenin’e ve Bolşeviklere karşı büyük bir ilgi yaratmıştır. Yanıbaşında patlak veren devrim ve ardından kurulan sosyalist Sovyetler Birliği, Türkiye’nin ulusal kurtuluş savaşında yalnızca esinlendirici bir rol oynamakla kalmadı, önemli bir maddi destek kaynağı oldu. TBMM’yi ve onun hükümetini ilk tanıyan devlet, Sovyetler Birliği’dir. Ankara Hükümeti’nin ilk yurtdışı ziyareti de SB’ye yapılır. 1921’de imzalanan Moskova Anlaşması ile Sovyetler Birliği’nin 10 milyon altın ruble sözü verdiği, bunun 5 milyonunun, Temmuz 1921’de Yunanistan saldırısından önce ulaştığı söylenmektedir. Bu rakam, Ankara Hükümeti’nin bir yıllık bütçesine denk düşmektedir. (Stefanos Yerasimos, Milliyetler ve Sınırlar)

Bu yardımların yanı sıra, Rusya’daki devrimin yayılmasından büyük bir korkuya kapılan emperyalistler, hızlı bir biçimde Kemalist burjuvazi ile uzlaşma yolunu tutmuştur. Emperyalistler sadece Türkiye’de değil, birçok yerde ve birçok konuda devrim korkusuyla geri adım atmak zorunda kalmışlardır.

 

Sosyalizm, insanlığın umudu, özlemi…

Ekim Devrimi, tüm dünyada işçi ve emekçilerin, ezilen halkların yaşamında büyük değişimlere yol açmış, çok önemli kazanımların zeminini yaratmıştır. Birleşmiş Milletler’in göstermelik de olsa UKKTH tanıması dahil, emperyalist-kapitalist ülkelerde “sosyal devlet” adı altında işçi-emekçiler lehine her gelişmede, bu devrimin etkisi vardır.

Bundan dolayı burjuvazi onu gerek içten gerek dıştan yıkmak için her şeyi yapmıştır. Sosyalist kampı, revizyonist kampa dönüştürdükten sonra 90’lı yıllarda tümden yıkarak bu amacına ulaştı. Ve bunu “kapitalizmin zaferi” olarak sunup “tarihin sonu” dediler. Fakat bu yaygaralar 10 yıl içinde sönüp gitti. Yeni bir emperyalist savaş, kapitalizmin artan sıklıkta krizleri, zengin-yoksul arasındaki uçurumun devasa boyutlara ulaşması, mülteci akını, beyin göçü, salgın hastalıklar, açlık ve vahşet ortalığı sardı. Kapitalizmin sosyalizme alternatif oluşturması bir yana, sosyalizm tehdidi ortadan kalktığı anda, daha geriye savruldu. Sömürüde “vahşi kapitalizm”e, yaşamda “Ortaçağ karanlığı”na döndü.

Ekim Devrimi ve onda somutlanan sosyalizm, insanlığın umudu, özlemi olmaya devam ediyor. Çünkü o, sömürge ve yarı-sömürge ülkelerdeki ulusal bağımsızlık ve sosyalizm mücadelelerini ateşledi; DOĞU’sunu aydınlattı… Kapitalizmi (işsizlik sigortası, emeklilik hakkı, sağlık sigortası vb. tavizlerle) kendine çeki düzen vermeye zorladı; BATI’sını aydınlattı… Dünyanın başına çöreklenmeye çalışan Alman faşizmini Berlin’e dek kovaladı; DÜNYA’yı aydınlattı…

Böyle bir devrimi, onun yarattığı değerleri, ortaya koyduğu başarıları, insanlığın bilincinden söküp atmak mümkün mü? Bugün sosyalizm, sadece insanlığın değil, tüm canlıların, doğanın, dünyanın kurtuluşu için bir zorunluluk olmuştur. İnsanlığın önünde iki yol var: “Ya barbarlık içinde yok oluş ya sosyalizm!”

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …