Yeni bir turnusol: HELALLEŞME-HESAPLAŞMA

Kılıçdaroğlu’nun “bizim de hatalarımız oldu, üzdüğümüz-kırdığımız kesimlerle helalleşme yolculuğuna çıkacağım” mealindeki konuşması, helalleşme-hesaplaşma tartışmasını beraberinde getirdi. Bu konuşmasından dolayı Kılıçdaroğlu’nu kutlayanlar bile oldu.

Karşı çıkanlar ise kendi içinde farklılaştı. “Helalleşme”nin dini bir kavram olmasından hareketle “dili”ni eleştirenlerden, “CHP’yi hatalı göstermeye hakkı olmadığı”nı ileri sürenlere kadar, her kesim kendi siyasi duruşuna göre yorumlarda bulundu. İçlerinde devrimcilerin de bulunduğu önemli bir kesim ise, “helalleşmek” değil, “hesaplaşmak gerekiyor” dediler.

* * *

Helalleşme-hesaplaşma üzerinden gerçekleşen bu saflaşma, yeni bir turnusoldur. Bir başka ifadeyle reformla-devrim, reformist partilerle devrimci-komünist kurumlar arasında farkı ortaya koyan “nirengi noktaları”ndan biridir. Ama sadece bununla sınırlı değil. Asıl olarak işçi-emekçi kitlelerin ruh halini ne kadar dikkate alıp almadığının, onlara ne kadar yakın veya yabancılaşmış olduğunun; dolayısıyla ne kadar temsil ettiğinin de bir göstergesidir.

Nitekim kitlelerden gelen tepkiler üzerine Kılıçdaroğlu ve CHP, bu sözlerine açıklık getirme ihtiyacı duydular. “Helalleşme”nin suçluları affetmek anlamına gelmediği, onlarla “hukuk” üzerinden hesaplaşılacağı yönlü açıklamalar yaptılar. Ama Kılıçdaroğlu’nun kimlerle “helalleşeceği”ne verdiği örnekler; “başörtülü kızlar”la, 28 Şubat’la başladı, Roboski’yle, Gezi’yle devam etti…

Bu ifadeler de gösterdi ki, “helalleşme” ile, asıl olarak dinci-gerici kesimlerle uzlaşılacağı mesajı verilmekteydi. İkinci olarak AKP döneminde yapılan katliamların, cinayetlerin, her tür haksızlığın üstü örtülmek isteniyordu. Ve üçüncüsü, AKP döneminden hesap sormak için yanıp tutuşan kitlelerin öfkesini bugünden bastırmak amacını güdüyordu. Kılıçdaroğlu’na destek verenlerin başında, eski AKP’lilerin, dinci-gerici kesimlerin, devlet erkanının olması da bu amacı açıkça ortaya seriyordu.

Bunun basit bir seçim manevrası olduğu düşünülmemelidir. Sadece Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığına hazırlanması ve dinci-gerici kesimlerden oy alma isteğiyle de sınırlı olmayan, derin bir anlamı vardır. Kılıçdaroğlu bir kez daha, bir “devlet adamı” kimliğiyle ortaya çıkmış, varolan düzenin sadık bir savunucusu, egemen sınıfların önemli bir sözcüsü olduğunu göstermiştir. Ve her dönem olduğu gibi “sosyal-demokrasi”nin misyonunu ortaya koymuştur.

* * *

Sonuçta Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” sözüyle hangi kesimlere “mavi boncuk” dağıttığı, hangi kesimleri rahatlatmak istediği ve neyi amaçladığı ortadadır. Onun arkasında kümelenen her kişi ve kurum da, kendi siyasi kimliğini, dünya görüşünü ele vermektedir. Bunların başında Selahattin Demirtaş’ın ve HDP’nin gelmesi, üzerinde ayrıca durmayı gerektiriyor. Demirtaş, hapishaneden gönderdiği açıklamalarla açıkça “helalleşme”den yana olduğunu belirtti ve Kılıçdaroğlu’nun bu konuda desteklenmesini savundu.

HDP ve Demirtaş şahsında Kürt hareketi, yıllarca AKP’ye verdiği desteği örtbas edebilmek için, şimdi AKP dönemini (dolayısıyla kendisini) aklayarak kapatma çabası içindedir ve bu konuda CHP ile ittifak halindedir. Her ne kadar kendi dışındaki sol partilerle “üçüncü blok” oluşturmaya çalışsalar da, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tıpkı İstanbul seçimleri gibi davranacaklarını söyleyerek, “millet ittifakı”nın göstereceği adayı destekleyeceklerini bugünden ilan etmişlerdir. Demirtaş’ın Kürt kitlesi başta olmak üzere halk içindeki desteğini bilindiğinden, bu tür beyanlar Demirtaş üzerinden verilmekte ve kitlelerin bu duruma alışması istenmektedir.

Esasında “üçüncü blok” ile, CHP’ye mesafeli sol kesimler düzene entegre edilmekte, HDP’nin bu kesimler üzerindeki etkisinin sürmesi hedeflenmektedir. Yoksa HDP, geçmişte AKP’ye verdiği desteği bugün CHP’ye, dolayısıyla “millet ittifakı”na vereceğini, her aşamada göstermiştir. Bunun da altında ABD ile olan ilişkileri yatmaktadır.

Suriye savaşından bu yana Kürt hareketinin asıl olarak Rojava’ya kilitlendiğini, oradaki kazanımları korumayı her şeyin üzerinde tuttuğunu, önceden ifade etmiştik. Bu doğrultuda ABD başta olmak üzere emperyalistlerle ilişkileri iyi tutmak, temel prensipleri oldu. Türkiye’deki her gelişmeye bu perspektiften yaklaştılar; ABD ile arası açılan AKP’den uzaklaşıp CHP ile yakınlaştılar. İstanbul seçimlerinde İmamoğlu’na verdikleri destek de, şimdi Kılıçdaroğlu’nun arkasında yer almaları bu yaklaşımın doğal sonucudur. Böylece hem emperyalistlere hem egemenlere olumlu sinyaller göndermekte, artık tamamen “düzen-içi” bir parti haline geldiklerini kanıtlamaktadırlar.

* * *

“Helalleşme”ye sadece dini bir kavram olmasından dolayı karşı çıkmak yanlıştır. Mesele bir “dil” sorunu, biçimsel bir hata değildir. Asıl olan içeriğidir. Bilindiği gibi “helalleşmek” geçmişte yapılan karşılıklı hataları affetmek (hatta çoğunlukla, “haksızlık” yapanın, “hak yiyen”in bu hatasını silme çabasıdır), sonrası için yeni ve temiz bir sayfa açmak demektir. Oysa AKP dönemi başta olmak üzere halkın yaşadığı haksızlıklarda, baskı ve şiddette, zulüm ve işkencede, bir “karşılıklılık” yoktur. Suçlu olan devlettir; devleti o dönem temsil eden kişi ve kurumlardır. “Yeni” bir dönemin başlayabilmesi için de bu suçlulardan hesap sorulması, cezalarının verilmesi gerekir.

CHP ve Kılıçdaroğlu, tabandan gelen tepki üzerine “suçlu olanlar tabi ki ‘hukuk’ karşısına çıkacaktır” demek zorunda kalmıştır. Ama biliyoruz ki, “hukuk” egemenlerin hukukudur. Bugüne dek kaç işkenceci, katil, tecavüzcü, mafya lideri “hukuk” üzerinden aklandı! Kitlelerin eylemli basıncı olmadığı sürece, burjuva mahkemeler devlet adına suç işleyenleri asla yargılamaz ve cezalandırmaz. Üzerlerinde halkın baskısını hissetmedikleri koşullarda, CHP’nin yapacağı da en fazla birkaç kişiyi göstermelik şekilde yargılamaktan ibaret olacaktır.

Yıllardır AKP’nin baskı ve sömürü politikaları altında yaşayan, hak kaybına uğrayan, sevdiklerini kaybeden geniş bir kesim, AKP ile helalleşmek değil, hesaplaşmak istiyor. Bunu da tüm baskılara rağmen açıkça ifade ediyor. Elbette baskı ve sömürü AKP dönemiyle sınırlı değildi. CHP dahil diğer düzen partilerinin işbaşında olduğu dönemde de birçok suçlar işlendi. AKP bazı konularda hepsini geçti ve bu dönem çok uzun sürdü. Ve şu anda sözkonusu olan AKP dönemidir. Yoksa CHP başta olmak üzere tüm düzen partileri, bu sömürü ve soygun düzeninin bir parçası olduklarından dolayı suçludurlar. Dahası, AKP döneminin bu şekilde yaşanmasında da payları vardır. Ama bu suçlar, “helalleşme”yle ya da özür dilemeyle affedilecek, unutulacak şeyler değildir.

Yaşanan onca kayıplar, acılar bir “özür”le geçer mi? Çocuklarını işkencelerde, katliamlarda kaybeden analar, onların katillerini affeder mi, bu katillerle “helalleşir” mi? “Kaza” adı altındaki iş cinayetlerinde, trenlerde, doluştukları kamyon kasalarında yakınlarını kaybedenler, onların haklarını aradıkları için başlarına gelmedik şey kalmayanlar, bunlardan sorumlu olanları affeder mi?

Kitleler AKP’ye oy veren herkesten değil, AKP’li yetkililerden, suçlulardan hesap sormak istiyor. “Rövanşist olmayacağız”, “devri sabık yaratmayacağız” diyerek, sanki her AKP’liyi yargılamak isteyen varmış gibi davranmak, bilinçli bir çarpıtmadır, demagojidir.

* * *

CHP başta olmak üzere tüm düzen partileri, halkın AKP şahsında devletten hesap sorma isteğini ve bilincini köreltmeye çalışıyorlar. Bugüne dek bir çok kez kitlelerin öfkesinden AKP’yi korumak için özel olarak uğraştılar. Öyle ki, kazandığı seçimlerde halkın sokağa çıkıp kutlama yapmasını bile engellediler. O zaman da söylemiştik; sevinç gösterileri yapamadığın zafer, “zafer” değildir! Nitekim 24 Haziran 2015’teki seçim zaferinin sonu hüsranla bitti! Ve öyle olmasında CHP ve HDP’nin önemli bir payı vardı.

Sosyal-demokratların ve bir bütün olarak reformizmin yaptığı en iyi şey; devrim itfaiyeciliğidir. Halkın yükselen öfkesini dindirmek, oyalamak ve unutturmaktır. Tarihi misyonları budur. Egemenler tam da böyle dönemlerde onlara ihtiyaç duyarlar. Onun için faşizme ve gericiliğe karşı mücadele; reformistleri dışlamadan, ama onlara karşı mücadeleyi de elden bırakmadan verilmelidir. Faşizme karşı birleşik mücadele, reformistlerin peşinden sürüklenmek değildir. Aksi halde doğru-düzgün bir kazanım elde edilmez ve yine kaybeden işçi ve emekçiler, devrimci güçler olur.

Suçlularla helalleşmek değil, hesaplaşmak gerekir. Hesaplaşma olmadan ne gerçek zafer elde edilir; ne de “toplumsal barış” sağlanır.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …