İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır!

Son aylarda peş peşe işçi eylemleri gerçekleşti, gerçekleşiyor. Direnişler metalden, kağıda, tekstilden madene neredeyse bütün işkollarını sardı. Üstelik lokal değil, ülkenin dört bir yanını kapladı.

Fakat büyük çoğunluğu kendiliğindendi. Neredeyse hepsi, ücretlerin enflasyon karşısında erimesinden, patronların ücretlere sıfır zam dayatmasından kaynaklandı. Asgari ücrete yapılan zam, daha işçilerin eline geçmeden açlık sınırının altına düşmüştü. Ki aradan geçen günlerde bu açı daha da büyüdü.

İşçi ve emekçilerin yoksullukları giderek derinleşiyor, aldıkları ücretler, hayat pahalılığı karşısında eridikçe eriyor. Buna karşın işçilerin sendikalaşma oranı halen çok düşük. İşçiler sendikalaşmak istiyor, fakat patronların yeni engelleriyle karşılaşıyorlar. Daha önemlisi, işbirlikçi-uzlaşmacı sendikalar, işçilerin önüne çıkartılan engelleri aşmak için mücadele etmiyor, aksine onun bir parçası oluyorlar. Bu durumda asıl görev işçilere düşüyor.

 

Direnişlerde sendikalaşma düzeyi

Direnişe geçen işyerlerine baktığımızda çoğu sendikasızdı. Özellikle çorap işkolunda yaşanan işgal ve grevlerin hepsi sendikasız olan işyerlerinde gerçekleşti. Sendikalı olan, sendikalaştıkları için işten atılan, eylem içerisinde sendikalaşan işçiler de vardı kuşkusuz. Örneğin Çimsetaş sendikalı bir işyeriydi. Fakat Çimsetaş işçileri, direnişlerinde sendikaları Birleşik Metal-iş’i yanlarında göremediler. Aksine sendika, direnişin son bulması için uğraştı. Farplas’ta ise işçiler sendikaya üye oldukları için işten atıldılar, bunun üzerine direniş başladı ve direniş içinde sendikalaşma oranı arttı.

İşçiler arasında işsiz kalma korkusuyla sendikaya üye olan önemli bir kesim var. “Sendikalı olursam kolay kolay atamazlar, atsalar da haklarımı alırım” düşüncesiyle hareket ediyorlar. İşçiler cephesinden böyle olması normal. Sınıf bilinci edinmeyen işçi, sadece işten atılmamak ya da atıldığı koşulda kıdem tazminatını alabilmek için sendikalı olabilir. Esasında işçiler sendikaya en başta ekonomik sorunları için ihtiyaç duyarlar. Ve elbette haklarını almak-korumak için, sendikanın onlara sahip çıkmasını isterler. Sendikalar da bu görevi yerine getirmelidir. Fakat tek görevleri bu değildir.

Önemli olan, işçiler sendikalı olduktan sonra onlara vereceği bilinçtir. Bu eğer sınıf bilinci olursa, sendikayla ilişkisi sadece ekonomik-sosyal haklar boyutuyla kalmaz, siyasal bir bakışa evrilir. Fakat ne yazık ki, günümüzde sendikaların önemli bir kısmı, işçilere bu bilinci vermiyorlar. Aksine onları ekonomik mücadelenin sınırları içinde tutuyorlar. Son direnişlerde bunun örneklerini bir kez daha gördük.

 

Tazminatı alıp gitmek kurtuluş mu?

Direnişlerin çoğu kazanımla sonuçlandı. Fakat kazanım olarak öne çıkan, işçilerin tazminat gibi haklarını almasıydı. En önemli taleplerinden olan “atılan işçilerin geri alınması” ise büyük oranda gerçekleşmedi. İşine geri dönen işçi sayısı çok az oldu.

Migros Depo işçilerinin hepsinin sendikalı olarak işe döneceği söylenmişti, ama sonradan bir kısmının işe geri alındığı öğrenildi. Büyük bir kısmı tazminatını alarak evlerine döndüler. Yani işsizler kervanına katıldılar. Farplas işçilerin çoğu da tazminatlarını alarak direnişten vazgeçti. Sadece bir grup işçi, fabrika önündeki direnişi sürdürüyor.

Baldur, Birleşik Metal-iş sendikasının örgütlü ve bir dönem öne çıkan bir işyeriydi. Baldur’da yaşanan son işçi kıyımında ise, direniş yaşanmadı, atılan işçiler tazminatını alıp gittiler. Birleşik Metal-iş de direnişi örgütleme yönünde bir çabaya girmedi, hatta işçilerin tazminatlarını alıp gitmesini teşvik etti.

Bu yönde daha pek çok örnek verilebilir. Bu örnekler genel olarak sendikaların tutumunu resmediyor. Dahası, patronlar için de bir model oluşturduğu anlaşılıyor.

Çünkü patronlar sendikalı bir işçiyi işe geri almaktansa, tazminatını vererek atmayı tercih ediyor. Farplas’ta, Migros Depo’da yaşanan budur. Sinbo patronu da sendikalı oldukları için işçileri işten atmıştı; direniş ve mahkeme kararıyla işe geri dönen işçileri bu kez kod-29’dan attı. Şimdi ise, direnişin önünü kesmek için, sendikalı işçilerin hakedişlerini fazladan vererek işten atıyor. Amaç, sendika üyesi işçi bırakmamak! Sendika yetki alamamış, yetki alacak üye sayısına ulaşamamış olsa bile!

Benzer bir durum Alpin çorapta yaşanıyor. Alpin çorap işçileri işgal ve grev sonucunda tüm taleplerini aldılar. İşçilerin haklarını vermek zorunda kalan patron, “haklarınızı fazladan verdim, artık sendikaya gitmeyin, sendikalı olmayın” demeye başladı. Bu örnekler, patronların en ufak bir örgütlülüğe dahi tahammülleri olmadığını gösteriyor.

Patronlar işyerlerinde sendikalı işçi istemedikleri gibi, fabrika önünde bir direnişin yaşanmasını da istemiyorlar. Bunun için de tazminat kozuna başvuruyorlar. Düşük ücrete çalıştırdıkları işçileri “tazminatını al ihtiyaçlarını karşıla” diyerek, işçinin ekonomik çıkmazını fırsata çeviriyorlar. Üstelik işten attıkları işçilere “tüm haklarımı aldım, mahkemeye gitmeyeceğim” belgesi imzalatıyorlar.

Sendikalar ise bu gelişmeler karşısında hiç bir şey yapmıyor. İşçiler tazminatlarını alıyorsa sorun yokmuş gibi davranıyor. Böylece patronların -tazminatı vermesi koşuluyla- kitlesel işçi kıyımına ortak oluyorlar.

 

Taban örgütleri kurulmalı

Son direnişler üzerinden görülen; patronların da sendikaların da işçilere “tazminatını al git” dediğidir. Buna izin verilmemelidir. Elbette işten çıkarmalarda tazminat dahil tüm haklar alınmalıdır. Ama esas olan, işten çıkarmaları durdurmak, atılan olduğu zaman da sendikalı olarak geri dönmeyi başarmaktır. Bu hayat pahalılığında “tazminat parası” çok çabuk biter. Ama işsiz kalan bir işçinin kriz koşullarında yeniden iş bulması çok zordur.

Onun için direnişlerde “işe sendikalı olarak geri dönme” talebi gerçekleşmelidir. Patronların direnişi bitirmek için bu konuda verdiği sözleri tutması sağlanmalıdır. Tutmadığı koşulda sendikalar bu durumun üstünü kapatmayıp teşhir etmeli ve yeniden direnişe geçmelidir. İşçiler de sendikalara bu yönde baskı yapmalıdır.

İşçi sınıfının tabanda örgütlenmek dışında başka bir seçeneği yoktur. İşyeri komitelerinde örgütlenmeden varolan sendikaları harekete geçirmek çok zor olmaktadır. İşçiler her halükarda taban örgütlerini kurmalı ve sendikalara üye olmalıdır. Devrimci-öncü işçileri sendika yönetimlerine getirerek sınıf sendikacılığını yaşama geçirmelidir. Ancak bu koşulda hem haklarını, hem de işini koruyabilir. Dahası, çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirebilir. Bunun yolu da, ekonomik mücadele ile siyasi mücadeleyi birleştirmekten geçer.

İşçi sınıfı en başta kendi gücüne güvenmeli, tabandan örgütlenmeyi başarmalıdır. Unutulmamalıdır ki, işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır!

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …