Kadının kurtuluşu sorunu, ekonomik-siyasi-kültürel, maddi-manevi çok yönlü bir gelişme sürecidir. Maddi alt yapının güçlendirilmesi, hukuk alanındaki tüm eşitsizliklerin giderilmesi, gerici önyargılar, gelenek ve göreneklerle savaşılması, cehaletin kökünden kazınması… 1917 Ekim Devrimi’yle kurulan Sosyalist Sovyetler Birliği, kadının kurtuluşun önemli bir örneğini sunar bize.
Sovyetler Birliği, kadının kurtuluşunu sosyalizmin inşa sürecine bırakan kendiliğindenci bir anlayışta değildi. Yüzyılların kadına taşıdığı kölelik mirasından kurtuluş için katedilecek uzun mesafeler vardı elbette. Ancak Sosyalist Sovyetler, bu mesafenin önemli bir kısmını binbir zorluk ve özveri içinde hayata geçirdi.
Ekim Devrimi’nin hemen ardından genç işçi-köylü devleti, ilk yazılı yasasını kadına ve aileye ilişkin olarak çıkardı. Bu yasa, kadın-erkek eşitsizliğini her şeyden önce hukuken ortadan kaldırdı. Yasaya göre, boşanma kolaylaştırıldı. Gönüllü birlikteliğe dayanmayan her bağ, köleleştirici ve baskıcı sayıldı. Yine aynı yasayla eşler birbirine eşit kabul edildi. Evlilik, tantanalı tören malzemesi olmaktan çıkarıldı, basit bir kayıt işlemine dönüştürüldü. Eşler isterlerse kendi soyadlarını taşıyabiliyor, evlilik rejimi mal varlıklarının ayrılığına dayalı hale getiriliyordu. Çocuklar ise, ister evlilik içi, isterse evlilik dışı olsun, eşit haklara sahip kılınıyordu. Çalışan kadın, doğum öncesi ve sonrası toplam 16 hafta süreyle izinli sayılıyor, ücreti kesintisiz ödeniyordu. Çocuğun ise devlet tarafından bakımı garanti altına alınıyordu.
Buraya kadar saydıklarımızın kimi maddeleri tanıdık gelebilir. Bugün ülkemizdeki burjuva hukuk sistemi de biçimsel olarak -çok daha geri de olsa- benzer kararlar alıyor. Ancak çok açık olan bir şey var ki, bahsettiğimiz yasalar, bugünden 100 yıl önce ve gerici değerlerin çok yoğun yaşandığı bir doğu toplumunda çıkıyordu. Daha önemli olanı da, biçimsel, edir-güdür bir değişikliği değil, yasa maddelerinin toplumsal yaşamın düzenlenmesiyle desteklendiği ve gerçekten yaşama geçtiği özde bir değişikliği ifade ediyordu.
Ekim devriminin kadını yasalar önünde eşit sayması önemli ama ilk adımdı. Gerçek kurtuluşun sağlanabilmesi için kadınlar toplumsal üretime çekilmeli, sosyalizmin inşasında ekonomik-politik-kültürel faaliyetlerin ön safında yer almalıydılar. Ancak tüm zamanını çamaşıra, bulaşığa, çocuk bakımına, ev işlerine ayıran emekçi kadın bu hakları etkin bir biçimde nasıl kullanacaktı? Sosyalizm, bunun için özel önlemler aldı ve ev işlerini kadının sırtından alarak toplumsallaştırdı. Merkezi çamaşırhaneleri olan ev komünleri, komünal mutfaklar, kreşler, anaokulları, oyun alanları, çocuklar için yaz kampları vb. köyde ve kentte hayata geçirildi.
Yıkılması gereken en önemli kale ise, yüzlerce yıllık feodal geleneklerin, dinsel önyargı ve alışkanlıkların kapanına kısılan kadının, ezilmişliği ve aşağılanması nedeniyle kendi gücüne duyduğu güvensizlikti. Bu, tek başına yasalarla değiştirilecek bir durum değildi. Sosyalist devlet, bunun için olağanüstü bir çaba sarfetti. Kağıt üstünde yazılanları pratikte kullanılabilir kılınacak çok yönlü bir seferberlik, örgütlenme ve özendirme faaliyeti gerçekleştirdi. Bu konudaki en çetin savaş, Sovyetler’in Doğu Cumhuriyetleri’nde verildi. Binlerce yıllık geleneklerin kocaya, peçe takmadığında kadını öldürme hakkı verdiği bir coğrafyaydı burası. Taşkent’te kadın hakları hakkında propaganda yapıp peçe takmamayı savunan kadınlar, gericiler tarafından vücutları parçalanarak, kafaları taşla ezilerek, ya da diri diri yakılarak cezalandırıldılar.
Sosyalist devlet, kadının kurtuluşu konusunda gösterdiği olağanüstü çabanın karşılığını, manevi değerleri yüksekte, kültürel ve eğitsel açıdan donatılmış bir toplum yaratarak aldı. 1913 yılına kadar kadınlar tüm işçi sınıfının yüzde 24’ünü oluştururken, bu rakam 1933’te yüzde 33’e çıktı. 1928’den 1932’ye kadar olan dönemde İşçi Üniversiteleri’ne devam eden kadın sayısı, yüzde 16’dan yüzde 30’a yükseldi. Bilim ve tekniğin tüm dallarında öğrenim gören kadınların sayısında ise, büyük artışlar oldu. Örneğin daha 1932 yılında tıp fakültelerinde öğrenim gören kadınlar, tüm öğrencilerin yüzde 68.3’ünü oluşturuyordu. Bu değişiklikler, sadece rakamların değişikliği değil, koyu bir gericiliğin de yıkılması anlamına geliyordu.
Sosyalizm, binlerce yıldır süregelen köleliği bir anda, ya da kısa sürede ortadan kaldıramaz. Sosyalizm, kadını nihai kurtuluşa götürecek yolu açar; ancak esas olan, üretici güçlerin ve üretim ilişkilerinin devrimci tarzda geliştirilmesi ve dönüştürülmesi temeli üzerinde, kadını tam kurtuluşa götürecek toplumsal ve ekonomik önlemlerin uygulanması, bunun toplumun en ücra köşelerine kadar yaygınlaştırılması ve bu çabaların sürekli kılınmasıdır. Sosyalist Sovyet devleti bunu başarmıştır.