Ankara katliamına karşı yükseltilen GREV BAYRAĞI DAHA YUKARI!

hayati-durduruyoruz

Ankara katliamı Türkiye’nin neredeyse her yerinde protesto edildi, katliamda yaşamını yitirenler anıldı. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin iki günlük grev çağrısı, yüzlerce işyerinde karşılık buldu. İş bırakan işçi ve emekçiler, kitlesel yürüyüşler düzenledi. Okulları boykot eden öğrenciler, kampüslerde yürüyüşler gerçekleştirdi. Grev, boykotla birleşti, işçi-öğrenci birlikteliği yaşandı.

DİSK’e bağlı pekçok işyerinde, işçiler greve çıktılar. KESK üyeleri de örgütlü olduğu bütün işyerlerinde greve katıldı. Sağlık emekçileri ve TTB üyesi doktorlar, hastanelerde “acil” dışında hizmet sunmadılar. Grev yapan işçi ve emekçiler, işyerleri önünde katliamı protesto eden basın açıklamaları yaptıktan sonra, illerde yapılan merkezi eylemlere katıldılar. Ya da bir organize sanayi içinde bulunan işçiler, kendi alanlarında eylem yaptılar. Örneğin Çiğli Organize Sanayi içinde buluşan işçiler, “katiller hesap verecek” pankartını açarak sloganlarla yürüyüş gerçekleştirdi.

Sendikacılar kolay kolay grev kararı almazlar. Karar aldıklarında da örgütlemesine girişmezler. Fakat bu kez hızlı bir şekilde grev kararı aldılar. Elbette Ankara katliamının ardından hızlı bir şekilde karar alınması, oldukça önemli ve olumlu bir karardı. Ve bu siyasi bir grevdi!

 

Sınıf mücadelesinde grevin rolü

Grev, işçi sınıfının en etkili silahlarından biridir. Grevde işçi ve emekçiler, işgücünü bir mücadele aracına dönüştürerek, patronlar üzerinde ekonomik baskı kurarlar. Üretim ve hizmeti durdururlar. Üretimin durması burjuvaziye pahalıya patlar. Azami karlarında düşüş yaşanır. Bu yüzdendir ki, grev hakkının önü yasal engellerle doludur.

Buna rağmen Türkiye işçi sınıfı, özellikle ‘80 öncesi bir dolu grev yapmıştır. Bu grevler, ağırlıklı olarak ekonomik taleplidir. Ancak ekonomik taleple başlayıp politik niteliğe dönüşen grevler olduğu gibi, doğrudan politik grevler de olmuştur.

Politik grevin en iz bırakanı, kuşkusuz 15-16 Haziran genel grev-genel direniştir. Keza işçi sınıfının DGM’lere karşı direnişi, 20 Mart 1978’de “faşizme ihtar” eylemleri, Maraş katliamına karşı gerçekleşen genel grev vb. politik grevler yaşanmıştır. Yakın tarihimizde ise, Haziran ayaklanması sürecinde DİSK ve KESK’in grev kararını, Soma maden işçilerinin katliamına karşı yapılan grevi örnek verebiliriz.

Diğer yandan ekonomik talepler için yapılan grevler de siyasi bir niteliğe bürünebilir. Bu talepler tüm işçiler tarafından sahiplenilmiş, burjuvaziye ve devlete karşı direnişe dönüşmüşse, “siyasi bir grev” niteliği kazanmış demektir. Örneğin bu yıl Mayıs ayında Bursa metal işçilerinin sendika değiştirme hakkı ve ücretlerin artması için başlattığı grev, tüm işkoluna yayılmış ve yasalara rağmen yapılmasıyla da siyasi bir niteliğe bürünmüştü.

Ekonomik temelli yürütülen mücadelenin kazanımı sınırlıdır ve kalıcı olmaz. Patronlar kaşıkla verdiklerini kepçeyle alırlar. Bunun için ekonomik mücadelenin politik mücadele ile birleşmesi gerekir. Ne var ki, politik grev, doğrudan burjuvaziyi ve devleti karşısına aldığı için, işbirlikçi bürokrat sendikacılar ve reformist akımlar, genel olarak uzak dururlar. Onlara göre ekonomi ayrı yerde, politika ayrı yerdedir. Ve sendikalar sadece ekonomik mücadele vermelidir.

Burjuvazi ve devleti de sürekli “işçiler politikadan uzak durmalı” propagandası yapar. Çünkü politikleşen işçi örgütlenir. Örgütlenen işçi, sınıf olarak harekete geçer ve haklarını ister. Bu hakları elde edebilmek için de fiili-politik mücadeleyi yükseltir.

 

Katliama karşı politik grev

Ankara katliamdan sonra mitingi düzenleyen sendikalar ve meslek odaları “yastayız, isyandayız, grevdeyiz” diyerek, iki günlük grev kararı aldılar. Ve eylemlerde “katili tanıyoruz” döviz ve pankartlarıyla somut hedef gösterilmesi, oldukça isabetliydi.

Greve katılımın düzeyinden bağımsız olarak, böyle bir kararın alınması önemliydi. Elbette greve tüm işçi ve emekçileri katmaya çalışmak, grevin etkisini büyütmek açısından olduğu kadar, devlete korku salmak ve kitlelere dönük saldırılarını frenlemek bakımından da gerekliydi. Bu noktada sendikaların eksik kaldığı açıktır.

Fakat bazı anlar vardır ki, eylemin sayısal gücünden ziyade niteliği önem taşır. Ayrıca olayın kendisi, kitlelerin tepkisini kendiliğinden arttırır, katılımı sağlar. Ankara katliamı da böyle bir olaydır.

Bugün sendikacıların nasıl bir bürokratik işleyiş içinde oldukları, yasalara ne denli bağlı bir mücadele yürüttükleri bilinmektedir. Fakat katliam öylesine vahşiydi ki, tepkiler de daha ilk andan itibaren kendiliğinden yükseldi. Ayrıca sendikaların kendi üyelerinden de yaşamını kaybedenler vardı. İşçi ve emekçiler sendikalara rağmen işi durdurabilirlerdi. Durduramasalar dahi eylemlerin yükseleceği kesindi. Bu basınç altında sendikalar grev kararını aldılar. Aksi durumda bu tepkinin altında kalabilirlerdi.

Haziran ayaklanması gibi tarihi bir dönemeçte, aynı sendikacılar, grev kararını gecikmeli olarak aldılar. Örgütlü oldukları işyerlerine bile yeterince duyurmadılar. Doğal olarak greve katılım da düşük oldu. Bu durum, sendikacılara olan tepkiyi de arttırmıştı.

Ankara katliamdan sonra hızlı grev kararı alınması önemliydi. Ancak grevin daha geniş kitleye yayılması ve merkezi eylemlerle etki gücünün arttırılması başarılamadı. Greve katılımın en fazla olduğu ilk gün (12 Ekim) merkezi bir eylem yeri belirlenmedi. İkinci gün (13 Ekim) bu eksiklik giderilmeye çalışıldı, fakat bu kez de devletin engellemeleri ile karşılaşıldı.

Bunun yanı sıra cenazelerin birlikte ve kitlesel bir şekilde kaldırılması, gerek devletin engellemeleri, gerekse sendika ve kitle örgütlerinin reformist eğilimleri ile gerçekleşmedi. Katliamın ertesi günü Ankara’da onbinlerce kişi Sıhhiye’de toplandığı halde, cenazeler oraya getirilip toplu uğurlama yapılmadı. Sonrasında cenazelerin gönderildiği illerde toplu törenler gerçekleşemedi. Birbirine çok yakın noktalarda bile üç ayrı cenazenin kalktığı oldu. Cenazelere katılım ve öfke oldukça yoğun olmakla birlikte, bu parçalı yapı, büyük kitlesel gösterileri engelledi.

* * *

Ankara katliamında yaşamını yitirenleri unutmayacağız, unutturmayacağız! Katliamın sorumlularından er-geç hesap soracağız! Faşizme karşı daha örgütlü, birleşik bir mücadeleyi yükseltmek dışında seçeneğimiz yoktur! Ekonomik mücadeleyi siyasi mücadele ile birleştirmedikçe, politik grevleri çoğaltmadıkça, faşizmin saldırılarını püskürtmek mümkün değildir!

Bilinmelidir ki, bu kapitalist sistem varoldukça benzer katliamlar bitmeyecektir. O halde mücadelemizin hedefine sistemi çakmalı, katliamların ve sömürünün olmayacağı bir dünya için savaşmalı, grev bayrağını daha yukarı çekmeliyiz!

Bunlara da bakabilirsiniz

Metal’de -yasağa rağmen- grevler sürüyor

Birleşik Metal-İş Sendikası (BMİS) 5 işletmede TİS görüşmelerine 9 Ağustos’ta başlamıştı. Bunlardan 1’i hariç 4’ü …

ASGARİ ÜCRET ve BİZ EMEKLİLER…

17 bin 2 TL olan asgari ücrete yapılacak zam, günümüzde en temel gündem maddelerinden birisi. …

İEB, savaş bütçesine karşı mücadeleye çağırıyor

Mecliste görüşülmekte olan yağma ve savaş bütçesine, işçilere layık görülen sefalet ücretine karşı, İşçi Emekçi …