DİSK Genel Kurulu yapıldı: Uzlaşmacı sendikacılığa devam!

 

DİSK 9-10-11 Şubat tarihlerinde 17. Genel Kurulu’nu gerçekleştirdi. Pendik’te lüks bir otelde, ışıltılı bir atmosferde ve Zülfü Livaneli konseri eşliğinde yapılan Genel Kurul’da, Arzu Çerkezoğlu yeniden genel başkan seçildi.

Genel Kurul, 3 güne yayılan gösteriş çabasıyla değil, yükselen eleştirilerin ağırlığı ile gündem oldu. Enerji-Sen, Limter-İş, Dev Turizm-İş, Dev Yapı-İş gibi sendikalar, konuşmalarıyla DİSK’in uzlaşmacı çizgisini teşhir ettiler. DİSK’in 2020 yılında koronavirüs salgını günlerinde hız kazanan aşağıya inişinin daha da pekiştirildiği, kongrenin her anında kendini gösterdi.

DİSK’in, adında barındırdığı “Devrimci” sıfatına layık olmadığını zaten biliriz. DİSK’in kurulmasını sağlayan 15-16 Haziran eylemleri bile, müthiş bir ivme yakaladığı bir süreçte, doğrudan DİSK yönetiminin çağrısıyla sonlandırılmıştı. Kritik her aşamada DİSK yönetimi, uzlaşmacı tavrıyla işçileri kaderine terketmişti zaten. Ancak son yıllarda bu tutum daha da derinleşmiş durumda.

Uzlaşmacı 1 Mayıslar dönemi

2020 yılında korona salgını günlerindeki 1 Mayıs, çok önemli bir kırılma noktasıdır. Salgın Mart ayında resmileşmiş, arkasından sokağa çıkma yasakları başlamıştı. İşçi sınıfının üretimi son hızla devam ederken, göstermelik ve anlamsız sokağa çıkma yasakları kitleleri bunaltıyordu. Bu koşullarda bizim önayak olmamızla diğer devrimci yapılar da harekete geçti; DİSK ve diğer konfederasyonlar sürecin dışında kalamadılar ve 1 Mayıs öncesindeki son bir hafta kitle eylemleri ile geçirildi. 1 Mayıs günü için, sokağa çıkma yasağı olmasına rağmen, hem semtlerde araç gezdirerek yerel 1 Mayıslar kutlama, hem de biraraya gelebilecek kurumlarla Taksim hedefli eylemler yapma kararı alındı. Ancak 30 Nisan akşamı bir anda DİSK ortadan kayboldu, ulaşılamaz hale geldi, online toplantılara katılmadı, telefonlara çıkmadı. Ve ertesi gün, 1 Mayıs Platformu’nu ve diğer 3 konfederasyonu dışlayarak, DİSK binasının önünde “dostlar alışverişte görsün” eylemi yapıldı.

Sonrasında DİSK, korona salgını bahanesiyle üzerlerindeki baskı, hak gaspı ve sömürü artan işçi sınıfını tümüyle kendi kaderine terketti; kabuğuna çekildi. Aynı süreçte devrimcilerin eleştirilerine de kendisini kapattı.

2021 1 Mayısı’ndaki tutumu, önceki yıldan daha kötüydü. Tıpkı Türk-iş ağaları gibi, DİSK yöneticileri de Taksim’e çelenk koyarak, 1 Mayıs’ı “kutladılar”!

2022 yılında ise pek çok devrimci kurum Taksim için savaşırken, DİSK “kırmızı çizgimizdir” dediği Maltepe’de miting yapıyordu. Bazı devrimci kurumlar da, kendilerine hiçbir söz hakkı verilmeyen, göstermelik biçimde bile olsa örgütlenme sürecine dahil edilmedikleri bu mitinge koşarak gidince, DİSK kendisini daha da meşrulaştırdı; kendisine dönük son yıllarda artan eleştirileri çiğneyip geçti.

2023 1 Mayısı, uzlaşmacı çizginin, düzen sendikacılığının bir basamak daha yükselmesiydi: Mitingde DİSK Başkanı Arzu Çerkezoğlu, 14 Mayıs seçimlerini CHP’nin kazanacağını varsayarak, “seneye Taksim’de olacağız” diye konuşma yaptı. Artık mücadele tamamen terkedilmiş, işçi sınıfının “devrimci” örgütü, burjuva siyasetin dehlizlerindeki seçim hesaplarına entegre edilmişti.

“Diyalogcu” sendikacılık

Bu tutum, hemen her alanda daha açıktan görülüyor artık. DİSK’in üye sayısı artıyor; çünkü CHP’li belediyelerde yetki alıyor, sözleşme imzalıyorlar. Genel-iş sendikasının üye sayısı, Çalışma Bakanlığı’nın Ocak 2024 istatistiklerine göre 140 bini geçmiş, Belediye-iş’i bile geride bırakarak işkolundaki ikinci büyük sendika olmuştu mesela. Oysa 2019 seçimlerinden hemen önce, Genel-iş’in üye sayısı yaklaşık 87 bin civarındaydı. 2019 seçimlerinde CHP birçok ilde büyükşehir ve ilçe belediyelerini alınca, Genel-iş sendikası da “büyümüş”tü. Aynı süreçte yine DİSK’e bağlı Birleşik Metal-iş sendikasının üye sayısı, sadece 6 bin kişi artmıştı (2019’da yaklaşık 31 bin olan üye sayısı, 2024 Ocak ayı itibarıyla yaklaşık 37 bine yükselmiş); üstelik de bu artış, metal sektöründeki zorlu mücadele üzerinden gerçekleşmişti.

DİSK’in patronlarla “diyalogcu” ve uzlaşmacı ilişkilerinin en somut örneği, CHP ile kurulan ilişkilerdir. DİSK yönetimi sınıfın taleplerini ve mücadelesini bir kenara bırakarak, düzen muhalefetinin yedeği olma rolünü üstlendi. Belediye işçilerinin talepleri hiçe sayılarak CHP’li belediyelerle TİS’ler imzalandı; bu TİS’lerde CHP’li başkanlarla kolkola gösterişli törenler düzenlendi. CHP-DİSK ortaklığı ile imzalanan TİS’lerde, işçilerin talepleri değil patronların (yani CHP’li belediye başkanlarının) verdikleri dikkate alındı. Bu duruma itiraz eden, yaşam ve çalışma koşullarını iyileştirmeye çalışan işçiler ve bazı şube yönetimleri tehdit edildi, kimileri görevden alındı. DİSK’in engellemesine rağmen tabandan yükselen tepki ile gerçekleşen grev ve eylemlerde, CHP’li belediyelerin demagojik açıklamaları, işçilerin sesini bastırdı; DİSK de bu eylemleri etkisizleştirmeye çalışan taraf oldu.

Bir diğer örnek ise, DİSK’in yapmaya başladığı “protokol” görüşmelerdir. Ellerinde dosyalarla Meral Akşener’in, (DİSK eski başkanlarından Kemal Türker’in katiline sahip çıkan Meral Akşener’in) ayağına giderek birlikte fotoğraf vermekten çekinmeyecek bir noktaya gelmişti artık DİSK. Ya da “işçilerin devrimci öncüsü” DİSK, sınıf düşmanının, burjuvazinin temsilcisi olan TÜSİAD’la protokol görüşmeleri yapmaktan çekinmiyordu.

Görüşülen kişilerin yanlışlığı, sınıf düşmanı karakterleri zaten çok açık. Ama asıl yanlışlık, elinde dosyalarla siyasi partilerin kapısında gezmektir. İşçi ve emekçi kitleler, taleplerini eylemleriyle ifade ederler; pazarlık masalarıyla değil. İşçi ve emekçilerin kazanımları, ancak mücadele güçleri kadardır; masadakilerin hitabet düzeyi kadar değil. Bu nedenle işçi sınıfının bir talebi olduğunda, bununla ilgili “dosya” oluşturup randevu istemek, “ricacı olmak” değil; o talep için en kitlesel eylemi örgütlemek gerekir. Bir protokol ekibinin, masada kuracağı cümlelerden daha etkili olan, kitlelerin atacağı sloganlardır. Elde dosya, kapı kapı dolaşarak değil, sınıfın üretimden gelen gücüyle talepler karşılanır ancak. İşte o zaman patronların temsilcileri işçilerin ayağına gelirler; işçi temsilcileri onların ayağına gitmez! Kazanmanın yolu da buradan geçer. DİSK, son dönemde hemen hemen tüm sendikalara sirayet eden bu “dosyacılık” ve “protokol görüşmeciliği” yönteminin de öncülerinden biridir.

* * *

Bugün karşımızda “üye sayısı” artan bir DİSK var. Ancak bu artış, mücadelenin, direnişin ürünü değildir. DİSK de artık mücadeleci değil, uzlaşmacı bir konfederasyondur. 1 Mayıs’larda geriye çeken tutumundan, direnişlere gösterdiği ilgisizliğe; CHP ve TÜSİAD patronları ile kurduğu ilişkilerden kendisini sadece “güvenceli işçiler”in talepleriyle sınırlayan faaliyet çizgisine kadar, DİSK hızlı bir gerileme sürecinden geçiyor.

Kendi üye sendikalarının işçi direnişleri başta olmak üzere, toplumun hemen her kesimini etkileyen, dikkat çeken direnişlerden bile uzak kalıyor.

En son 6 Şubat depreminin yıldönümünde görüldüğü gibi, devrimcilerle ortak eylem yapmak bir yana, eylemin içinde bile dışlamaya-etkisizleştirmeye çalışıyor. CHP’nin dümensuyunda burjuva politik hesapların parçası olmaktan çekinmiyor. İşçileri, kitleleri ilgilendiren en önemli gündemlerde bile baştansavma basın açıklamalarının ötesine geçmiyor. Çoğu zaman tamamen ortadan kayboluyor. En önemli durumlarda ise “görünür” olmak yeterli geliyor.

Bu dönemde toplum üzerinde giderek ağırlaşan baskılara ve devletin ağır saldırılarına karşı, DİSK’in “öncelikli görev” olarak “kendini koruma” noktasında olduğu ifade ediliyor. İşçileri korumayı, işçi sınıfının talepleri için harekete geçmeyi, işçilere dönük saldırılar ve hak gasplarına karşı mücadeleyi “öncelikli görev” olarak tanımlamayan bir DİSK, kendisini korumayı da başaramayacaktır.

Bugün DİSK üyesi sendikalar ve delegeler içinde, DİSK’in uzlaşmacı sendikacılık anlayışına karşı tepkiler giderek büyümekte ve bu tepkiler söze dökülmektedir. Genel Kurul salonundaki konuşmalara damgasını vuran, sendika bürokratlarının hamaset konuşmaları değil, direnişçi sendika ve delegelerin eleştirileri ve uyarılarıdır.

DİSK bütün bu uyarıları dikkate alıp kendisini düzeltmediği, işçilerin giderek ağırlaşan koşulları için harekete geçmediği durumda, sınıf mücadelesi akacak yeni kanallar bulacaktır.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …