Uyan artık uykudan uyan / uyan esirler dünyası” diye başlar, ünlü “enternasyonal” marşının sözleri. Dünyanın dört bir yanında, farklı uluslardan işçi ve emekçiler ve onların temsilcileri komünistler, devrimciler, kendi dillerinde hep birlikte bu marşı söylerler. Birbirlerinin dillerini bilmeseler de, marşın ezgisini duyduklarında, politik kimliklerini öğrenir ve büyük bir coşkuyla ona eşlik ederler. Hiçbir marş yoktur ki, bu kadar yaygın bilinsin ve söyleyenleri birbirine bu kadar çabuk yakınlaştırsın…
Enternasyonal, 1 Mayıs’ın marşıdır. Ama sadece 1 Mayıs gibi kutlamaların, özel günlerin değil; asıl olarak sıcak mücadele ortamlarının marşıdır. Çatışmalarda, barikatlarda, hapishanelerde, toplama kamplarında söylenmiştir enternasyonal. Paris Komünü’nde barikat savaşlarında doğmuştur zaten. O yüzden de sınıf savaşlarının, devrimlerin marşı olmuştur. Sözleri ve müziği, yüreği emekten yana atan herkese büyük bir moral, coşku ve itilim verirken, burjuvazinin ve tüm gericiğin yüreğine korku salmıştır. Çünkü daha başlarken, esirler dünyasını uyanmaya çağırmakta, sarsmakta, kendi gücünü göstermekte ve sonunda insanlığın kurtuluşunu müjdelemektedir.
Yaklaşık 150 yıl önce ortaya çıkan bu marş, bugün de aynı coşku ve heyecanla söyleniyor. Sözleri, güncelliğinden hiçbir şey yitirmemiş durumda. Vahşi kapitalizmin sömürü koşullarının yeniden dayatıldığı, açlığın, zengin-yoksul uçurumunun devasa boyutlara ulaştığı, emperyalistlerin kendi çıkarları uğruna halkları birbirine kırdırdığı, dünyayı kan gölüne çevirdiği günümüzde, işçi ve emekçilerin, ezilen halkların, uyanmaya, kendi güçlerine güvenmeye ve kendi davaları için dövüşmeye, daha fazla ihtiyaçları var.
* * *
İşçi ve emekçilerin birlik, dayanışma ve mücadele günü 1 Mayıs’a doğru yaklaşıyoruz. Öncesi bir yana, 1 Mayıs’ın doğduğu 1886 yılından beri, işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirme mücadelesi sürüyor. Bu süre içerisinde birçok kazanım elde etti. Hatta 1917 Ekim devrimi ile birlikte iktidara geldiği yerler oldu. Fakat buralardaki geriye dönüşler, burjuvaziyi zafer sarhoşluğuna götürdü. Sınıfın büyük mücadelelerle, kan ve can bedeli kazandığı hakları birer birer gaspetmeye başladı. Hatta 1 Mayıs’ın çıkış nedeni olan “8 saatlik işgünü”nü bile, 10-12 saate çıkarılan çalışma ile, sınıfın yeniden talebi haline geldi.
Ülkemiz işçi ve emekçileri de burjuvazinin bu saldırısından nasibini fazlasıyla aldı. Her çıkarılan yeni yasa ile, kazanımları gaspedildi, daha fazla yoksullaştı, işsiz kaldı ya da hep bu tehdit altında yaşadı. Son 10 yıldır işbaşında olan AKP hükümeti döneminde ise, torba torba yasalarla, temel hakları bile budandı. En büyük saldırı, örgütlenme hakkına oldu. 12 Eylül döneminden kalma sendikal baraj kaldırılmazken, patronlara sendikalı işçileri atma kolaylığı sağlandı. Son yıllarda patlak veren direnişlerin büyük çoğunluğu, sendikalaşan işçilerin işten atılmasıyla ilgilidir. Her geçen yıl işçi sayısı artarken, sendikalı işçi sayısı düşmektedir. Bugün sendikalaşma oranı, toplam işçi sayısının yüzde 10’undan bile azdır.
Tepeden tırnağa örgütlü olan burjuvazi, işçi sınıfını örgütsüzleştirmek için elinden geleni yapıyor. Biliyor ki, işçi ve emekçiler, örgütlüyse güçlüdürler; örgütsüzse hiçbir şeydir. O yüzden de çıkardıkları yasalarla ve ideolojik taarruzuyla, işçi ve emekçileri, mesleki, sınıfsal, siyasal, her tür örgütlülükten uzak tutmaya çabalıyorlar. Buna karşı işçi ve emekçilerin de en etkili yanıtı, her yerde ve her biçimde örgütlenmek olmalıdır. Örgütlenmeden, güçleri birleştirmeden, yeni kazanımlar elde etmek, hatta varolanı korumak bile mümkün değildir.
* * *
Burjuvazinin işçi ve emekçilerin örgütlülüğünü, birliğini dağıtmada kullandığı başlıca yöntemlerden biri de, onu bölüp parçalamaktır. Cinsiyet olarak, mezhepsel-ulusal olarak, küçük ücret farkları yaratarak vb. parçalamaya çalışır. Birbirleriyle uğraşmaktan, asıl sömürü ve zorbalığın kaynağını görmesin ister. Hatta ideolojik aygıtlarıyla bilincini de çarpıtarak, “gönüllü köleler” yaratır. En tehlikelisi de budur.
Ama nereye kadar? Burjuvazinin azami kar dürtüsünün sınırı yoktur. Hep daha fazla sömürmek ister, işçi ve emekçilerin yaşamlarını katlanılmaz kılar. Bu durum, kendiliğinden bile olsa patlamalara neden olur. Bir de sınıf bilincini almaya başladıklarında, burjuvazinin karşısına daha örgütlü ve bilinçli çıktıklarında, burjuvazinin geri adım atmak dışında seçeneği kalmaz. İşte o an, burjuvazinin kabusu başlamıştır.
Türkiye işçi sınıfı, tarihindeki en büyük saldırıya 12 Eylül döneminde maruz kaldı. Devrim yenilince, egemenlerin ilk yaptıkları, işçi ve emekçilerin haklarını gaspetmek oldu. Ama işçi ve emekçiler ’89 yılıyla birlikte “bahar eylemleri”ni başlattılar ve Özal hükümetinin de sonunu getirdiler. Şimdi yeni Özal olmaya öykünen, hatta daha ileri giderek “tek adam” olmaya soyunan Erdoğan’ın da sonunu, işçi sınıfının eylemleri getirecektir. Sınıfın baharı, egemenlerin karakışı olacaktır.
* * *
AKP, bir süredir “barış” havası pompalıyor. Kürt halkına, şekere bulanmış zehirli barış çubuğunu uzatıyor; Filistin halkının dostuymuş gibi görünerek, İsrail’e diz çöktürmüş havalarda dolaşıyor.
Gerçekte, İsrail’in üç yıl sonra gelen özrü, ABD’nin bölgeye dönük politikalarının yaşama geçmesi için bir zorunluluktu. Zaten Obama’nın İsrail ziyareti arkasından gelmesi de, bunun göstergesiydi. Kaldı ki Erdoğan’ın İsrail’e gürlediği dönemlerde bile, ticari ilişkileri hiç kesilmemiş, hatta artmıştı. Ve İsrail özür karşılığında, Türkiye’den Hamas’ın füze saldırılarına son verdirmesini istiyordu. Erdoğan’ın Gazze ziyaretine vize vermesi de bunun içindi. Böylece ABD ve İsrail, başlarını ağrıtan Filistin meselesinde rahatlamış olacaklardı.
İsrail’in özrü gibi, Kürt sorununda da tam gaz ilerlemeleri, aynı nedene dayanıyor. Bölgede ABD emperyalizminin ve işbirlikçilerinin çıkarları neyi gerektiriyorsa, o adımları hızla atmaya çalışıyorlar. Ama tarihsel deneyimlerden de biliyoruz ki, egemenlerin çıkarları için barış, ezilen halklara daha büyük bir savaş, yıkım ve acıdan başka bir şey getirmiyor. Gerçek barış, ezilen, sömürülen kesimlerin kendi gücüyle zalimleri alaşağı ettiği zaman ortaya çıkıyor. Başta Kürt halkı olmak üzere Ortadoğu halklarının bayramı olan Newroz’da olduğu gibi, DEMİRCİ Kawa’ların, (yani emekçilerin) bugünün zalim Dehak’larının beynini parçalaması gerekiyor.
* * *
İşçi ve emekçilerin newrozu, 1 Mayıs’tır. Bu tür bayramlar, bir mücadelenin sonucu doğmuşlardır; aynı zamanda yeni mücadelelere çağrıdır. Bu yıl ki 1 Mayıs da, işçi ve emekçilerin, ezilen halkların, yeni mücadelelerle kazanımlar elde edeceği bir başlangıç olmalıdır. İşçi ve emekçiler yeni “bahar eylemleri” ile burjuvazinin yüreğine korku salmalı, planlarını alt-üst etmelidir.
Burjuvazinin bölüp parçalama taktiğinin panzehiri, proletaryanın enternasyonalist birliğidir. Sınıfın önderliğinde birleşmiş bir halkı kimse yenemez! Sözlerini Egueine Pottier’in, bestesini Pierre Degeyter’in yaptığı “enternasyonal” marşının son bölümünde söylendiği gibi, “tufeyliye”, sömürücü zorbalara hiçbir hak tanınmayacak, DÜNYA EMEĞİN OLACAKTIR! İşçi sınıfının kurtuluşu, tüm insanlığın kurtuluşudur!