Varlık içinde yokluk çekiyoruz! Üreticiler isyanda!

Çiftçiler, küçük-üreticiler ayakta. Maliyetler artarken, ürünlerinin fiyatlarının aynı kalmasına, hatta kimi ürünlerde düşmesine isyan ediyorlar. Çay, buğday, mısır, ayçiçeği, fındık, Antep fıstığı, domates, kavun, karpuz vb. neredeyse tüm ürünlerde benzer sorunları yaşayan üreticiler, sorunlar çözülmediği taktirde bir daha ekmeyeceklerini ilan ettiler. Ve tepkilerini ya traktörlerle yolları keserek, ya da ürünlerini bir devlet kurumunun önüne dökerek ortaya koydular. Birçok üretici, ürünleri toplamıyor veya bedava dağıtıyor.

Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

Kahramanmaraş’ta domates ve biber üreticileri, alım fiyatlarının masraflarını karşılamamasını protesto etmek için traktörlerle konvoy düzenleyerek eylem başlattı. Narlı beldesinden traktörlerle çıkan ve konvoyla Kahramanmaraş-Gaziantep yolunu trafiğe kapatan çiftçiler, Kahramanmaraş Valiliği önüne gitti.

Manisa Salihli’de 220 dönüm alana kavun ve karpuz eken üç çiftçi, hasat zamanı ürünü satamadığı için halka dağıttı. 1,5 milyon lira masraf ettiklerini belirten üç ortak, kavun ve karpuzların hasat vakti gelince, durumu tüccarlara iletti. Tüccarlar, 100 ila 300 bin lira arasında teklif verince, ürünlerini bu fiyata satmak yerine, halka ücretsiz dağıtmaya kararı verdiler. Yapılan duyurunun ardından, halk tarlaya akın etti. Buna rağmen ürünün çoğu tarlada kaldı.

Bursa’nın Karacabey Ovası’nda salçalık domatesleri ellerinde kalan üreticiler, Bursa-İzmir Karayolu’nda sorunlarını dile getirmek amacıyla eylem başlattı. Jandarma ve çevik kuvvet ekiplerinin engellemeye çalıştığı üreticiler, “Çiftçiye uzanan eller kırılsın”, “Hükümet istifa”, “Çiftçi mahsulüne sahip çık” şeklinde sloganlar attı.

İzmir’in Kınık ilçesinde salçalık domates üreticileri, domatesin kilogram fiyatının 2 liranın altına düşmesini Kınık Cumhuriyet Meydanı’na yürüyerek protesto etti, traktörlerle yolları kapadı.

Gaziantep’te Antep fıstığı üreticileri kilosu 90-100 TL arasında belirlenen yaş fıstık fiyatları karşısında eylem yaptı. Çiftçilerin traktörlü konvoyu Nizip’te son buldu.

Keza Rize’de çay, Giresun’da fındık, Bilecik’te buğday, Malatya’da kayısı üreticileri ve daha pek çok yerde çiftçiler, düşük fiyatları protesto eylemeleri yaptılar.

Son isyanın farkı ne?

Bu manzaraları yeni görmüyoruz elbette. Son yıllarda üreticiler pek çok eylem yaparak seslerini duyurmaya çalıştı. Bu yılın diğerlerinden farkı şu; Türkiye’de ilk kez çiftçiler, küçük üreticiler, bu çapta kitlesel ve yaygın eylemler yapıyorlar. Eylemler Türkiye geneline yayılmış durumda. Gezi Direnişi’nden bu yana ilk kez Türkiye çapında eylemlerin gerçekleştiği belirtiliyor. Öyle ki, Gezi Direnişi’ni eylemsiz geçiren tek il olan Bayburt’ta bile çiftçiler eylem yaptı. AKP’nin “oy deposu” olarak gördüğü Konya, Maraş, Yozgat, Rize gibi illerde üreticiler sokağa çıktı.

Yanısıra, üreticinin bu eylemlerde yaygın biçimde “hükümet istifa” sloganı atması, ekonomik krizin kitleleri ne kadar bunalttığını, krizin hükümet politikalarından kaynaklandığının artık daha net görüldüğünü gösteriyor.

Türkiye tarımında yapısal sorunlar zaten varlığını koruyor. Plansız ekonomiden dolayı, bir yıl ekilen ürün çok gelir getirirken, ertesi yıl tarlada kalabiliyordu. Geçtiğimiz yıllarda soğan ve patates üreticileri bu sorunu yaşamıştı. Fakat bu yıl tüm ürünlerde aynı durumla karşı karşıya kaldılar.

Tarım yazarı Ali Ekber Yıldırım şöyle söylüyor: “Girdi fiyatları artarken ürün fiyatları aynı oranda artmıyor. Bu da çiftçinin neredeyse bütün ürünlerde zarar etmesine neden oluyor. Çiftçi eskiden bir üründen zarar etse, bir başka üründen para kazanırdı, ama bu sene hem hububatta hem sebzelerde fiyatlar geçen yılın gerinde.”

TÜİK verilerine göre Haziran ayı tarımsal girdi fiyatları (mazot, gübre, tarımsal ilaçlar) yıllık bazda yüzde 47. 56 arttı. Buna karşın ayçiceği, mısır, pamuk, buğday, arpa, sebze-meyvelerin fiyatları son yıllarda neredeyse aynı fiyata alıcı buluyor. Sanayi domatesi gibi bazı ürünlerin fiyatı ise geçen yılın bile gerisine düşmüş durumda.

 

Gıda fiyatları niye artıyor?

OECD’nin Haziran ayı verilerine göre, Türkiye’de gıda enflasyonu bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 68 oranında artmış durumda. Bu oranla Türkiye, OECD ülkeleri arasında birinci sıraya yükseldi. Onu yüzde 6.5 ile Meksika takip ediyor. OECD ülkelerinin gıda enflasyonu ortalaması ise yüzde 4 civarında. Türkiye ile aralarındaki uçurum, bu rakamlarla da gözler önüne seriliyor.

Tüm dünyada genel olarak gıda fiyatları gerilerken Türkiye’de yükseliş devam ediyor. Bunun nedeni, Tarımsal Üretici Fiyat Endeksi’ndeki (TÜFE) rekor artıştır. TÜFE’deki artış, üreticinin maliyet artışı demektir; tarladaki enflasyon demektir. Açıklanan rakamlara göre TÜFE’de her ay, öncekinin rekoru kırılıyor, zam üstüne zam yağıyor. Gübrenin fiyatı bir yılda yaklaşık-ortalama yüzde 200 civarında artmış; mazottaki artış yılda yüzde 235 olmuş; tarım ilaçlarının artışı yüzde 100 ile yüzde 300 arasında değişmiş. Tarlada oluşan maliyet fiyatına nakliye giderleri, aracı karı, fahiş rakamlara yükselen elektrik başta olmak üzere market giderlerini de eklediğimizde, gıda enflasyonunun neden bu kadar yüksek olduğu ortaya çıkacaktır.

Bir de aracılar var tabii. Esasında hükümet taban fiyatı geç açıklayarak, bazen almayarak üreticiyi tüccarın eline terkediyor. Tüccar da fiyatları olabildiğince aşağı çekiyor. Tarladaki bir ürün önce tüccarlar aracılığıyla hallere ulaşıyor, oradan marketlere ve sofralara dağılıyor. Bu “tedarik zinciri”nde en zayıf halkayı üreticiler oluşturuyor. Tüccarlar, sanayiciler, zincir market sahipleri yüksek enflasyon karşısında fiyatlarının ona göre düzenlerken çiftçi bunu yapamıyor.

Çiftçilerin pazarlık gücü yok çünkü. Yılda bir kez gelir elde ediyorlar, onu da sunulan fiyattan satmak zorunda kalıyorlar. Aksi halde ürün tarlada çürümeye terkediliyor.

Bunun asıl sebebi de çiftçilerin örgütsüz oluşlarıdır. Kooperatifleşme yetersizliğidir, varolanların üretici lehine çalışmamasıdır.

 

Tarım krizi derinleşiyor

Üreticinin ürününe geçen yılın aynı fiyatını veren (bazılarında daha da düşük isteyen), işçiye, memura, emekliye zam yapmayan Erdoğan yönetimi, 1 Temmuz’dan geçerli olmak üzere elektrik ve doğalgaza zam yaptı. Özellikle doğalgaz fiyatları dünyada son bir yılda yüzde 50 değer kaybettiği halde, Türkiye’de yüzde 38 oranında arttı. Keza benzin ve mazota yapılan her zam, başta gıda olmak üzere otomatikman her şeyi etkiliyor.

AKP’nin çıkardığı zincir marketler yasası hem üreticiye hem tüketiciye zarar! Üreticiden ürünü ne kadara alacağına kendisi karar veriyor. Ardından tüketiciye hangi fiyattan satacağını belirliyor. Olan; küçük-üreticiye, esnafa ve tabi ki, halka oluyor.

Elbette sadece Türkiye’de değil, dünyada tarım krizi sözkonusu. Financial Times, geçen ay dünyanın en büyük tarımsal emtia tekellerinden Olam Group’un yöneticisiyle yaptığı röportajı “Gıda Savaşları Başlıyor” başlığıyla sundu. Yönetici; “yiyecek ve su için daha büyük savaşlar vereceğiz” dedi.

1980 yılında dünyada şehir nüfusunun toplam nüfusa oranı yüzde 39,33’dü. Buna karşılık kırsal nüfusun toplam nüfusa oranı yüzde 60,67 idi. 2023 yılında şehir nüfusu/toplam nüfus oranı 57,34’e yükselirken kırsal bölgede yaşayan nüfus oranı 42,66’a geriledi. Bu gerilemenin önemli bir kısmı Afrika, Asya ve Güney Amerika kıtalarının yoksul ülkelerinde gerçekleşti. IMF reçeteleri dayatılan bağımlı ülkelerde “koruma duvarları” kaldırılarak emperyalist tekellerin önü açıldı. Tarımsal üretimin daralması ve tarım nüfusunun azalması ile dünya tarımsal üretiminde daralma oldu ve stoklar her geçen gün eridi. Tarımda tekelleşme ile sonuçlanan süreç, dünya gıda güvenliğini de tehdit eder hale geldi.

Buna karşın gıda sorununu, halen iklim değişikliğine, devletlerin korumacılığına veya ‘serbest piyasanın işlememesine’ bağlayanlar çıkabiliyor. Bu sığ yaklaşımlar sorunun gerçek kaynağını gizlemek içindir. Elbette iklim sorunu da gıda güvenliğini etkilemektedir. Fakat iklim sorununu yaratan da bizzat sistemin kendisidir.

Gerçek neden, emperyalist tarım tekellerinin azami kar için, bağımlı ülkelerin tarım alanlarını yok etmesidir. Tam hasat zamanı buğday ithalinin önünü açan yasalar boş yere yapılmıyor.

 

Sonuç yerine

Sonuçta varlık içinde yokluk çekiyoruz. Mesela limonun dalında kilosu 1 liraya alıcı bulamazken, büyük şehirlerde marketten tanesini 15 liraya limon alıyoruz. Hemen her üründe bunu yaşıyoruz.

Kapitalizm “varlık içinde yokluk” sistemidir. Krizlerin gerçek nedeni de “aşırı üretim”dir. Bunu tarım sektöründe somut biçimde görüyoruz. Fakat aradaki açı farkı hiç bu kadar derin olmamıştı. Üretici ve halk çok büyük bir mağduriyet yaşarken, bir avuç tarım tekeli servetine servet katıyor.

Çiftçiler arasında “üretmek yerine faizden para kazanırım” diyenler var. Sonuçta bu koşullarda üreticiler, önümüzdeki yıl büyük oranda üretim yapmayacak. Zaten uygulanan politikaların amacı da bu. Böylece tarım alanları bir avuç emperyalist tekelin elinde toplanacak, temel ihtiyaç ürünleri bulunamayacak ve fiyatlar daha da artacak.

Bunun karşısında burjuva muhalefetin başını çeken CHP, iç boşaltan “tematik mitingleri”ne fındık-fıstık mitinglerini de kattı. Üretici zaten tepkisini ortaya koyuyor. Mesele ona çözüm üretmekte!

Çözüm yine üreticinin ellerinde! Kooperatifleşmek, örgütlenmek zorunda. Planlı ekonomi ve daha fazla devlet desteği talebiyle mücadelesini büyütmekle karşı karşıya. Türkiye’de kamu gelirlerinin ulusal gelire oranı yüzde 21’dir. Bu oran Avrupa Birliği’nde yüzde 42. Buna göre, Türkiye’de kamu sektörü gelişmiş ülkelerin yarısı kadardır. Özelleştirme furyası ile eğitim, sağlık, konut, ulaşım gibi en temel hizmetler bile verilemiyor. Temel ihtiyaçların parasız karşılanmasını, tarımda devlet desteğinin artmasını talep etmek, doğru ve meşrudur.

İşçi ve emekçiler küçük-üreticilerin bu isyanına destek olmalı, onu yalnız bırakmamalıdır. Aksi taktirde ceremesini hep birlikte çekeceğiz.

Gıda sektöründe iş güvenliği

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) gıda işkolundaki işçi ölümleri raporunu yayımladı. Rapora göre, 2013 yılından bugüne en az 407 işçi çalışırken hayatını kaybetti. Gıda iş kolunda iş cinayetlerinde, 14 yaş ve altı 7 çocuk işçi, 15-17 yaş arası 17 çocuk/genç işçi bulunuyor. Hayatını kaybeden 35 işçinin ise yaş bilgileri tespit edilemedi.

İSİG Raporu’na göre; gıda işkolunda işçi ölümleri cinsiyetlere göre sıralandığında, 33 kadın ve 374 erkek işçi hayatını kaybetti. Yaşanan ölümlerin nedenlerine göre dağılımı sıralandığında, ezilme, göçük nedeniyle 81 işçi, trafik, servis kazası nedeniyle 71 işçi, yüksekten düşme nedeniyle 45 işçinin öldüğü belirtiliyor.

Raporda, gıda işkolunda ölen işçilerin 12’sinin (yüzde 2,94) sendikalı, 395’inin ise (yüzde 97,06) sendikasız olduğu bilgisine yer verildi.

Gıda işkolunda göçmen işçi ölüm oranı, yaklaşık yüzde 7 ile tüm işkolları baz alındığında Türkiye ortalamasının yarım katı üzerine çıkıyor. Çoğunluğu kayıtdışı çalıştırılan göçmen işçilerin ana kitlesini Suriyeli ve Afgan işçiler oluşturuyor.

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …