Yeni yıla girerken GREV, DİRENİŞ ve SOKAĞIN GÜCÜ

direnen isciler

İşçiler ve emekçiler, 2012 yılını sokak eylemleri ve grevlerle kapattılar. Dünyanın bütün ülkelerinde işçi ve emekçilerin ayak sesleri birbirine karıştı. Yılın bütün ayları protestolar, militan sokak eylemleri, grev, genel grevlerle geçti. Gelişmeler gösteriyor ki; 2013 işçi ve emekçilerin daha güçlü militan kitle eylemlerine sahne olacak…

Hindistan’da yapılan genel grevle 50 milyon kişi sokaklara çıktı. Hindistan tarihinin en kitlesel eylemini gerçekleştirdiler. Endonezya’da 2 milyon işçi grev bayrağını dalgalandırdı. Yunanistan genel grevler ülkesi oldu. Üç yıl içerisinde 53 büyük grev yaşandı. Bunların 23’ü genel grevdi. Keza Avrupa’nın Portekiz, İspanya gibi birçok ülkesinde, grevlerin ve sokak eylemlerinin ardı arkası kesilmedi. Bunların bazıları muazzam bir etki yarattı. İspanya maden işçilerinin grevi bunlardan biridir.

Yılın son aylarında mücadele çıtası daha yükseldi. Kasım ayı Avrupa işçi emekçilerinin eylem ayı oldu. Avrupa Sendikalar Birliği’nin çağrısıyla 24 saatlik genel grev yapıldı. Çağrıya bazı ülkelerin işçi ve emekçileri genel grevle karşılık vererek, hayatı felç ettiler. Avrupa ülkelerinin işçi ve emekçilerinin aynı günde, aynı anda grev ve eylemlere çıkmaları, enternasyonal dayanışmanın zemininin güçlendiğini gösteriyordu.

Elbette Türkiye’de Avrupa’daki kadar olmasa da, yükselen bu çıtanın dışında değil. Bir genel grev durumu yaşanmasa da, lokal direnişler, grevler ve sokak eylemleri yıl, boyunca artarak varlığını sürdürdü. THY işçileri, Hey Tekstil işçileri, DHL, Roseteks, İKEA, Güven Elektrik, Bedaş, Texim, Ankara’da Togo, Cansel Malatyalı, İzmir’de Billur Tuz, Savran Deri, Senkromeç, Micha, Kipa, Hugo Boss, Eskişehir’de Arçelik, Bursa’da Renault, Bosch, Gaziantep’de tekstil işçileri, Bolu deri işçileri, Adana ayakkabı işçileri, Elazığ maden işçileri, Ordu Doğuş Çay işçileri, Tekirdağ metal işçileri, vb. ilk akla gelenler. Ayrıca kamu emekçilerinin sokak eylemlilikleri ve bir günlük grevini, sendikaların yasal düzenlemelere karşı ortak protesto eylemlerini de eklemek gerekir.

Direnişlerin sürekliliği ve kendiliğinden patlayan eylemler; işçi ve emekçilerin, saldırılara karşı sessiz kalmayacaklarını, sinip geri çekilmeyeceklerini gösteriyor. Lokal direnişlerin yaygınlığı bir direniş geleneği oluşturduğu gibi, mücadelenin daha da yükseleceğinin habercisi aynı zamanda.

 

Neden, neye karşı

Kapitalist emperyalist sistemin krizi derinleştikçe, işçi ve emekçilere saldırılar artmaktadır. Krizin nedeni olan tekelci sermaye kurtarma paketleri açılırken; asgari ücret, emekli maaşlar düşürülmekte, tatil ikramiyeleri gasp edilmekte, eğitim, sağlık gibi toplumsal hizmetler paralı hale getirilmektedir. Örneğin Yunanistan’da asgari ücret yüzde 22, emekli maaşları yüzde 35 oranında indirilmiştir. Kitlesel işçi kıyımı da devam etmektedir. Bütün ülkelerde aşağı-yukarı benzer durumlar yaşanmaktadır.

Türkiye işçi ve emekçileri de bu saldırılardan nasibini fazlasıyla alıyor. AKP hükümeti sermayenin istekleri doğrultusunda rekor düzeyde yasal düzenlemeler yaptı, yapıyor. Sosyal haklardan yoksun, kayıtdışı güvencesiz, kuralsız çalıştırmanın adı esnek çalışma ve taşeron sistemi, temel çalışma biçimi olmuştur.

Esnek çalışmanın bu denli yaygın uygulandığı yetmezmiş gibi, AKP hükümetinin 2013 yılı programında “politika öncelikleri ve tedbirleri” bölümünde “işgücü piyasasındaki katılıklar giderilecek ve esnek çalışma yaygınlaştırılarak hayata geçirilecektir” deniyor. Evden çalışma, uzaktan çalışma, iş paylaşımı vb uygulanmakta olan biçimlerin önü tamamen açılacak, yasal güvenceye alınacaktır. Keza yürürlükteki iş yasasında bulunan ama fiilen birçok işyerinde uygulanmayan “asıl iş taşerona verilmez” maddesi kaldırılmak isteniyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in çağrısıyla 15 Kasım’da yapılan toplantıda bunun sinyali verildi.

Yasal statüye kavuşturulan “özel istihdam büroları” (ÖİB) ile işçi simsarlarına rant kapıları açıldığı gibi, kiralık işçi piyasası oluşturuldu aynı zamanda. ÖİB’lerin üzerinden kiralanan işçilerin hiçbir sosyal güvencesi bulunmuyor. Patronlar, “bizim işçimiz değilsiniz, biz sizi kiraladık” diyerek adres olarak ÖİB’leri gösteriyor; ÖİB’ler ise, “biz sadece aracıyız” diyerek hiçbir sorumluluk almıyor. Güvencesiz, kayıtdışı, oldukça ucuz, hatta neredeyse “beleş işçi” piyasası açılmıştır.

Esnek üretim biçimlerinin yaygın uygulanışı, iş cinayetlerini de artırdı. Türkiye iş cinayetlerinde Avrupa birincisi, dünya üçüncüsü “ünvanını” koruyor. Geçen yıl 1563, önceki yıl 1444 işçi, iş cinayetine kurban gitti. 2012 yılında yaşanan iş cinayetlerinin geçen yılın üzerinde olduğu kuvvetle muhtemeldir.

2012 yılının en kapsamlı saldırısı yılın son aylarında geldi diyebiliriz. Sendikalar ve TİS yasasında yapılan değişiklikle, sendikal alan yeniden düzenlenerek, “ya yandaş sendikacılık-ya da sendikasızlık” dayatıldı işçilere. Görünürde yüzde 3’e düşürülen baraj, işkollarının birleştirilip azaltılmasıyla, eskinin yüzde 10’unun çok çok üzerine çıkarıldı. 29 sendika TİS yetkisini kaybetti. 30’un altında işçi çalıştıran patronlar, “sendikal tazminat” ödemekten muaf tutuldu. Böylece işçileri hiçbir engele takılmadan istedikleri an rahatlıkla işten atabilecekler. Ayrıca yeni düzenlemeyle, grev yasağı olan sektörlerin sayısı artırıldı, grevin önündeki yasal engeller daha da katılaştırıldı. Bakanlar Kurulu’nun “grev erteleme” yetkisi olduğu gibi korunurken, işçilerin grev ertelemeye karşı Danıştay’a itiraz hakkı kaldırıldı. Yüksek Hakem Kurulu yetkili ilan edildi. Keza kamu emekçileri sendikalarına dönük yapılan düzenlemeyle de, kamu emekçilerinin hakları mevcut durumun daha gerisine çekildi, örgütlenmeleri daha bir zorlaştırıldı. Ayrıca KESK’e bağlı emekçilerin üzerinde devlet baskısı artırılarak, onlarca KESK üyesi sudan sebeplerle tutuklandı.

Bütün bu saldırılara bir de temel tüketim mallarına yapılan zam ve vergilerin artırılmasını, ek vergi giderlerini eklediğimizde, işçi emekçilerin yaşamı, daha da kötüleşti. İşbirlikçi sendikacılar ise, bildik rollerini oynamaktan geri durmadılar. Saldırılara karşı diplomasi turları, pasif eylem biçimleriyle tabanı oyalamakla geçirdiler yılı. Diğer taraftan koltuklarını bir süre daha korumak için devletle gizli kapılar arkasında kirli pazarlıklar yapmayı ihmal etmediler. Sendikalar ve TİS yasasının düzenlenmesinin altına Türk-iş ve Hak-iş genel merkezleri imzalarını atarlarken, DİSK ve Türk-iş’e muhalif Sendikal Güçbirliği Platformu, yasanın onaylanacağı son günlere doğru göstermelik eylemlerle durumu kurtarmaya çalıştılar.

 

Patlayan öfke yükselen kitle eylemleri

Başta Avrupa’da olmak üzere dünyanın her yerinde dalga dalga yükselen işçi ve emekçi eylemleri, burjuvaziye korku salmış durumda. Eylemlerde öne çıkan “krizin faturası krizi çıkaranlara” sloganı, kriz şahsında kapitalist sistemi ve onun sahibi burjuvaziyi hedeflediklerinin ifadesi.

Türkiye’de, Avrupa’daki düzeyde olmasa da, direniş ve eylemliliklerdeki süreklilik, kendiliğinden öfke patlamaları, mücadelenin giderek yükseleceğini gösteriyor.

Ağır çalışma koşullarına ve düşük ücret politikalarına karşı sendikalarda örgütlenen işçiler, işten atılma ile karşılaştılar ve fabrika önlerini direniş alanına çevirdiler. Keza ücretlerini alamayan işçilerin de başvurduğu yöntem, fabrika önü direnişler oldu. Elbette eylem ve direnişler fabrika önü direnişleriyle sınırlı değil, AKP hükümetinin saldırı yasaları, zam ve vergi soygunu, eğitim ve sağlıkta katkı payının artırılmasına karşı yürüyüş ve mitinglerle tepkiler ortaya kondu. Bunların birçoğu sendikalar üzerinden örgütlendi. Fakat kendiliğinden patlayan, işçi havzasını saran fiili grevi hayata geçiren eylemler, 2012’nin en önemli gelişmesi arasında yerini aldı.

Kendiliğinden öfke patlamasına dönüşen bu eylemlerin etkisi, yerelliğiyle sınırlı kalmadı, bulundukları organize sanayiyi sardı; kenti etkiledi, etki gücü genele yayıldı. Havza ve kent direnişi potansiyeli taşıdıkları gibi, önümüzdeki yıl ve yıllarda, benzer patlamaların yaşanacağını göstermektedir.

Bosch, Renault, Tofaş, Arçelik işçisinin kendiliğinden patlayan öfkesi, sadece TİS talepleri ve Türk Metal çetesine karşı görülebilir mi? Kuşkusuz hayır! Her ne kadar işçiler, Türk Metal’e karşı ayaklanıp Türk Metal’den istifa etmeyi istedilerse de, ağır çalışma koşulları, düşük ücret, idari baskılar, onur kırıcı davranışlara karşı yıllardır biriken öfkenin patlamasıydı yaşanan. Elbette işbirlikçi çeteci Türk Metal, bu sömürü ve baskının etkin bir parçasıdır. Türk Metal bir sendika değil, metal patronlarının tetikçiliğini üstlenmiş çete organizasyonudur. İşçilerin Türk Metal’e tepkisi, haklı ve oldukça önemlidir.

Türk Metal ve onun hazırladığı TİS taslağına karşı patlayan öfke, bütün metal işçilerinin, hatta Türkiye işçi sınıfının öfkesidir. Diğer işyerlerinde görülen, sokaklara taşan, fabrikaları işgal eden patlamalarda olduğu gibi…

Yine 6 bin Gaziantep tekstil işçilerinin kendiliğinden patlayan 11 günlük fiili grev, çok anlamlıdır. Bu grevle, grev yasakları fiilen delinmiştir. 7 işyerinin işçisi, yasaları hiçe sayarak fiili grevi hayata geçirdi. Üstelik bu işyerlerinin bazılarında işçiler sendikalı. Üyesi oldukları sendikaları da bir kenara iterek eylemi hayata geçirdiler. Sarı sendikacıların “yasalar el vermiyor”un hükmünü kırdılar. Kendi kurdukları “fabrikalar arası koordinasyon komitesi” ile eylemlerini yöneterek, belli kazanımlarla sonlandırdılar. Sonrasında bazı işçilerin işten atılmasının önüne geçememişlerse de, işyeri komiteleri, koordinasyon komitesi gibi taban örgütlülükleri üzerinden kendi özgüçlerine dayanarak harekete geçmiş olmaları çok anlamlıdır. Bununla birlikte, devrimci örgütlere ve sendikalara, “örgütsüz-tarafsız” kalmak adına mesafeli durmaları gibi olumsuzlukları da vardır. Bundan dolayıdır ki, kazanımlarını koruyamamışlar, grevden sonra işten atılmalara sessiz kalmışlardır.

Elbette bu durum, Gaziantep tekstil işçisinin gerçekleştirdiği eylemin büyüklüğünü ve önemini ortadan kaldırmaz. Sınıfın hanesine yazılacak olan, yasalara rağmen grev yapılabileceğidir. İşçiler başlangıçta fiili grevin anlamını bilince çıkarmamış olabilirler. Nihayetinde kendiliğinden patlayan bir eylemdir. Fakat gidilmesi gereken yolu göstermişlerdir. Bir diğer önemli nokta da, oluşturdukları taban komiteleridir. Ve bir bütün olarak organize sanayiyi kapsamasıdır.

 

Eylem biçimleri

Fabrika önü direniş, işçilerin en çok başvurduğu eylem biçimidir. Çadırlı fabrika önü direnişlerin bazıları oldukça uzun sürdü, ayları, yılları bulan oldu. Çadır direnişleri değişik eylem biçimleriyle beslendi. Belli saatlerde slogan atmak, yürüyüşler örgütlemek, direnişi başka etkinliklere taşımak, başka eylem ve direnişlere dayanışmalar örgütlemek, belirlenmiş merkezi yerlerde her hafta yürüyüşlü basın açıklaması yapmak, aynı il sınırları içerisindeki direnişleri bir platform biçiminde ortaklaştırmak vb… Yanısıra blokaj eylemleri, direnişi patronların evleri önüne taşımak gibi biçimler de devreye sokuldu. Keza kısa süreli işgal eylemleri, merkezi yerlere, yüksek binalara pankart asmak, mitingler, Ankara yürüyüşleri vb eylem biçimleriyle mücadeleyi sürdürdüler.

Yapılan her eylemin, sınıf mücadelesine katkıları oldu, oluyor. Devletin ve patronların tüm baskılarına rağmen ayları deviren kararlı, ısrarlı direnişler önemsiz değildir. Gösterilen kararlılık bile, tek başına anlamlıdır. Bu kararlılıktır ki, Roseteks, Güven Elektrik, Teksim, Cansel Malatyalı, Gaziantep tekstil işçileri gibi birçok yerde kazamın getirmiştir. Fakat blokaj ve patronların evleri önünde eylem yapmanın etkisi ve hükmü daha fazla olmuştur. Bu eylem biçimleri patronları oldukça rahatsız ediyor, nereye gitseler işçilerin öfkesini enselerinde hissetmelerini getiriyor, korkularını büyütüyor. Blokaj eylemleri daha çok satış mağazalarının önünde kısmi bir şekilde yapıldı, yapılıyor. Bunu üretim merkezlerine taşımak; orayla birleştirerek üretimi durdurmak, girdi çıktıları engellemek başarılırsa, elbette etkisi daha büyük olur, kazanımı da…

* * *

2012 yılı boyunca işçi ve emekçilere dönük birçok saldırı oldu, çıkan yasaların hepsi, varolan haklarını gaspetmeye dönüktü. Buna karşın işçi ve emekçiler, direnişe geçtiler. Gösteri, işgal, grev, blokaj vb. her biçimi kullanarak haklarını savundular, saldırılara sessiz kalmayacaklarını gösterdiler. 2013 yılında saldırılar hız kesmeyecektir. Fakat işçi ve emekçilerin de direniş ve eylemleri daha da büyüyerek ve yayılarak sürecektir. Kendi deneyimleriyle öğrenecekler, her defasında daha ileri adımlar atacaklardır. Burada önemli olan, öncü güçlerin hazırlığı, işçi ve emekçilerle olan bağlarıdır. Bu yöndeki engelleri, yalan ve demagojileri aşabilme iradesi ve çabasıdır. İşçi ve emekçilerin kazanımlarını kalıcı hale getirmesi ve yeni kazanımlar elde edebilmesi; bu konuda alınacak mesafeye bağlı olacaktır.

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …