Bariyerleri, çelik duvarları, gaz bombaları… 1 MAYIS’I ENGELLEYEMEDİ, ENGELLEYEMEZ!

1-mayis-2014-1

1 Mayıs, Türkiye’de her dönem günler öncesinden egemenlerin eteklerini tutuşturan bir gün olmuştur. Kutlanmasını engellemek, engelleyemedikleri durumda da katılımı olabildiğince düşürebilmek için ellerinden geleni yaparlar. Bu yaklaşım, AKP hükümetleri döneminde de değişmemiştir. Ancak her ne yaparlarsa yapsınlar, 1 Mayıs’ın şu ya da bu biçimde kutlanmasını engelleyememişlerdir. Bu yıl da yaşanan budur.

 

AKP’nin Taksim korkusu

2014 1 Mayısı da günler öncesinden tartışılmaya başlandı. Daha önce 1 Mayıs’ı yasallaştırmakla ve Taksim’i 1 Mayıs gösterilerine açmakla övünenler, 1 Mayıs’ın Taksim’de ve büyük bir kitlesellikle kutlanmasını önlemenin her yolunu denediler.

Öyle ki, “yasaklı alan”lar içinde sayılan Kadıköy’ü bile Türk-İş’e açarak, 1 Mayıs’ı bölmenin hesaplarını yaptılar. Her ne kadar Türk-İş, Hak-İş ya da Memur-Sen gibi hükümete yakınlığı ile bilinen konfederasyonlarla 1 Mayıs’ı yanyana getirebilmek; dolayısıyla 1 Mayıs kitlesini bölebilmek mümkün olmasa da, bunu da devreye sokmaktan ve demagoji malzemesi olarak kullanmaktan geri durmadılar.

Fakat asıl kilitlendikleri yer, doğal olarak Taksim Meydanı oldu. Çünkü 1 Mayıs’ı özüne, tarihine uygun bir şekilde kutlamak isteyenlerin alanı Taksim’di. Ve bu artık tartışılmayacak kadar kesin, kitleler nezdinde de kabul görmüş meşru bir haktı. Nitekim reformist partiler de dahil olmak üzere, kendine ‘sol’, ‘sosyalist’ diyen herkes, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlayacaklarını önceden duyurdular.

2014 1 Mayısı’nın Haziran direnişinden sonraki ilk 1 Mayıs olması ve Haziran direnişinde de Taksim’in simge haline gelmesi, Taksim dışında farklı bir alanı dillendirmeyi, reformistler açısından da imkansız hale getirmişti. Hatta CHP bile “Taksim” demek ve milletvekillerini göndermek zorunda hissetti.

Muhalif kesimler açısından             1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak ne kadar önemli ise, AKP hükümeti açısından da Taksim’i 1 Mayıs’a ve kitle gösterilerine kapatmak, o kadar hayati bir sorundu. AKP Taksim’de kendi sonunu görüyordu çünkü.

Hatırlanacaktır, ilk olarak geçen yıl 1 Mayıs’ta “çukur” bahanesiyle Taksim’i gösterilere kapatmışlardı. Buna bir de 31 Mayıs’ta başlayan ve tüm ülkeye yayılan Gezi direnişi eklenince, AKP’nin Taksim korkusu bir heyulaya dönüştü.

Haziran direnişi, işbaşına geldiği dönemden bu yana AKP’ye indirilen en büyük darbedir. Ve halen onun korkusuyla titremektedir. Direnişten bu yana Taksim, polis işgali altındadır. 1 Mayıs’ta ise daha günler öncesinden getirilen çelik bariyerlerle çevrilmiş, 30 Nisan gecesinden itibaren de kitleye kapatılmış, on binlerce polis dışında kimsenin giremediği boş bir mekan haline getirilmiştir.

 

İstanbul’da polis kuşatması

1 Mayıs günü, her tür ulaşım hattının “valilik kararı” ile kesilmesiyle, sıkıyönetimden de öte, neredeyde ilan edilmemiş bir “sokağa çıkma yasağı” sözkonusudur. İşlerine, evlerine gitmek isteyenlerin veya otellerine ulaşmak isteyen turistlerin dahi engellendiği, yürüyerek gitmelerine bile izin verilmeyen bir çitle çevrilmiştir İstanbul.

Sadece Taksim ve yakın çevresi değil, Topkapı’dan Mecidiyeköy’e, Beşiktaş’tan Levent’e kadar çok geniş bir alan, bırakalım araç trafiğini, yaya trafiğine kapatılmıştır. O bölgelerde yaşayanlar, evlerinde dahi gaza maruz kalmışlar, çocuklar çığlık çığlığa sokağa fırlamıştır.

Bu yönleriyle geçen yıldan veya daha önceki yasaklı 1 Mayıs’lardan çok daha geniş yasaklar ağı ile kuşatıldığımızı söyleyebiliriz. Bu, yığılan polis sayısından, kullanılan araç çeşitliliğine kadar böyledir.

Ancak tüm yasaklarına, önlemlerine rağmen, daha önceki 1 Mayısları engelleyemedikleri gibi, bunu da engelleyemediler. Çünkü 1 Mayıs’ın doğuşu, ruhu, tarihi, zaten yasakları, engelleri aşma üzerine kurulmuştur. Somut talep olarak “8 saatlik işgünü”nün ötesinde, bir bütün olarak işçi sınıfının burjuvaziye karşı dünya çapında bir başkaldırı günüdür 1 Mayıs! Giderek ezilen-sömürülen tüm kesimlerin sahiplendiği, egemenlere karşı isyanını ortaya koyduğu, taleplerini haykırdığı bir gün haline gelmiştir.

Yüzyılı aşkın süredir egemen sınıfların tüm engellemelerine rağmen, artan bir yaygınlıkta ve kitlesellikte kutlanması ve en gerici diktatörlerin bile -tıpkı Erdoğan gibi- bu günü kabul etmek zorunda kalması, 1 Mayıs’ın bu artan gücünün sonucudur. Yasal ya da yasa-dışı; 1 Mayıs’ın kutlanmadığı tek bir ülke yoktur! Artık egemenlerin sorunu, 1 Mayıs’ın kutlanmasını tümden engellemek değil, onun kitleselliğini düşürmek, olabildiğince yalıtmak ve kendi icazeti altına alabilmektir. AKP hükümetinin de yapmak istediği, yapmaya çalıştığı budur. Fakat bunu da başaramamıştır.

 

Kazanan yine 1 Mayıs oldu

Haziran direnişinin ardından gelen 1 Mayıs’ın doğal olarak çok kitlesel olacağı bekleniyordu. Son yasal 1 Mayıs’ta yaklaşık bir milyon kişi Taksim’i doldurmuştu. Keza Haziran direnişi sırasında Taksim yine milyonlarla dolup taştı. Son olarak Berkin’in cenazesi 3 milyon kişi ile kaldırıldı. AKP’yi de titreten ve bu yasakları koydurtan güdü, artan bu kitlesellikti.

Bu 1 Mayıs’ta beklenen kitleselliğe ulaşılamamış olması ya da Taksim’e girilememesi, kimi küçük-burjuvalarda, liberal kesimlerde, aydınlarda bir karamsarlık ve umutsuzluk havası yaratabilir. Onlardan daha geniş kesimlere doğru bu hava yayılabilir. Bu onların “güce tapan” ikircikli ruh hallerine uygundur, dolayısıyla şaşırtıcı da değildir. Fakat bu tür karamsar değerlendirmelere asla prim vermemek gerekir.

Bugüne kadar görülmemiş yasaklara ve günler öncesinden yaydıkları korkuya rağmen, onbinlerce insan Taksim’e girmek için yola çıkıyor ve saatlerce polisle çatışıyorsa, bu 1 Mayıs’ın zaferidir. Hükümet acz içindedir ve bir kez daha kaybetmiştir. Hem de sadece İstanbul’da değil, “yasaklı alan” ilan ettiği Ankara-Kızılay’da da kaybetmiştir. Dersim’de, Van’da, 1 Mayıs’ın “kalekol” yapımlarına karşı mücadele ile birleşmesi ve binlerce kişinin dağlara tırmanarak çatışması ile de kaybetmiştir.

Böyle bir kesitte, 1 Mayıs’a katılan kitle sayısının niceliği değil, niteliği önem kazanır. Cesaret, militanlık, ısrar ve kararlılıktır önemli olan. Ki bu 1 Mayıs’ta bu erdemler bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Diğer yandan bunca kuşatılmışlığa rağmen, onbinlerce kişinin “yasaklı alan” ilan edilen yerlere çıkmak için seferber olması, hiç de azımsanmayacak bir kitleselliğin varlığını gösterir. Bu kitle, yaralanmayı, tutuklanmayı, hatta ölümü göze alarak yola çıkan bir kitledir. Nitekim yine onlarca kişi ağır şekilde yaralandı, yüzlercesi gözaltına alındı ve gözaltı süreleri uzatılarak, işkence yapılarak gözdağı verildi. Ama gözaltından yine sloganlarla, zafer işaretleriyle çıktılar ve Adliye önünde bekleyen kitlenin alkışlarıyla sloganlarıyla karşılandılar.

Sadece bu tablo bile, 1 Mayıs’ın moral gücünü, kararlılığını resmetmeye yeter. Ve gerçekte kimin kazanıp kimin kaybettiğini ortaya koyar.

Diğer yandan Türkiye, dünyada Kolombiya ile birlikte, “1 Mayıs’ın çatışmalı geçtiği iki ülkeden biri” sıfatını alarak tarihe geçmiştir. Bu Türk egemenlerinin utancıdır. Tıpkı Ankara’nın ortasına koydukları “utanç duvarı” gibi…

Onlar tarihe bu simgelerle geçecekler. Türkiye işçi ve emekçileri ise, her koşul altında 1 Mayıs’ı kutlamanın gururu ile…

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …