Yine kararlılığımızla TAKSİM’E YÜRÜDÜK!

1mayis2015-besiktas

Bu yıl 1 Mayıs’a devletin yoğun bir önlemle gireceği belliydi. Geçen yıllardan farklı olarak İç Güvenlik Yasası’nın rahatlığıyla ve “elleri serbest” bir şekilde hareket edeceklerini ifade etmişler ve ona göre teçhizatlarını güçlendirmiş, polis sayısını arttırmışlardı. Günler öncesinden Taksim ve oraya açılan yollara yerleştirecekleri bariyerleri taşıdılar. Korkuları o kadar büyüktü ki, devletin en üst makamında oturan Tayyip Erdoğan, “nankörlük”le suçladığı işçileri-emekçileri sindirmek için “kükrüyor”du: “1 Mayıs’ta Taksim’e çıkmak demek, kaos demektir!” Yani resmi olarak yaptıkları, “güvenlik”, “kamu çıkarı”, “trafik engelleniyor” vb argümanların temelini bu korku oluşturuyordu. Geçen yıllardaki deneyimlerinden de yola çıkarak, işçi ve emekçilerin Taksim’e çıkmak için her şeyi yapacaklarını iyi biliyorlardı..

Bu yılki 1 Mayıs’ı önceki yıllardan ayıran bir etmen de seçim öncesine denk gelmesi oldu. Oy kaybettiği her geçen gün daha bariz bir şekilde ortaya çıkan AKP, Taksim’i can siperane koruyor ve bir yenilgi daha almak istemiyordu. “Bizden habersiz nefes bile alamazsınız” anlamına gelen açıklamalar, betonlaşmış suratlarındaki korkunun ifadeleri olabilirdi ancak. Ama 1 Mayıs’ta aldıkları tüm önlemler, işçilerin ve emekçilerin sokağa çıkmasını engelleyemedi, engelleyemezdi de…

Ne var ki, sadece devlet değil, icazetçi-reformist kesimler de bir kez daha üzerlerine düşeni yaptılar. “Neden Taksim’de ısrar ediliyor”, “Taksim ısrarı yüzünden işçiler taleplerini haykıramıyor” argümanları, özellikle EMEP reformizmi tarafından son iki aydır sürekli işlendi. Sanki Taksim, işçilerin ve emekçilerin talepleri arasında yer almıyor da, uzaydan düşmüş gibi davranmaya çalıştılar.

Bizler, bu kıran kırana kavganın yıllardır deneyimlerini yaşıyoruz. Gözaltılar, yaralanmalar, tutuklanmalar ve hatta ölümler pahasına 1 Mayıs’larda Taksim’e çıktık. Hem devlete, hem de reformizme karşı mücadele ederek, özgürlük alanlarını açtık. Sendikal bürokrasinin önümüze çıkartacağı engelleri biliyorduk. Bütün bunları işçi ve emekçilerin bilincinde de açmamız gerekiyordu.

Bu 1 Mayıs’ın çetin geçeceği belliydi. Zaten yazılarımızda, konuşmalarımızda bu işleniyordu. 1 Mayıs öncesi yürüttüğümüz faaliyetlerde, afişler, bildiri dağıtımları vb. kitlelerin bilincinde oluşan bulanıklıkları görüyorduk ve bunu gidermekle karşı karşıyaydık. Özellikle iç güvenlik yasası ve devletin tehditlerinden çok yoğun bir etkilenme göze çarpıyordu. “Maske takanları vuracaklarmış”, “sapan atanlara hapis cezası vereceklermiş” tarzında bir korku havası ve 1 Mayıs’a katılımda çekimserlik vardı, bizim bu havayı dağıtmamız gerekiyordu. Bu doğrultuda konuşmalar yaptık. Ama 1 Mayıs günü bu korkulardan dolayı gelmeyen kişiler oldu.

Çalışmaların ardından 1 Mayıs günü yaklaştıkça heyecan arttı ve ne olacağına dair öngörüler oluşmaya başladı. Son birkaç gün rüyamda bile 1 Mayıs’ı gördüm. Gaz bombası ve kurşun sesleri arasında, direnmek için gerekli materyallerimizle polislerin karşısına dikilmiştik yine…

DİSK’in bu yıl kapalı olacağı söylenmiş olmasına rağmen, birkaç sendikanın DİSK’te kalmak için ısrar ettiğini öğrenmiştik. Bir gece önceden Şişli’ye doğru materyallerle yola çıktım. DİSK’in önüne geldim, orada başkanlar toplantı yapıyorlardı. Bize burada kimsenin kalmayacağı söylendi ve kısa bir tartışma yaşandı. Emek ve Özgürlük Cephesi’nden (EÖC) arkadaşları da görünce, orada beklemeye karar verdik. Binada kalmak için Nakliyat-İş üyeleri de gelmeye başlamıştı. Bina hala kitliydi ve biz ne olursa olsun kalmaya kararlıydık. Yöneticiler de geldi, onlar da “Biz DİSK yönetimini karşımıza alamayız, buraya Nakliyat-İş üyelerinden başka kimseyi alamayız” dediler. Birkaç gün önce DİSK yönetimine “anahtarı vermezseniz biz de kapıyı kırıp gireriz” diyen sendika yöneticileri, şimdi “sorumluluk alamayız” diyordu.

Yaklaşık 10 kişi gece 1.30’a kadar bir çay ocağında oturduk, orası da kapanınca DİSK’in sokağında beklemeye başladık. Bir müddet sonra DİSK’e gelmesini söylediğim yoldaşlar da geldi. Hava soğumaya başlayınca ateş yakmak için gerekli malzemeler toplandı ve büyük bir ateş yakıldı. Ateş başında gündeme dair konuşmalar yaptık EÖC’lü arkadaşlarla ve 1 Mayıs günü olasılıkları değerlendirip ortak hareket edeceğimiz şeyleri konuştuk. Tabi her şey o gecenin koşullarında konuşuldu. Ertesi gün ne olacağını çok da bilemiyorduk. DİSK’in önüne TOMA’ları çekebilirlerdi, polisleri yığabilirlerdi. Hiçbir şey yapamadan gözaltına da alınabilirdik.

Sabah saatlerine doğru belediye otobüsleriyle çevik kuvvetler taşınmaya başlandı. TOMA’lar geçiyordu peş peşe ve bir noktadan sonra saymayı bıraktık. Bu arada gelen yoldaşlarla da ne yapacağımızı ayrıntılı konuştuk. Çevik Kuvvetler sokakları gezerek, nerede önlem alacaklarını belirliyorlardı. 3 kişilik bir çevik grubu, bizi ateş başından görünce arkalarına bakmadan gittiler. 20 dakika sonra 30 kişilik bir ekip DİSK’in sokağına geldi ve inceledikten sonra gitti. Artık önlemler iyiden iyiye artıyordu.

Gece yarısı tek tek gelen insanlardan başka sabahın 6’ından sonra gelen insan sayısı birkaç kişiyi geçmiyor. Çünkü geçen yıldan farklı olarak devlet, DİSK’e açılan bütün sokakları kapatmıştı. Basın da geldi ve bize kaçta başlayacağımızı sorup durdular.

Sabah Nakliyat-İş yöneticileriyle bir tartışma oldu. Gece boyunca biz sokakta dururken gelip bir şey sormayanlar, içeride bulunan çantaları bahane ederek “bizi enayi yerine koymayın” diyerek, saldırmaya başladılar. Gerekli cevap verildi ve kısa zamanda ortam sakinleşti. 1 Mayıs günü böyle bir tartışmanın hoş olmayacağını EÖC’lü arkadaşlarla konuştuk, konuyu sonra tartışmak üzere kapattık.

Ardından flamalarımızı çıkardık ve sloganlarımızı haykırmaya başladık: “Yaşasın 1 Mayıs”, “Bıji yek gulan”, “1 Mayıs kızıldır kızıl kalacak”, “Her yer Taksim her yer 1 Mayıs!”

Bu arada toplanmaların ne durumda olduğunu öğrenmeye çalışıyoruz. Gelen basın emekçilerine soruyoruz. Okmeydanı’nda çatışmaların başladığını öğreniyoruz. Bir müddet sonra televizyon kanalları işçilerle röportaj yapmaya geldiler. Halaylarımız başlıyor. Dört bir yanımız polislerle TOMA’larla çevrili, ama biz onlara korkmadığımızı gösteriyoruz. Halaylarımız daha coşkulu, sloganlarımız daha gür atılıyor.

Kaldıraç, Mücadele Birliği, ESP’den gelenler de var, ama sayımız oldukça az ve tüm basın bu sayıyla yürüyüp yürümeyeceğimizi merak ediyor. Çatışma haberleri de gelmeye başladı. DİSK’in birkaç sokak paralelinde çatışmalar oluyordu. Helikopterler ve çevik kuvvet oraya yöneldi. Çatışanların arasında yoldaşlarımızın da olduğunu daha sonra haberleşerek öğrendik. Fakat yanımıza çıkamıyorlar. Önlemler o kadar yoğun ki, sokak sokak, hatta adım adım parsellemişler.

Zaman da ilerliyor ve beklemek zor geliyor. Halaylar devam ediyor. “Ellerinde pankartlar” marşını hep bir ağızdan söylüyoruz devrimci dostlarımızla. Sesler çok gür çıkıyor. 12’yi biraz geçe Halaskargazi Caddesi’ne inmek için kortejler oluşturuyoruz. Caddeye çıkıyoruz ve sloganları haykırıyoruz yine.

Caddenin her sokağı polislerle dolu ve geçen yılki yerden daha önce çekmişler barikatı. Bizi dört TOMA ve yüzlerce çevik kuvvet,  bir o kadar da sivil polis bekliyor. Ayrıca 50’şer metre arayla Taksim’e kadar TOMA’ları dizmişler. Bir kez daha görüyoruz korkularını. Bizim sayımız 60-70 civarında. Onlar, onbinlerle dizilmişler. Ama burada, milyonlarca işçi ve emekçiyi temsil ettiğimizi biliyoruz. Onların yüreğini ve bilincini yansıtıyor, kararlılığını taşıyoruz. Devlet de bunun farkında ve sürekli fotoğraflarımızı çekiyor. 

Sendikacılar görüşmeye başlıyor. Aslında formalite işler bunlar. Biz bir an önce saldırsınlar diye bekliyoruz. Onlar bir müddet sonra “alışık olduğumuz” anonslarını geçmeye başlıyorlar. Ama bir türlü saldırmıyorlar. O anda sabah saatlerinde bir basın emekçisiyle yaptığımız diyalog geliyor aklıma. “Boşuna beklemeyin size saldırmayacaklar” demişti. Nedenini sorduğumda, “buranın karışmasını istemiyorlar” dedi. Gerçi geceden beri özellikle Beşiktaş’ta sendika yöneticilerinin devletle anlaştığını ve sembolik bir sayıyla Taksim’e çıkacağını duyuyoruz. Biraz moral bozucu ama, sonuçta yapılan hesapların ana pek uymadığını da çok yaşadık.

Anonslar susuyor bir müddet sonra ve sendikacılar birkaç defa gidip geliyor polis müdürlerinin yanına. Saat 14’e doğru Beşiktaş’ta ve Şişli’de basın açıklaması yapılıp dağılınacağı söyleniyor. Bir yandan çatışma haberleri geliyor, bir yandan biz burada bekliyoruz. Ve sonunda “basın açıklaması” yapılıyor  ve Halasgargazi Caddesi’ndeki uzun bekleyişimiz sona eriyor.

Beşiktaş’a da saldırdıklarını öğreniyoruz. Biraz garip bir durum bu. Gaz yemeden, plastik mermi yemeden ve suyla ıslanmadan 1 Mayıs’ı geçirmek, bir eksiklik uyandırıyor insanda.

Ama şu gerçek ki, biz sadece devletle değil, sendikal bürokrasiyle, reformizmle karşı karşıyayız ve hepsiyle birden mücadele etmek zorundayız. Devlet aldığı tüm önlemlere rağmen, 1 Mayıs’a akışı durdurmayı başaramadı. Yaptığı sadece sokakları tutmak ve toplanmaları engellemekti. Ne kadar başarılı olduğu aşikar.

Bizler ise, yine kararlılıkla Taksim’e yürüdük. Tüm bariyerler, barikatlar önümüzde yıkıldı. Geride kalan ise, devletin korkusunun bir kez daha görülmesi oldu.

 

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …