Parlamentarizm – 2: Bolşeviklerin parlamento deneyimi

internette-arkasayfa-yazilari-icin

Her tür revizyonist-reformist akım, parlamento düşkünlüğünü perdelemek ve devrimci-demokrat kesimleri yedeklemek için, varolan düzeni değiştirmek amacıyla parlamentoya girdiklerini iddia eder. Kendilerine karşı çıkan devrimci ve komünistleri ise, “sekterlik”le, “dönemin ruhuna ayak uyduramamak”la suçlar. Bu dün de böyleydi, bugün de böyledir.

Günümüzde artık ML kavramları kullanmaktan da kaçınan, burjuva literatürle konuşup-yazan bu kesimler, kendi tabanında devrimci duyguları taşıyanları ve komünist ve devrimci hareketleri etkilemek için, soyut da olsa ML’nin lafzını etmekten geri durmuyorlar. Bunların başında, Rusya’da Bolşeviklerin de seçimlerde aday gösterdiği ve Çarlık Rusya’nın parlamentosu olan Duma’da çalıştıkları argümanı geliyor. Rusya’da Bolşeviklerin “parlamentodan yararlanma” taktikleriyle, kendilerinin parlamanterist hayaller yayan görüşlerini aynı şeymiş gibi göstermeye çalışıyorlar. Yani devrim fikrinden uzaklaşıp düzen-içi çözümler aramakla, devrim için parlamento dahil her tür burjuva kurumdan yararlanma ilkesini; aralarında gece ile gündüz gibi fark olan bu iki yaklaşımı, aynılaştırmaya kalkıyorlar.

Burjuva seçimleri ve parlamentosu hakkında ML’nin temel ilkeleri vardır. Burjuva sistem değişmediği sürece de, bu konudaki ilkesel yaklaşımlar değişmez. Seçimlere katılıp katılmamak, parlamentoya girip girmemek, her ülkeye ve koşullara göre belirlenen “taktiksel” bir durumdur tabi ki. Fakat hangi taktik uygulanırsa uygulansın, parlamento ve seçimler konusunda ML ilkelerden taviz verilmez. Uygulanan taktikler, bu ilkelere sadık kalarak, dahası onların doğruluğunu geniş kitlelerin de görmesini sağlamak amacıyla, devrimi yaklaştırmak için belirlenir ve ona uygun bir şekilde yaşama geçirilir.

Dolayısıyla taktiğin stratejiyle, stratejinin programla uyumlu olması ve onları güçlendirmesi şarttır. Diğer türlüsü, yanlış bir taktik anlayışıdır; sözde “taktiksel başarı” adına programın, temel ilkelerin gözardı edilmesidir ki, bu da revizyonizmin atası sayılan Bernstein’in “hareket her şeydir, nihai amaç hiçbir şey” pragmatizmine sürüklenmekten başka bir şey değildir.

Taktiğin programla, reformlar için mücadelenin devrimle olan bağını, seçimler ve parlamento üzerinden ele aldığımız bu yazıda, sıkça konu edilen Bolşeviklerin parlamento deneyimine daha yakından bakmakta yarar vardır. Bolşeviklerin parlamentoya yaklaşımından, milletvekili adaylarını belirleme süreçlerine, milletvekillerinin parlamentoda çalışma şeklinden, işçi ve emekçilerle kurduğu bağlara kadar, her aşamasının, reformist-revizyonist yaklaşımlardan ne denli farklı olduğu, ancak bu şekilde görülecektir.

 

Parlamento ve seçimlere

ML bakış

Burjuva diktatörlüğünü alaşağı ederek, proletarya diktatörlüğünü kurmaksızın, sosyalizme geçmenin ve sosyalizmi gerçekleştirmemin mümkün olup olmadığı, ML ile her türden oportünist-revizyonist akım arasında her dönem en önemli ayrışma noktası olmuştur.

Marksizm öncesi “ütopik sosyalist”ler, sosyalist dönüşümü, “azınlığın, görevlerinin bilincine varmış çoğunluğa barışçıl biçimde boyun eğmesi” olarak tasarlıyorlardı. Bunlar proletaryanın yeni geliştiği bir dönemde ortaya çıkan akımlardı. Sınıf ayrımı gözetmeksizin toplumun tamamının kurtuluşunu düşlüyor, bunun için de “burjuvazinin duygularına ve kesesine” sesleniyorlardı.

Bu düşler, yaşamın gerçekleri karşısında tuzla-buz olup gitti. Marksizm, bu akımları ideolojik olarak da mahkum etti. Fakat sosyalizme barışçıl geçiş hayalleri, her kaotik ortamda kendini yeniden üretti. Birinci emperyalist savaş döneminde bunun başını Kautsky çekti. Dünya ölçeğinde yaygınlık kazanan “genel oy” mücadelesi ile parlamentonun yapısında kimi değişiklikler, “barışçıl geçiş” hayallerini yeniden hortlattı. “İkinci enternasyonal oportünizmi” olarak damgalanan bu akıma karşı mücadelenin bayrağını da Lenin yükseltti. “Devlet ve Devrim” ile “Proletarya Diktatörlüğü ve Dönek Kautsky” eserleri, bu temel soruna açıklık getiren iki başyapıttır.

“Ütopyacılar, toplumun sosyalist dönüşümünün gerçekleşeceği politik biçimleri ‘keşfetmek’le uğraştılar…. Bugünkü sosyal-demokrasinin oportünistleri, parlamenter-demokratik devletin burjuva politik biçimlerini aşılamayacak sınır olarak alıyor, bu ‘model’e tapınmaktan bir hal oluyorlar” diyordu Lenin, “Devlet ve Devrim” adlı yapıtında. Ve burjuva parlamentosuna dair gerçekleri şöyle ortaya koyuyordu:

“Birkaç yılda bir, egemen sınıfın hangi temsilcisinin halkı parlamentoda temsil edeceğine ve ezeceğine karar vermek- sadece parlamenter-meşruti monarşilerde değil, aksine en demokratik cumhuriyetlerde de burjuva parlametarizminin gerçek özüdür… Amerika’dan İsviçre’ye, Fransa’dan İngiltere’ye, Norveç’e dek parlamenter olarak yönetilen herhangi bir ülkeye bakın: Asıl ‘devlet’ işleri, kulislerin ardında daireler, özel kalem odaları, genel kurmaylar tarafından yapılır. Parlementolarda sadece laklak edilir, hem de ‘sıradan halkı’ kafese koymak özel amacıyla...”(Devlet ve Devrim, İnter Y. sf. 60-61)

Revizyonist-reformist akımlarla ML arasında parlamentoya bakışta görülen bu farklılık; devlet, demokrasi ve “demokrasi mücadelesi” konusundaki temel görüş ayrılığından kaynaklanmaktadır. Bu akımlar, demokrasinin sınıfsal niteliğine hiç girmeksizin, genel olarak “demokrasi”yi överler. “Demokrasi mücadelesi” de, seçimlere katılım ve parlamenter mücadele şeklinde vücut bulur.

Demokrasi sorunu gündeme geldiğinde Marksist Leninistler “kimin için demokrasi?” sorusunu sorar. Çünkü bir sınıf için demokrasi, diğeri için diktatörlüktür. Elbette demokrasi de ilk çıktığı çağlardan bu yana çok büyük değişimler göstermiştir. Eski Yunan’dan ortaçağa uzanan demokrasi biçimleriyle, kapitalist devletin demokrasisi tabi ki farklıdır. Fakat hepsinde mülk sahibi azınlığın, mülksüz çoğunluk üzerinde tahakkümü vardır. Yani biçimler değişse de öz aynı kalmaktadır. “Ortaçağa kıyasla muazzam bir tarihsel ilerleme anlamına gelen burjuva demokrasisi; her zaman dar, sınırlı, sahte, ikiyüzlü zenginler için bir cennet, sömürülenler, yoksullar için bir tuzak, bir aldatmacadır ve kapitalizm altında böyle olmak zorundadır.” diyor Lenin. (Dönek Kautsky, İnter Y. sf. 27)

“Tüm yetişkinler için genel eşit gizli doğrudan seçme ve seçilme hakkı, burjuva demokrasisinin en son gelişme aşaması demektir. Bu da mülk sahipleri ve sömürücülerin sınıf egemenliğinin en tam politik biçiminin temeli ve örtüsüdür. Fakat aynı zamanda mülksüzler ve sömürülenlere karşı en muazzam, şiddetli sınıf diktatörlüğüne doğru keskinleşmesidir. Seçim hakkı, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti ve böylece burjuvazi ile proletarya arasındaki sınıf karşıtlığını ortadan kaldırmaz… ‘Siyasi hak eşitliği’ örtüsüyle sahtekarca örterek, sadece gözlerden saklamaya çalışır. (Kadın Sorunu Üzerine, İnter Y. sf. 121)

ML’lerin burjuva demokrasisine ve onun uygulaması olan seçimlere bakışı, sınıfsaldır. Sınıflar üstü bir “demokrasi” anlayışı, burjuvazinin diktatörlüğünü gizlemeye yarar sadece. Lenin’in çok çarpıcı bir şekilde belirttiği gibi, en demokratik burjuva devletinde bile ezilen kitleler, “kapitalistlerin ‘demokrasi’si tarafından ilan edilen biçimsel eşitlik ile proleterleri ücretli köleler haline getiren binlerce gerçek sınırlama ve kısıtlama arasında” sıkışıp kalmıştır. Buna karşın burjuvazi, sadece kendi araçları ile değil, çeşitli biçimlerle satın aldığı “sol” görünüşlü kişi ve kurumlar aracılığıyla da bu durumu perdelemeye çalışır. Halkın seçimlerle kendi vekillerini meclise gönderdiği ve bu vekiller aracılığıyla ülkenin yönetimini değiştirebileceği yanılsaması yaratır. Bunun için de öne sürülen en önemli argüman; seçimlere katılmak, parlamentoya girmek, devrim olmaksızın düzeni adım adım değiştirmektir. Gerçekte burjuva parlamentosu, önemli sorunlar üzerine hiçbir zaman karar veremez. Ayrıca “emekçi kitlelere binlerce engelle kapatılmıştır… onlara yabancı bir kurum”dur. “burjuvazinin proleterleri ezmesinin bir silahı”dır. (Lenin, Proleter Devrim ve Dönek Kautsky, sf. 32)

Marksizm, “ütopik sosyalistler”-den bu yana, egemenlerle uzlaşma içinde sosyalizme “barışçıl geçiş”i savunan görüşlerle mücadele etti. Devlet, demokrasi ve onun bir uzantısı olan parlamentoya bakış, bu mücadelenin en önemli parçaları oldu. Lenin, Marks ve Engels’ten devraldığı bu mücadeleyi geliştirdi ve somut olarak gösterdi. Demokrasi mücadelesinin devrim perspektifiyle nasıl yürütüleceğini, parlamentodan devrim lehine nasıl yararlanacağını bizzat uygulamalı bir şekilde ortaya koydu.  

 

Rusya’da devrim öncesi durum

Çarlık Rusyası’nda kapitalist gelişme diğer ülkelerden daha sonra başladı. 19 yy ortalarına dek toprak köleliğine (serflik) dayanan bir ekonomi biçimi baskındı. 1861’de köylü isyanları üzerine Çarlık, toprak köleliğini resmi olarak kaldırıldı, fakat kalıntıları uzun yıllar sürdü. Ağır vergi yükü altında ezilen köylüler, kentlere göçüyor ve fabrikalara ucuz işgücü oluyordu. İşçilerin ve köylülerin hiçbir politik hakkı yoktu.

Bu koşullarda Çar’a “danışmanlık” yapan bir meclis dışında, halkın kendi oylarıyla seçtiği bir yasama meclisi de sözkonusu değildi. 1905 yılında patlak veren devrim, Çarlığın iktidarını ciddi biçimde sarsınca, Çarlık 17 Ekim 1905’te bir manifesto yayınladı. “Vicdan, söz, toplantı ve dernek kurma özgürlüğü”nü getireceğini ve buna bağlı olarak bir “Yasama Duması”nın toplayacağına söz verdi.

Çarlığın bu vaadleri, elbette kitleleri yatıştırmak, kendine zaman kazanmak içindi. Gücünü toparlayıp devrime darbe indirmek istiyordu. Lenin, Çarlığın 17 Ekim manifestosunu, “güçlerin geçici bir denge anının dile gelişi” olarak yorumladı. Çardan manifestoyu koparmış olan işçi ve köylülerin, henüz Çarlığı devirecek güçte olmadığını, buna karşın Çarlığın da artık eski yöntemlerle ülkeyi yönetemediğini söylüyordu. (Bolşevik Parti Tarihi, Bilim ve Sosyalizm Y. sf.100)

Çarlık hükümeti, 1905 yılının Aralık ayında Duma’yı toplamak için bir seçim yasası çıkardı. Bu yasaya göre halkın yarıdan fazlası -örneğin kadınlar ve 2 milyondan fazla işçi- oy hakkından yoksundu. Seçimlerde eşit oy hakkı yoktu. Seçmenler 4 kesime (toprak ağaları, burjuvazi, köylü ve işçi olarak) ayrılmıştı. Gerçekte “gizli oy” diye birşey de yoktu. Kısacası son derece anti-demokratik uygulamalar sözkonusuydu. Duma’da bir avuç toprak ağası ile kapitalistin, milyonlarca işçi ve köylüye karşı sayı üstünlüğünü elde etmesine uygun şekilde hazırlanmıştı.

Duma’ya ve seçimlere yaklaşım, Menşevik-Bolşevik ayrımını bir kez daha su yüzüne çıkardı. Menşevikler, halkın taleplerinin devrim olmaksızın da gerçekleşebileceğini savunuyor, Çarlık’tan kurtulmanın en iyi çaresi olarak Duma’yı görüyorlardı. Bolşevikler ise, Duma’ya “Çarlığın yaralarını örten ve rahatsız ettiği zaman hemen kaldırıp atacağı bir paravan” gözüyle bakıyorlardı. (age sf. 110) Bunun bir sonucu olarak Menşevikler I. Duma seçimlerine katıldılar ve Duma’da yeraldılar, Bolşevikler ise, Duma’yı boykot ettiler.

Bolşeviklerin söylediği gibi, Çarlık, devrimin yenilgiye uğradığını farkettiği bir dönemde I. Duma’yı dağıttı. Bolşevikler devrimin yükseliş yıllarında Çarlığa karşı ayaklanan kitlelerin “anayasa yolu” ile saptırılmasına karşı çıkmışlar, halkı Çarlığı devrimci bir tarzda alaşağı etmeye çağırmışlardı. Duma’yı boykot etmişler ve bu tutumları kitlelerden büyük bir destek almıştı. Ne var ki, devrimin yenilgisinin kesinleştiği bir dönemde, aynı taktiği izlemek doğru olmayacaktı. Değişen koşullar, taktiğin de değişmesini zorunlu kılıyordu. Süreçteki değişimi kavrayan Bolşevikler, İkinci Duma’ya katılma kararı aldılar.

 

Rusya’da Duma’lar ve

Bolşeviklerin yeralış tarzı

Lenin, “Sol Komünizm-Bir Çocukluk Hastalığı” adlı kitabında Bolşeviklerin deneyimlerinden çıkardığı sonuçları sıralar ve teori düzeyine yükseltir: “Bizim için ömrünü doldurmuş olan bir kurum, henüz sınıf için, kitleler için ömrünü doldurmamış ise, içinde çalışmak gerekir” der. Bir başka ifade ile “gerici kurumları dağıtacak güçte olmadığımız sürece, bu kurumlarda çalışmak” zorunluluğunu vurgular. (İnter Y. sf. 55)

Bolşevikler, “somut durumun somut tahlili” üzerinden 1905 devrimi sonrasında seçim taktiklerini de değiştirirler. Fakat parlamentoya bakışları değişmiş değildir: “İşçi sınıfının politik partileri, parlamenter savaşımdan yararlanmaktan, parlamentoda yer almaktan yanadırlar; ama parlamenter avanaklığa, yani parlamenter savaşımın tek ya da her durumda başlıca politik savaşım biçimi olduğu inancına da amansızca karşı koyarlar” (Lenin, aktaran Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşiniz, Bilim ve Sosyalizm Y. sf. 233)

Bolşeviklerin parlamentoya ilkesel yaklaşımı başından itibaren aynı kaldı. Bu konuda Menşeviklerle her dönem “iki ayrı çizgi”ye sahip oldular. Dolayısıyla taktikleri de, parlamentoda çalışma tarzları da onlardan çok farklı oldu. “Parlamento seçimlerine ve parlamento kürsüsünden mücadeleye katılmanın devrimci proletaryanın partisi açısından anlamı” diyordu Lenin, “sınıfın geri katmanlarını eğitmek; ezilen, korkutulan ve bilisiz kır kitlelerini uyandırıp aydınlatmak”tır. Daha Duma’ya katılmadan önce, Menşeviklerin yaptıklarının tersine, liberal burjuvazi ile blok oluşturup “yasama” işlerine katılmayacaklarını ilan ediyor ve oraya “devrimin yararına bir kürsü olarak kullanmak için” gideceklerini duyuruyordu.

Bolşevik vekiller bu bilinç açıklığı ile II. Duma seçimlerine katıldılar. Ama daha adaylık aşamasından itibaren birçok engeli aşmakla karşı karşıyaydılar. Seçim öncesi tutuklanma olasılığı yüksek olduğundan, adaylar son ana kadar açıklanmıyordu. İşçiler, gizli toplantılarda (kır gezintisi altında) delegelerini belirliyordu. Duma’ya gidecek işçi vekillerini bu delegeler seçiyordu. Parti, kendi adayını saptıyordu, fakat bu adayın işçilerin ezici çoğunluğu tarafından benimsenmesi gerekiyordu. Politik görüşlerinin yanı sıra kişisel özellikleri, işyerindeki faaliyetleri, mücadeledeki tutumu vb. önem kazanıyor, işçiler ona göre oy veriyordu. Buna karşın Çarlık rejimi, istemedikleri adaylar seçildiğinde, sonuçları iptal edebiliyordu. İşçiler ancak grev yaparak, rejime geri adım attırıyor ve kendi adaylarını Duma’ya gönderiyordu.

Bolşevik vekiller, seçim kampanyasını bile yeraltından örgütlenmek zorundaydı. Çünkü parti, Çarlık polisinin sürekli saldırısı altındaydı. Menşeviklerden farklı olarak Partinin önderleri ya yeraltındaydı ya da sürgünde. Yasal çalışma ile yasadışı çalışmayı içiçe yürüterek Duma’ya 11 Bolşevik vekili göndermeyi başardılar.

İkinci Duma’da 12 Menşevik, 11 Bolşevik milletvekilinin oluşturduğu bir “sosyal-demokrat grup” oluştu. Fakat Çarlık, beklediğini bulamadığı II. Duma’yı da dağıttı. Sosyal-demokrat milletvekilleri tutuklandı, sürgüne yollandı. Bolşeviklerin daha başta öngördükleri gibi Duma, Çarlığın “yaralarını saran ve gerekli gördüğü zaman da kaldırıp attığı bir paravan”dı gerçekten de.

İkinci Duma’daki Bolşevik vekiller, müebbet hapisle yargılanıp Sibirya’ya sürüldüler. Bunun üzerine Lenin, “bazıları Duma kürsüsünü Bakan olmak için terk eder; diğer bazıları, işçi milletvekilleri de mahkum olmak için” diyecekti. Yani Duma’da işçi milletvekili olmak, “ateşten gömleği giymek” gibiydi. Daha baştan tutuklanmayı, sürgünü, hatta ölümü göze almayı gerektiriyordu. (İki Bolşevik vekil, Herzenstein ve Yollos, polis ve gerici saldırganların işbirliği sonucu bir suikast sonucu öldürüldüler.)

Ama Bolşevikler yılmadı. Duma’yı devrimin ve örgütlerinin büyümesi doğrultusunda kullanmayı sürdürdüler.

Çarlığın yeni seçim yasası ile Üçüncü Duma’da, sömürücü sınıflar öncekilerden daha büyük bir çoğunluğa ulaştı. Buna rağmen “sosyal-demokratlar, (9 Bolşevik, 9 Menşevik olarak) 18 kişi ile temsil edildiler. Rusya’da 5 yıllık yasama sürecini tamamlayan tek Duma da bu oldu. Çünkü Üçüncü Duma, Çarlık hükümetinin her isteğini yapıyordu. Sosyal-demokrat ve ilerici temsilcilerin sayısal gücü, hükümetin sunduğu karar tasarılarını durdurmaya yetmiyordu. Buna karşın Bolşevik vekiller, “hükümetin sunduğu tasarıları onaylama” sürecinde yeralmayı reddediyorlar, Duma kürsüsünü devrimci ajitasyon için kullanıyorlardı.

Bolşevikler, bu süre içinde geniş kitlelere seslenme ve onları etkileme bakımından Duma’daki vekillerin oynadığı rolü görmüştü. Daha önemlisi, koşullarda ciddi bir değişiklik olmadığından, Dördüncü Duma’ya da katılmaya karar verdiler.

Dördüncü Duma döneminde, 1905 Devrimi sonrasında geriye çekilen işçi hareketi, yeniden yükseldi. Bu durum, Duma’daki Bolşevik milletvekillerine çok daha önemli görevler yükledi. 1914’te başlayan I. emperyalist savaşa Çarlık Rusyası’nın katılmasına karşı, Duma’da da mücadele bayrağını açan vekiller tutuklandı, Sibirya’ya sürgüne gönderildi. Ta ki, Şubat Devrimi ile özgürleşene dek sürgün hayatı yaşadılar.

 

Duma’da Bolşeviklerin farkı

Bolşeviklerin Duma’ya giden vekilleri belirleme süreçleri, partiyle olan organik bağları, çalışma tarzı ve yüklendikleri görevler, işçilerle ve onların mücadelesiyle kurdukları bağlara kadar her aşaması, sadece Menşevikler’den değil, Duma’da temsil edilen tüm akımlardan farklıydı.

Seçim kampanyası, Duma’da birkaç sandalye elde etme hedefiyle yürütülmüyordu. Adayların seçilmesi, başlı başına bir amaç değildi çünkü. Kampanya sürecinde ve Duma kürsüsünden, ajitasyon-propaganda olanaklarını kullanıyorlar ve kitlelerin örgütlenmesine katkı sağlıyorlardı. O yüzden parti, vekillerden programatik-ilkesel görüşlerin revizyona tabi tutulmadan ifade edilmesini istiyordu. Bolşevik vekiller de o şekilde konuşuyor ve yazıyorlardı.

Menşevikler ise mücadele taleplerini daraltıyorlar, rejim açısından kabul edilebilir hale getiriyorlardı. Bolşeviklerden farklı olarak liderleri şehir merkezlerinde legal komundaydılar. Bu durum basın dahil olmak üzere çeşitli yasal olanakları daha rahat kullanmalarını sağlıyordu.

Bolşevik vekiller, partiye sadece ideolojik-siyasi olarak değil, örgütsel olarak da bağlıydılar. Her tür yasal faaliyet gibi, parlamento grubu da, yeraltına tabiydi. Doğrudan partinin Merkez Komitesi’ne bağlı çalışıyorlar ve  partinin kongre-konferanslarında temsil ediliyorlardı. Partiyle organik bağları hiç kesilmedi ve onun kararları doğrultusunda faaliyetlerini yürüttüler. Buna karşın Menşevik vekiller, partiden bağımsız çalışmak gerektiğini söylüyorlardı. Pratikte de partinin üst organlarından bağımsız hareket ediyorlar, parti disiplinine uymuyorlardı. Zaten daha seçim aşamasında milletvekili adaylarının “kişisel niteliklerine bakılarak seçilmesi”ni savunmuşlar, o şekilde Duma’ya gelmişlerdi. Oysa Bolşevikler, politik görüşlerin esas alınmasını savunuyor ve o niteliklere sahip adayları öne çıkarıyorlardı.

Diğer yandan Bolşevik milletvekillerinin görevi sadece Duma’daki faaliyetlerle sınırlı değildi. Partinin yayın organlarına yazı yazmak, sendikalarla ilişkiyi sürdürmek, ülke çapında işçilerle bağlantı içinde olmak, eylemlerine gitmek, oralarda konuşmalar yapmak, taleplerini yaymak gibi bir çok görevleri vardı. Gerçek anlamda işçi sınıfının temsilcileriydiler. İşçilerden ve kitlelerden hiç kopmadılar. Ülkenin dört bir yanından gelen işçi mektuplarını okuyor, onların sorunlarını Duma kürsüsünden duyuruyor ve fiilen de yanlarında oluyorlardı. Birçok bölgeden işçiler, bürolarına geliyor, sorunlarını ifade ediyorlardı. Bolşevik milletvekilleri de “dokunulmazlık”larını, olanaklarını, sınıfın örgütlenmesi ve mücadelenin yükseltilmesi doğrultusunda kullandılar. Hem de polis takiplerine, ajan sızmalarına, başlarında sallanan tutuklanma ve sürgün kılıcına rağmen…

Bolşevik vekiller, bütün bu zorluklara gögüs gererek, Duma içinde de militan bir duruş sergilediler. Dördüncü Duma’da yeralan Badayev şunları söylüyor: “İlk günde Duma Başkanlığı Seçimi’ne katılmayı reddetmemiz, bizim açımızdan ‘parlamenter’ faaliyet diye bir sorunun bulunmadığını gösteriyordu. İşçi sınıfı açısından Duma’nın anlamı, ülkedeki devrimci mücadeleyi güçlendirmek ve sağlamlaştırmaktı sadece… Hiç bir şekilde Duma çoğunluğuyla işbirliği yapmamak ve onları işçilerin gözünde teşhir etmek; soyluların ve toprak sahiplerinin Duması’ndaki işçi milletvekillerinin görevi buydu işte.” (Çarlık Dumasında Bolşevikler, A. Y. Badayev, Evrensel Y. sf. 58)

Bununla birlikte Duma’yı zorlayan konuşmaları, eylemleri hiç eksik olmadı. En sık kullandıkları yöntemlerden biri, “soru önergesi” vermekti.  Çeşitli sorularla kitlelerin dikkatini Çarlığın işlediği suçlara çekiyorlardı. Karşı-devrimci vekillerin sataşmalarına, müdahalelerine rağmen kürsüyü de devrimci bir tarzda kullandılar. Çünkü o kürsüden milyonlarca proletere seslendiklerini biliyorlardı. Milletvekillerinin konuşmaları, partinin yayın organları aracılığıyla daha geniş kesimlere ulaşıyordu. İşçilere her fırsatta Duma’dan bir beklenti içine girmemeleri gerektiğini söylüyorlardı. İşçiler ancak ısrarlı bir devrimci mücadele ile taleplerini elde edebilirlerdi. Badayev’in dediği gibi; “Duma bir noktaya kadar ülkedeki politik mücadeleleri yansıtsa da, sorun, eninde sonunda fabrikalarda ve sokaklarda çözülecekti; Taurida Sarayı’nda değil” (age sf. 176)

Bu temel doğrunun farkında olarak, ama Duma’da bulunmanın gereklerini de son raddeye kadar yerine getirerek faaliyetlerini sürdürdüler.

 

Menşeviklerle

Duma’da da kopuşma

Başından itibaren Duma’ya bakış konusunda Bolşeviklerle Menşevikler arasında varolan farklılıklar, zaman geçtikçe daha net biçimde açığa çıktı. Bolşeviklerin 1912 yılında gerçekleştirdikleri Prag Konferansı, “Parti oportünist unsurlardan temizlenerek güçlenir” diyerek “hizipsiz parti anlayışı”nı ilan etmiş, Leninist parti ilkelerini teori düzeyine çıkarmıştı. Menşeviklerle her alanda keskinleşen mücadeleleri, Duma’da da yansısını bulacaktı.

Konferans, bir kez daha kendilerini temsil edecek vekillerin temel görevini “sınıf çizgisinde sosyalist propaganda ve işçi sınıfının örgütlenmesi” olarak belirledi. “Demokratik bir cumhuriyet, sekiz saatlik işgünü ve büyük toprak sahiplerinin ellerindeki topraklara el konulması” talepleri başta olmak üzere partinin asgari programı, hem seçim kampanyalarında, hem de Duma kürsüsünde sürekli işleniyordu. Buna karşın Menşevik vekiller, bu talepleri ya sulandırıyor, ya da hiç ağızlarına almıyorlardı.

Çarlık rejimi altında “demokratik cumhuriyet” talebi, bir devrimi gerektiriyordu. Keza “büyük toprak sahiplerinin topraklarına el konulması” da. Bunların içinde “düzen-içi talep” sayılabilecek “sekiz saatlik işgünü” bile, Çarlık rejiminin kabul edebileceği bir talep değildi. Buna rağmen Bolşevik temsilciler, “sekiz saatlik işgünü yasa tasarısı”nı hazırlayıp Duma’ya sundular. O günlerde çıkan Pravda’da (Bolşeviklerin çıkardığı günlük işçi gazetesi) yasa tasarısının metni yayınlandı ve şöyle denildi:

“Elbette ki, Dördüncü Duma’nın bu yasa tasarısını kabul etmesini beklemiyoruz… Bu sorun Duma’da gündeme getirildiğinde, diğer partiler bu konuya ilişkin tutumlarını ilan etmeye zorlanacaktır ve bu da Duma dışındaki sekiz saatlik işgünü mücadelemize yardımcı olacaktır. Tüm işçileri bu yasa tasarısına sahip çıkmaya çağırıyoruz. Bu tasarı, sadece bir grup milletvekili adına değil, onbinlerce işçi adına teklif edilmiş olsun!”(age. sf. 157)

Bu çağrı yerini buldu ve altında yüzlerce işçinin imzası olan mektuplar yağmaya başladı. Tasarı, elbette yasalaşmadı. Ancak tam da Bolşeviklerin söylediği gibi, hem diğer partilerin bu konudaki tutumunu net biçimde ortaya çıkardı, hem de işçi sınıfının bu temel talebi yaygınlık kazandı, sınıf hareketinin gelişmesine ve bolşeviklerin güçlenmesine katkı sağladı. 

Buna karşılık Menşevikler, bu üç temel talebi budayarak, içini boşaltarak sunuyorlardı. “Demokratik Cumhuriyet” yerine “halk temsilcilerinin egemenliği”; “topraklara el konulması” yerine “toprak yasasında düzenlemeye gidilmesi” gibi… Keza Bolşevikler, temel görüşlerinin, proletaryanın somut taleplerinin propagandasını yaparken, Menşevikler “Duma’yı gericilerin elinden kurtarmak” temasını işliyorlardı. Bu yönüyle liberallerden çok da farklı olmayan düzen-içi bir mücadele hattı çiziyorlardı.

İdeolojik-siyasi farklılıkların pratikte böylesi bir ayrışmaya yol açması, gruplar arasındaki bölünmeyi zaten hızlandırıyordu. Buna bir de Menşeviklerin Bolşevik vekilleri engelleme tutumu eklendi. Menşeviklerin 7, Bolşeviklerin 6 vekille bulundukları Dördüncü Duma’da, Menşevikler 1 vekil üstünlüklerini en kötü tarzda kullandılar. Oysa 6 Bolşevik vekil, işçilerin yoğun olduğu bölgelerden seçilmişlerdi, yani sınıfın çoğunluğunu temsil ediyorlardı. Buna rağmen Bolşevik vekillerin komisyonlarda yer alması, grup adına sözcülüğü üstlenmesi Menşevikler tarafından engellendi. 1914 Ekim ayından itibaren Bolşevikler, Duma’da ayrı bir grup oluşturdular ve tüm engellemelere rağmen Duma içinde de bir grup olarak tanınmayı başardılar. Sonrasında ise I. emperyalist savaşın başlamasıyla birlikte en büyük sınavla karşı karşıya geldiler. Lenin’in “bireylerin yaşamındaki ya da ulusların tarihindeki her bunalım gibi, savaşlar da bazı kişi ve örgütleri baskı altına alır, ezer, bazılarının da gözünü açar, çelikleştirir ve ileri fırlatır.” dediği bir dönemden geçiliyordu.

Şovenizm rüzgarlarının olanca şiddetiyle estirildiği, kendilerine “sosyalist” diyenlerin bile bu rüzgara kapıldığı böyle bir dönemde, Bolşevik vekiller, Duma’da onaya sınulan savaş bütçesinin oylamalarına katılmayı reddettiler ve protesto ederek salonu terkettiler. Ardından bir deklarasyon yayınlayarak “savaşa karşı savaş” şiarını yükselttiler. “Emperyalist savaşı iç savaşa çevir” sloganı etrafında, askerler içinde kardeşleşmeyi ve işçi sınıfının dayanışmasını savundular. Duma’dan atılma pahasına Bolşevik Parti’nin bu konudaki görüşlerini cesurca ifade ettiler. Hem de tek başlarına…

Başlangıçta savaş bütçesini protesto eden Menşevik vekiller, Avrupa’da esen oportünist rüzgarlardan etkilenerek, Çarlığın savaş politikasına yedeklendi. Lenin’in dediği gibi, savaş, her akımı gerçek kimliği ile apaçık ortaya çıkarıyordu. Bolşevikler sadece Rusya’da değil, dünya çapında savaşa karşı net bir tutum ortaya koydular ve onun gereklerini yerine getirdiler. Sonuçta kazanan Bolşevikler oldu. Bir-kaç yıl içinde Çarlık ordusu yenilmeye başladı ve işçi eylemleri yeniden yükseldi. 1917 Şubat Devrimi ile milletvekillerinin de içinde olduğu politik tutsaklar özgürlüğe kavuştu ve Ekim Devrimi ile birlikte tüm dünyada yeni bir çağ açıldı: Proleter devrimler çağı…

* * *

Bolşeviklerin bu zaferinde, hiç kuşkusuz parlamento dahil yasal olanakları devrimci bir tarzda kullanmasının büyük bir rolü oldu. Duma içinde ve dışında militanca bir mücadele sürdüren milletvekilleri çok önemli katkılar sağladı. Partinin görüşlerine sımsıkı sarılan ve onu rejimin en önemli kurumlarında eğip bükmeden ifade eden vekiller, reformist hayallere kapılmadan parlamentodan devrimci tarzda nasıl yararlanılacağını herkese gösterdiler. Ve bir örnek olarak dünya komünist hareketinin önüne koydular.

Kendine komünistim, Marksist-Leninistim diyen herkesin, bu örneği rehber edinmesi gerekir. Bolşeviklerin bir bütün olarak legal olanakları, özelde ise parlamentoyu nasıl değerlendirdiği ortadadır. Her koşul altında devrim perspektifini yitirmeyen ve her eylemini devrimin güçlenmesi doğrultusunda örgütleyen Bolşevikler, bu kararlı ve ilkeli duruşlarıyla zafere ulaşabildiler. Son derece sancılı, meşakkatle ve zorlu bir mücadeleyi sürdürerek bunu başardılar. Sadece Rusya’da değil, dünyada tek başlarına kalma pahasına, doğru bildikleri yoldan şaşmadılar.

Türkiyeli Bolşevikler de her daim, bu temel bakışla hareket etti. Hep zor dönemlerin devrimcileri oldu. Teslimiyete ve tasfiyeciliğe karşı mücadelenin bayraktarlığını yaptı. Esen rüzgarlara kapılmadı. Akıntıya karşı kürek çekme pahasına devrimci duruşunu hep korudu.

Bugün de zorlu bir süreçten geçiliyor. Parlamentarizmin pompalandığı,  devrim yerine düzen-içi iyileşmelerin revaçta olduğu, ML ilkelerin yerini pragmatist burjuva liberal görüşlerin aldığı bir dönemden…  Bir kez daha kararlılıkla devrim ve sosyalizmi, ML ilkeleri savunmanın zorluklarıyla karşı karşıyayız. Bu bize aynı zamanda büyük bir sorumluluk yüklüyor. Bunun bilinci ve sorumluluğu ile hareket edelim.

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …