“Komün savaşçılarının anısı, sadece Fransa işçisi için değil, tüm dünya proletaryası için kutludur. Çünkü Komün yerel ve sıkı sıkıya ulusal bir amaç için değil, emekçi insanlığın, bütün aşağılanmışların, bütün küçük düşürülmüşlerin kurtuluşu için savaştı. Toplumsal devrimin öncü savaşçısı olan Komün, proletaryanın acı çektiği ve savaştığı her yerde sevgiler kazandı. Yaşam ve ölüm tablosu, dünya başkentini eline geçiren iki aydan çok elinde tutan işçi hükümeti imgesi, proletaryanın kahramanca savaşımının ve yenilgisinden sonraki acılarının görünüşü, tüm bunlar milyonlarca işçinin ruhunu tutuşturdu, sosyalizme olan inançlarını canlandırdı ve sevgilerini kazandırdı.” (Lenin, Komün Dersleri, sf. 61)
18 Mart 1871’de, Paris sokaklarını dolduran kitleler, “Viva la Comune!” (Yaşasın Komün) haykırışıyla ilan etmişlerdi dünyaya bu ayaklanmayı. Marks, “Paris’i sarsan gökgürültüsü” olarak tanımlıyordu bu hareketi ve “göğün fethine kalkışan komünarlar” olarak selamlıyordu Parisli kitleleri. Sınıflar mücadelesi tarihinin en görkemli anının müjdesini vermişti bu ilk proleter devlet.
1789 Fransız İhtilali, burjuvazinin iktidara yerleşmesini sağlamıştı, ancak burjuvazi henüz çoğunlukla kralcıydı. Burjuvazinin iç çelişkilerinin derinleştiği ve proleter hareketin basıncının arttığı bir dönemde, Aralık 1851’de Louis Bonaparte (Napolyon’un yiğeni), bir hükümet darbesi ile Ulusal Meclis’i dağıtarak II. İmparatorluk dönemini başlattı. Temel argümanı ‘burjuvaları işçilere karşı ve sırası gelince işçileri de burjuvalara karşı korumak’tı (Engels).
Sonraki yirmi yıl boyunca burjuvazi, çok hızlı bir sermaye birikimi gerçekleştirdi ve bunun doğal sonucu olarak proletarya çok hızlı biçimde yoksullaştı. Bu süreç, kitlelerin hoşnutsuzluklarını arttıran bir etki yarattı. Bu hoşnutsuzluğu dağıtarak, dikkatleri iç sorunlardan uzaklaştırmak; bu arada I. İmparatorluk döneminin çöküşüyle kaybedilen toprakları yeniden kazanabilmek amacıyla, 1870’de Almanya’ya savaş açıldı. Kısa zamanda ağır bir yenilgi alınmasının ardından, 4 Eylül 1870’de Paris halkı ayaklandı. İmparatorluk yıkıldı ve yeni cumhuriyet ilan edildi.
Fakat savaş devam ediyordu ve burjuvazi tarafından kurulan Ulusal Savunma Hükümeti, işçilerin gerçekleştirdiği hareketin, Alman işgalinden daha zararlı olduğunu düşünerek, Paris’i Almanya’ya teslim etti. Paris’in buna yanıtı ise “Viva la Comune!” oldu.
* * *
1789 Fransız İhtilali de dahil olmak üzere, 1870’e gelinceye kadar Paris’de çok sayıda devrim ve kitlesel ayaklanmalar olmuştu. Ancak bunların hiçbiri proleter bir niteliğe sahip değildi. Devrimleri proletarya gerçekleştiriyor, fakat sonrasında iktidarı burjuvaziye bırakarak çekiliyordu. Komün ilanı, bundan ders çıkaran kitlelerin, kendi iktidarını kurma bilincine ulaştığını gösteriyordu.
Savaş Barikat! Diren Barikat! Ayağa kalk bütün hıncınla Paris’in şarkısı ol Dalgalan kızıl kızıl Havalan mermi mermi Kızıl kanın ve cesetlerin üzerinden Savaş Barikat! Boyun eğmeden öl! Zafer mutlaka gelecek.
İşçi yığınları! Hiçbir şey unutulmadı Fransa’nın proleterleri Tüm dünyaya ait Diren Barikat Yükselt bayrakları!
Silahın elinden koparılana dek Özgürce ölüme dek Sen, en sonuncusu İnatla savundun barikatını Ölen Paris’te. Sen ki, Seni hiç kimse yenemedi!
W. Broniewski |
|
Komün, ilk proletarya diktatörlüğüydü ve bunun en temel özelliklerini kurmayı başarmıştı. Enternasyonalistti, başka uluslardan devrimciler de hükümette yer almıştı. Seçimlerde genel oy hakkı esas alınmıştı, seçilenlerin her an geri çağrılabilmesi ilkesini benimsemişti. Polis teşkilatının siyasi görevleri alınmış ve komünün her an görevden alınabilir aleti haline dönüştürülmüştü. Seçilen tüm görevliler, görevlerini işçi ücretleri karşılığında yerine getirecekti. Sürekli ordu kaldırılıp halkın silahlandırılması gerçekleştirildi. ‘Rahipler iktidarı’ yıkılıp din ve devlet işleri birbirinden ayrıldı ve din bütçesi kaldırıldı. Öğrenim kurumlarının tümü parasız olarak halka açıldı. Üretimi durdurulmuş fabrikaların yönetimi, buralarda çalışan işçilerin kurduğu kooperatif birliklerine devredildi. vb…
Kısacası komün, sınıflı toplumlarda devletin temel dayanağı olan ordu ve bürokrasiyi ortadan kaldırarak, işçilerin üretim araçlarına sahip olmasını sağladı. Ve bunların somut pratik adımlarını atarak, proleter devletin temel görevlerini yerine getirdi. Böylece komün, sınıfları ve sömürüyü kaldırmak için, insanlığın gerçek kurtuluşunun hangi yoldan geçmesi gerektiğini somut olarak gösterdi.
* * *
Ancak önemli hatalara da düştü. Özellikle Komün içinde etkin olan Proudhonculuk ve Blankicilikten kaynağını alan hatalar yaptı. Bunların başında, merkeziyetçilik ve otorite eksikliği geliyordu. Burjuvaziyi etkileyebileceğini düşünmüş, bu nedenle burjuvaların ve karşı-devrimci hükümetin kaçarak sığındıkları Versay Sarayı’na karşı, kesin bir saldırı düzenlememişlerdi. Komün, seçimlere hazırlık için uğraşırken, zaman kazanan ve otorite yoksunluğundan faydalanan burjuvazi, güç biriktirerek, karşı-devrimci saldırı için hazırlık yapma olanağı buldu.
Ekonomik plandaki en önemli zaafı ise, ‘mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi’ konusunda harekete geçilmemiş olmasıydı. Paris proleterleri Fransız Bankası’na el koymamıştı. Böylece burjuvazi ekonomik gücünü de korumuş oldu.
Yanı sıra diğer kentlerin ve kırın desteğini alamamak, Paris içindeki karşı-devrimcilere yeteri kadar sert önlemler almamak gibi hataları da vardı. Aslında en önemli sorun, kitlelerin bilinç ve örgütlülük düzeyindeki gerilik ve bununla bağlantılı olarak, hareketin komünist bir partinin önderliğinden yoksun olmasıydı.
* * *
Komünarların hataları, burjuvazinin kendini toplamasına ve proleter tehdide karşı Almanya’nın da desteğini alarak Paris’e saldırmasına neden oldu. Komün ise taraftarlarını çabuk kaybetti. Burjuva cumhuriyetçiler, hareketin proleter niteliğini fark ettiklerinde, küçük-burjuvalar ise, onu “yenilgiye mahkum” gördüklerinde, safları terk ettiler. Sonrasında Lenin’in de belirttiği gibi, “sadece işçiler Komün’e sonuna kadar bağlı kaldılar!”
Sınıflı toplumlar tarihindeki en vahşi katliam ve en görkemli direnişlerden biriydi yaşanan. İlk proleter devlette kendi sonunu gören burjuvazi, tüm gücüyle saldırdı. Komüncüler çocuğuyla kadınıyla son ana kadar yiğitçe direndiler. ‘Petrolcü kadınları’ barikatları yakmak için petrol taşıdı, barikatlar top ateşiyle parçalandıkça bedenlerini siper ettiler, kurşunlar bitince barikatları ateşe verdiler.
Tüm cephaneleri bitince, vahşet doruk noktasına ulaştı. Yoksul görümlü bütün erkek ve kadınlar yakalandı. “Federeler Duvarı” önünde komünarların yüzlercesini birden katledebilmek için makineli tüfekler kullanıldı. 30 binden fazla insan kurşuna dizildi, 40 bin kadar insan ise tutuklandı, sonrasında zindanlarda çürüterek ölüme terk edildi. Ancak gerek kurşuna dizilenler, gerekse göstermelik mahkemelerde yargılananlar, son ana kadar komünü savunmaktan geri durmadılar.
* * *
Silahlarına toplarına rağmen tarihe yazılan burjuvazi değil, Paris Komün’ü ve komüncüleri oldu. Onlar “göğün fethine kalkışan çılgınca gözüpek komünarlar” olarak anıldılar. Lenin’in dediği gibi “o başarılarla taçlanmış”tı. Yeni devrimlerle, yeni başarıları taçlandırmaya devam etti. Komünün yarattığı bu ilk deneyim, Ekim Devrimi’yle dünyayı sarstı ve burjuvazinin korkularını büyüttü.
Tarihin ilk proleter devleti kuran Komün’ün kızıl bayrağı 146 yıldır dalgalanıyor. Bunu, dövüşken ruhundan ve o mirası gerçekten hak ederek sahiplenenlerden alıyor.
Paris Komünü’nün yenildiği günün tarihi 31 Mayıs’tır. 31 Mayıs, Türkiye’nin en büyük ayaklanması Haziran direnişinin başladığı tarihtir. Paris Komünü’nün yenildiği tarihte, İstanbul’un göbeğinde, Taksim Komün’ü kuruluyorsa, bu onun en somut göstergesidir. Komün, dünyada olduğu gibi Türkiye’deki ilericilere, aydınlara da esin kaynağı olmuştur. Dönemin ünlü Türk şairi Namık Kemal, Paris Komünü’nde savaşan aydınlardan biridir.
Dönemin en önemli aydınlarından yazar Victor Hugo ise, Komün’ün ardından “ölü beden uzanmış yatıyor yerde, ama fikirleri dimdik ayakta” diyordu. Onun içindir ki, Komün “geçmişteki geleceğimiz” olarak, işçi ve emekçilere, ezilen halklara yol göstermeye devam ediyor.