Almanya’da 23 Şubat günü yapılan genel seçimlerde, aşırı sağ-faşist partiler ilk iki sıraya yerleşti. Ancak hükümetin iki sağ partiden değil, merkez sağ ve merkez sol partilerin ittifakıyla oluşacağı söyleniyor. Böylece kitleleri rahatlatmak, Almanya’da yeni bir faşist yükselişin olmayacağı konusunda güvence oluşturmak istiyorlar. Ancak faşist AfD’nin (Almanya İçin Alternatif) oy oranını iki katına çıkartarak ikinci sıraya yerleştiği, hükümete giremese bile ana muhalefet partisi olarak parlamentoda yeralacağı gerçeği değişmiyor.
Hristiyan Demokrat Birlik (CDU/CSU) yüzde 28.6 oy alarak sandıktan birinci parti olarak çıktı. Ancak beklentileri yüzde 30’un üzerindeydi. Seçim sonuçları, onların oylarının daha sağa kayarak AfD’yi güçlendirdiğini gösteriyor.
Sosyal Demokrat Parti (SPD) ise yüzde 16,41 ile tarihinin en kötü seçim sonucunu almasına rağmen, küçük partiler yüzde 5 barajının altında kaldığı için koalisyon hükümeti kurabilecek sayıda sandalye elde etti. Yeni dönemde Hristiyan Demokratlarla Sosyal Demokratların ittifakı konuşuluyor.
Faşizm yeniden yükseliyor
AfD’nin oyları asıl şok kaynağıydı. Yüzde 20.7 oy alması, her 5 seçmenden birinin ona oy verdiğini gösteriyor. II. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında Nazilerin yenilmesi ve Nazi partilerin yasaklanmasından bugüne geçen yaklaşık 75 yıllık süre içinde, ilk defa faşist bir parti bu kadar yüksek oy alıyor. Ve Alman siyasetinde bu durum, bir dönüm noktası olarak görülüyor. Daha kötüsü, AfD’nin asıl oy deposunun eski Doğu Almanya kentleri olması. Bazı kentlerde AfD’nin oyları yüzde 40’lara ulaşmış durumda. Eski “komünist” doğu kentlerinin, bugün yabancı düşmanlığı başta olmak üzere faşist ideolojiden bu kadar etkilenmesi çok çarpıcı bir durum. AfD seçmenlerinin yüzde 89’u “Almanya’ya çok fazla yabancının gelmesi”nden endişe duyduğunu söylüyor. Her ülkede olduğu gibi, yabancı düşmanlığı faşizmin en önemli argümanlarından biri.
Daha çarpıcı olan ise, AfD seçmenlerinin yüzde 84’ünün partinin “sağ”da değil, “merkez”de yeraldığına inanıyor olması. Faşist bir partinin faşist olmadığını, kendilerindeki şoven-milliyetçi görüşlerin normal-olması gereken siyasal çizgi olduğunu düşünüyorlar.
Seçimin hemen öncesinde Trump ve Elon Musk’ın Alman faşizmine verdiği açık destek dikkat çekmişti. Bütün bunlar AfD’nin çok konuşulmasına, daha fazla öne çıkmasına yaramıştı. Bundan sonra AfD’nin elindeki olanaklar daha da büyüyecek. Aldığı başarı görünürlüğünü artıracak. Parlamentoda daha fazla yer alacak, ana muhalefet olduğu için önemli görevler üstlenebilecek. Ülke içindeki olanakları arttıkça, uluslararası faşist hareketin odak noktasına dönüşmesi de ihtimal.
AfD, ikinci parti olmasına rağmen Alman burjuvazisi onun bir koalisyon hükümetinde yeralmasını istemiyor. Almanya’nın Nazi geçmişi ve yaşanan büyük vahşet, halen kitlelerin hafızalarında canlıyken, faşist bir partinin yeniden başa gelmesi, Almanya’ya karşı uluslararası tepkiyi artıracak, Alman ekonomisinin en önemli parçasını oluşturan ihracata darbe vuracak ve Alman sanayisinin temel taşı olan yabancı işçilerin ürkmesine neden olacak; sonuçta Alman burjuvazisinin çok yönlü zarar görmesine yol açacak bir unsurdur. Bu nedenle AfD’nin hükümet dışında kalmasını istiyorlar.
Faşist partiler, elbette egemen sınıfların iradesi dışında kurulmaz. Yoksullaşmanın arttığı, ekonomik ve siyasi krizin derinleştiği dönemlerde, bu krizin acılarını doğrudan yaşayan kitlelerin dikkatini, devletin baskı ve sömürü politikalarından uzaklaştırarak yabancı düşmanlığına çevirmek için bilinçli olarak kurulur. Böylece kitlelerin öfkesinin devlete ve sömürücü sınıflara değil, yabancı işçilere, göçmenlere boşaltılması hedeflenir. AfD de bu amaçla kurulmuş partilerden biridir. Bu kadar çok oy alması ise, kitlelerin yaşadığı sıkıntıların ve öfkenin, tahmin edilenden daha derin olduğunu göstermektedir.
Sol Parti’de sıçrama
Almanya seçimlerinde merkez sol ve daha solda bulunan partilerin aldığı oylar genel olarak düştü. Mesela SPD ve 2021 yılında koalisyon kurduğu partiler (Yeşiller ve liberal Hür Demokrat Parti-FDP) bu seçimlerde oy kaybıyla çıktılar. Hatta SPD, yüzde 16,41 ile tarihinin en kötü sonucunu aldı.
Diğer taraftan son yıllarda fazla varlık gösteremeyen Sol Parti, yüzde 8,77 oy oranı ile büyük bir sıçrama yaptı ve parlamentoya girdi. Üstelik Sol Parti’nin bu seçimlerde daha da küçüleceği, hatta silineceği düşünülüyordu. Sol Parti’yi asıl yükselten unsur, AfD başta olmak üzere sağcı partilerin, ülkenin göçmen politikasını sertleştirmeyi talep eden önergeyi meclisten geçirmesinin ardından yürüttüğü güçlü muhalefet oldu. Bu muhalefet, özellikle genç seçmenlerde ve ikinci, üçüncü kuşak göçmen kökenlilerde önemli bir karşılık buldu. Sol Parti’nin 18-24 yaş arası seçmende oy oranının yüzde 25’i aşması bunun göstergesidir. AfD’nin aynı yaş grubu içindeki oyu ise yüzde 21 oldu.
2021’deki seçimlerde genç seçmenin asıl tercihi yüzde 23 oy ile Yeşiller’di ve bunun asıl sebebi o süreçte iklim politikalarının öne çıkmasıydı. İklim konusunda mücadele eden Gelecek için Cumalar hareketinin eylemlerine yüzbinlerce genç katılıyordu. Bu seçim sürecinde ise, Sol Parti’nin sokakta ve internet kampanyalarında daha aktif olduğu görülüyordu. Astronomik kiralar, düşük ücretler ve yüksek enflasyon gibi, kitlelerin tümünün yaşamını etkileyen konularda muhalefeti öne çıkarması, sadece genç seçmenleri değil, genel seçmen kitlesini de oldukça etkiledi.
Bugün ortaya çıkan tablo ise, gençlerin ekonomik ve siyasi krizlerden, ülkenin göçmen politikalarından daha çok etkilendiğini, tercihlerinin daha politik olduğunu gösteriyor. Almanya’da gençler merkez partilerden uzaklaşarak sola ve sağa doğru kayıyorlar. Ve genç seçmen oy oranları, sola kayışın sağa kaymadan daha yüksek olduğunu gösteriyor.
Siyasi-ekonomik gerileyiş
Almanya’da sağ ve solun aynı anda yükselişe geçmesi, kitlelerin uçlara doğru kaymaya başlaması, son yıllarda Alman ekonomisinin ve buna bağlı olarak siyasetinin yaşadığı düşme ile doğrudan bağlantılıdır. Almanya’nın güç kaybı, son yıllarda biriken çeşitli gelişmelerin toplamı olarak yaşanmaktadır. Bunları kısaca şöyle özetleyebiliriz:
2022’de Ukrayna savaşının başlamasının ardından Rusya’ya yaptırımlar, Alman ekonomisini Rus ekonomisinden daha fazla etkiledi; çünkü Almanya’nın Rusya’dan ithal ettiği enerji kaynakları kesildi. Almanya, Rusya’dan çok ucuza gaz tedarik edip kendi üretim maliyetlerini düşürerek dünya pazarlarındaki rekabetini de, karlılık oranlarını da artırabiliyordu. Alman ekonomisinin büyümesinde bunun çok büyük bir rolü vardı. Ukrayna savaşından itibaren Rusya’dan aldığı gaz kesildi; hatta Rusya’dan Almanya’ya doğrudan gaz sevkiyatı yapacak olan Kuzey Akım Boru Hattı projesi de iptal edildi. Almanya başka kaynaklardan ve pahalı gaz almaya başlayınca, üretim ve rekabet avantajlarını kaybetti.
Almanya’nın üreterek Çin’e sattığı pek çok ürün artık doğrudan Çin’de üretiliyor; bu durum Almanya’nın ihracat kapasitesini sınırladı.
Almanya ara malı ithal edip ürettiği malları ihraç ederek ekonomisini güçlü kılıyordu; Covid 19 salgını sırasına tedarik zincirleri kopunca bu olanağını kaybetti. Almanya, salgın sürecinden bu yana ekonomik büyümede G7’nin en alt sıralarında yer alıyor. Hatta Almanya 2023 yılında G7 ülkeleri içinde, ekonomisi küçülen tek ülke oldu.
Alman Ekonomi Araştırma Enstitüsü’nün verilerine göre, Ekim 2024’te Alman şirketlerinin yüzde 41,5’i “sipariş eksikliği” bildirdi. İmalat sektöründe şirketlerin yüzde 47,7’si sipariş eksikliği bildirirken, metal sektöründe bu oran yüzde 68’in üzerine çıktı. Bu rakamlar, 2009 ekonomik krizinde bile görülmemiş bir düşüş ifade ediyor.
Trump’ın seçilmesi de Alman ekonomisini zora sokan unsurlardan biri oldu. Almanya’nın ihracatının yaklaşık yüzde 10’unu alan ABD, artık AB ithalatına gümrük vergilerini artırmak istiyor. Bu durum, Almanya’nın ABD’ye olan ihracatını da olumsuz etkileyecektir.
Almanya, en güçlü ihracatçı olduğu otomotiv sektöründeki liderliğini kaybetti. Elektrikli otomobillerin piyasaya sürülerek yeni bir seçenek oluşturmasının yanısıra, Çin’in toplam otomobil üretimindeki artış, Almanya’nın üretimini de, pazarlarını da olumsuz etkiledi. Almanya’da otomotiv sektöründeki fabrikaların bazılarının kapanacağı ve onbinlerce işçinin işten atılacağı konuşuluyor.
Tüm bunlara Alman nüfusunun yaşlanmasını, işsizliğin artışı gibi unsurları da ekleyebiliriz.
Ekonomik güç kaybı, siyasi güç kaybını da yanında getiriyor. Almanya Suriye savaşından dışlanmış durumda. Ukrayna savaşı ise, doğrudan Almanya’nın belirleyici olduğu bir savaştı; ancak burada da inisiyatifi kaybetti. Trump’ın seçimleri kazanmasının ardından ekonomik ve siyasi olarak AB’yi dışlayan, küçümseyen tutumu, yaşanan olumsuzlukları derinleştiriyor.
* * *
Almanya seçimleri, yaşanan tüm bu ekonomik-siyasi krizin sonuçlarıdır. 20 yıl sonra ilk defa erken seçim yapılmış olması da, bu seçimlerde oyların uçlara doğru kayması da bunun göstergesidir. Kitlelerin Alman politikalarına güvensizlikleri, ekonomik krize duydukları öfke, göçmen politikalarına karşı tedirginlikleri bu seçimlerle kendisini göstermiştir. Alman burjuvazisinin bu krizlere karşı nasıl bir çözüm üreteceği ise henüz belirsizdir.