“Bu ilk zafer, nihai zafer değil henüz. Ekim Devrimimiz bu zaferi emsalsiz cefalar, güçlükler, işitilmemiş acılar içinde ve kendi payımıza büyük başarısızlıklar ve hatalarla gerçekleştirdi. Sanki başarısızlıklar olmaksızın, hatalar yapılmaksızın tek başına geri bir halk dünyanın en güçlü ve ileri ülkelerinin emperyalist savaşlarının üstesinden gelebilirmiş gibi! Hatalarımızı kabul etmekten korkmuyoruz ve biz bunları bu hataları düzeltmesini öğrenmek için soğukkanlılıkla değerlendireceğiz. Fakat olgu şudur ki; yüzlerce, binlerce yıldır ilk kez köle sahiplerine karşı bir devrimle ‘cevap vermek’ için verilen söz tamı tamına yerine getirildi ve tüm güçlüklere rağmen yerine getirilecek. Biz başlangıcı yaptık. Ne kadar zamanda, ne zaman hangi ulusun proleterleri bu eseri sonuna vardırırlar, bunun önemi yok. Önemli olan, buzun kırılmış, yolun açılmış ve gösterilmiş olmasıdır.”
Böyle diyordu Lenin devrimin ilk günlerinde. O günlerde tüm devrim düşmanları “Bolşeviklerin bir haftadan fazla iktidarda kalamayacağını” düşünüyorlardı. Lenin de “önemli olan buzun kırılmış, yolun açılmış ve gösterilmiş olmasıdır” dedi. Ama sadece buzu kırmakla, yolu açmakla kalmadılar. Yaklaşık 40 yıl sosyalist bir ülkeyi kurup yaşatmasını başardılar. Sosyalizmin nasıl bir düzen olduğunu, dost-düşman herkese gösterdiler.
Kapitalizmin 150 yılda başaramadığını 20 yıl içerisinde, üstelik dünya ’29 Krizi ile kıvranırken emperyalistlerin deyimiyle, “Sovyet mucizesi” ile başardılar. İşçi Stahanov’uyla, köylü Mari Demçenko’suyla ve nice adsız kahramanıyla üreterek ve paylaşarak… Bilime teknolojiye, sanata ve kültüre hakim Sovyet insanını yaratarak… Kazaklardan Azerilere, Ruslardan Gürcülere tek umut ve tek yürek atışında birleşen bir kardeşleşmenin ve renk renk halklar bahçesinin oluşmasını sağlayarak… Kadın-erkek her ulustan savaşçısıyla Hitler faşizmini dize getiren büyük bir güç ortaya koyarak…
* * *
Ekim devriminin üzerinden 98 yıl geçti. Daha kaç yıl geçerse geçsin, o insanlığın belleğinde “geleceğin toplumu”nun ilk örneği olarak hep canlı kalacak. Sömürücü sınıfların yüreğine korku salmaya devam edecek. Sosyalizmin bu ilk tarihi denemesinin yenik düşmesi, bu gerçeği değiştirmiyor. Mesele, neyi miras aldığımız ve onu nasıl kullandığımızdır…
Yeni bir emperyalist savaşın yaşandığı, bölgemizin ve ülkemizin kan gölüne döndüğü günümüzde, Ekim devrimini anlamak, çok daha büyük bir önem kazanmış durumdadır. Emperyalist sistem, içine düştüğü krizleri savaşlarla aşma peşindedir. Bunun için halkları birbirine kırdırmakta, Ortaçağ kalıntısı çeteleri ortalığa salıp en vahşi kıyımları gerçekleştirmektedir.
Ekim Devrimi, ulusal baskının kaynağı ve uygulayıcıları olan kapitalistlerin ve büyük toprak sahiplerinin iktidarını yıkarak, bu sorunun gerçek çözümünün nerede aranması gerektiğini ortaya koydu. Sovyet iktidarının yaptığı ilk işlerden biri, ulusal baskının zincirlerini parçalamak oldu. Sovyet Hükümeti Başkanı Lenin ve Milliyetler Komiseri Stalin, 15 Kasım 1917’de yayınladıkları “Rusya Halklarının Hakları Bildirisi” ile, Rusya’daki bütün ezilen uluslara ayrılma ve ayrı devlet kurma hakkı dahil olmak üzere kendi kaderlerini serbestçe tayin etmeleri hakkı tanındığını açıkladılar.
Ekim Devriminin ilk yıllarında başta Finlandiya olmak üzere birçok yerde ulusal burjuvaların etkisiyle bağımsızlıklar ilan edildi. Lenin, bu bağımsızlık kararlarını tanıyan ilk devlet başkanıdır. Buralarda kurulan burjuva hükümetler, sermaye düzenine sıkı sıkıya sarılmakla kalmayıp, emperyalistlerle bağlarını korudular, hatta bazıları Ekim devrimine karşı saldırıya geçti. Ama çok geçmeden ezilen ulusların işçi ve köylüleri, kendi kaderlerine sahip çıkarak,‘kendi’ burjuva hükümetlerini devirdi.
1922 yılında ulusal cumhuriyetler bir araya gelerek Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni kurdular. Böylece, tamamen ulusal eşitlik ve özgür iradeye dayanan, dünya tarihinde o zamana dek eşi görülmeyen ilk çokuluslu sosyalist devlet kurulmuş oldu. Ve anayasa gereği, her cumhuriyet istediği zaman federal birlikten özgürce ayrılma hakkına kavuştu.
* * *
Çokuluslu Sovyet devletinde ulusal baskıyla birlikte kapitalizme ve ezen-ezilen ulus karşıtlığına dayanan sömürü ilişkilerine son verilmişti. Sovyet Hükümeti, birlik cumhuriyetleri arasındaki fiili eşitsizlikleri (kültürel, ekonomik, siyasi) gidermek için yoğun bir seferberlik başlattı. Sosyalist sanayi ve tarımın geliştirilmesi, yeni sanayi dalları kurulması, anadillerde okullar ve kültürel kurumlar açılması, yerel kadroların hazırlanması vb. kararlarla çok önemli mesafeler katedildi. Sosyalist ilişkilerin pekiştirilmesi ve milliyetçilik kalıntılarına karşı sistemli mücadele ile, halklar arasında karşılıklı güvene ve kardeşçe birliğe dayalı yeni türde ilişkiler kuruldu.
Sovyet halkları tarihlerinin en parlak, en özgür dönemlerini bu yıllarda yaşadılar. Sömürücü sınıflarla birlikte ulusların birbirlerini sömürmelerine son verildiği; hakların biçimde ulusal, içerikte sosyalist kültürlerini açılıp gelişmesini sağladığı ve her türlü milliyetçilik kalıntılarına karşı mücadeleyi içerdiği için, Sovyet halkları ‘tek bir kardeş aile’ içinde birleşti.
Bu öylesine sağlam ve çelikten bir “birlik”ti ki bu, Naziler SB’ye saldırdığında Sovyet halklarını bölüp eski milliyetçiliği dirilterek bazı ulusal toplulukları kendi yanına çekebileceğini sanan Hitler’in, suratında bir şamar gibi patladı. Sovyet halkları, Alman faşist emperyalizmine karşı tek bir saf olup kahramanca savaştılar ve ırkçı cellatları yenilgiye uğrattılar.
II. emperyalist paylaşım savaşı, sosyalizm ile faşizm arasında bir savaş olduğu kadar, ulusal soruna iki farklı dünyanın bakışı ve savaşımıydı. Sosyalizmin ulusların eşitliği ve dostluğu ideolojisi ile faşizmin milliyetçilik ve ırk düşmanlığı ideolojisi çarpışmış ve ilkinin kesin zaferiyle sonuçlanmıştı. Böylece Nazi Almanya’sı, sadece askeri olarak değil, siyasal ve manevi olarak da büyük bir yenilgi aldı.
Bu zaferin ardından Stalin ‘Sovyet yurtseverliği üzerine’ yaptığı konuşmada şunları söylüyor:
“Sovyet ülkesinin insanları, ister büyük ister küçük olsun, her ulusun yalnızca kendine ait ve başka uluslarda bulunmayan kendi nitel özellikleri, kendi özgül kişiliği olduğu düşüncesindedirler. Bu özellikler, her ulusun tamamlayıp zenginleştirdiği dünya kültürünün ortak hazinesine katkısını oluşturur. Bu anlamda, büyük küçük bütün uluslar eşit bir durum içinde bulunurlar ve her ulus, herhangi bir başka ulus kadar değerlidir. (Sömürgeler Sorunu sf: 328)
* * *
İşte sosyalizmin, gerek savaş öncesi, gerekse savaş döneminde emperyalizm ve faşizm karşısındaki başarısının kaynağı budur. Her ulus, kendi kaderini tayin hakkını kendi iradesi ile kullanmıştır. Devrimin ilk yıllarından itibaren 60’tan fazla dilde gazete basılmaya başlamış, kültürel-sanatsal etkinlikleri alabildiğince gelişmiştir. Ne zaman ki, sosyalizm içten çökertilmiş, geriye dönüş başlamıştır; ‘yeni Çar’lar ulusların elde ettiği özgürlükleri gaspetmeye, uluslar üzerinde baskıya girişmişlerdir. Arkasından -emperyalizmin kışkırtmasıyla da- ulusal boğazlaşma dönemi ve ayrı devletler olarak parçalanma baş gösterir. Yani kapitalizmin uç verdiği noktada, ulusal baskı ve haksızlıklar, ardından boğazlaşma sökün etmiştir.
Emperyalizm varolduğu sürece, ulusal güvensizlik, ulusal düşmanlık ve çatışmalar sürüp gidecektir. Çünkü ulus, “yükselen kapitalizm çağının tarihsel kategorisidir.” O halde özünde burjuva bir nitelik taşıyan ulusal sorunun varlığı, doğal olarak kapitalizmin varlığına bağlıdır. Ve bu sorunun kesin çözümü de, kapitalizmin bir daha dirilmemek üzere tarihin çöplüğüne gömülmesiyle mümkündür.
Sonuç olarak Ekim devrimiyle birlikte inşa edilen sosyalizmde, ulusal sorunun çözümünde çok büyük adımlar atmış, çok güzel örnekler sunmuştur. Onu tamamlamak ve sorunu nihai olarak çözmek ise, sosyalizmin tüm dünyada zaferiyle gerçekleşecektir.
Bin dokuz yüz on yedi
ikinciteşrin yedi…
Yumuşak ve derin
sesiyle Lenin:
“Dün erkendi, yarın geç
vakit tamam bugün,” dedi..
Yağlı çarklılarla yağlı işçiler:
“Bugün!” dedi.
Ölümü açlıktan öldüren siper:
“Bugün!” dedi.
Ağır
çelik
kara
toplarıyla AVRORA:
“BUGÜN!” dedi,
“BUGÜN!” dedi..
…
Artık
ne kışlık sarayda
sarhoş eteklerin ipekli sesi,
ne paskalya çanlarında deli duası çarın,
ne Sibirya yollarında zincir iniltisi…
Artık
votka kadehlerinde ıslanmıyacak
sarı sarkık bıyıkları pameşçiklerin.
Kara toprağın üstünde bir avuç kan gibi
yanmıyacak,
bakır sakalları
açlıktan ölen mujiklerin.
Artık
kararmıyacaktır karlı sokaklar
kara bir rüzgar gibi geçen
Çarın kazaklarından.
Sarkmıyacaktır işçi kadınların
kanlı saçları:
kara kalpaklı kazakların mızraklarından.
Yandı kanatları iki başlı kara kartalın,
düştü yere,
öldü.
Buzlu Baltık denizinin kıyısında
bir pencere örtüldü.
Açıldı bir pencere….
Bin dokuz yüz on yedi
ikinciteşrin yedi…
Nâzım Hikmet