Halk ayaklanmasından diktatörlerin savaşına; Sudan

2019 yılında bir ayaklanmayla diktatörü deviren Sudan, 15 Nisan’dan bu yana yeni bir çatışmanın içinde. 2019’da kitlelerin ayaklanmasının gücü, iktidarı ele geçirmeye yetmemişti; şimdi ise hangi diktatörün Sudan’ı yöneteceğine dair bir iktidar savaşı yaşanıyor.

Savaşın taraflarından birisi ordu. Sudan Silahlı Kuvvetleri’nin Genelkurmay Başkanı General Abdülfettah el Burhan, resmi devlet ordusunu yöneterek savaşıyor. Diğer tarafta ise Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) adı verilen kontra gücü var. HDK, 2003 yılında yaşanan iç savaş sırasında işkence ve savaş suçları ile öne çıkan Cancavid milislerinin devamcısı ve 2013’te isim değiştirerek yasal statü kazanmış hali. Bu paramiliter grubun lideri ise General Muhammed Hamdan Dakalu (Hamideti). Üstelik savaşan generallerin her ikisi de bugün Sudan’ı yöneten Egemenlik Konseyi’nin içinde yer alıyorlar. Savaş, ikisinin arasında yaşanan, iktidarı tamamen ele geçirme kavgası olarak başladı.

 

Ayaklanma sonrası darbe dönemi

Sudan halkı, ekonomik ve siyasi baskılara karşı 2018 yılının sonlarında başlattığı sokak eylemlerini 2019 yılında bir ayaklanmaya dönüştürdü. Ve Nisan 2019’da, 30 yıllık Ömer el Beşir diktatörlüğünü devirdi.

Ayaklanma sırasında ve sonrasında, ordu ve ordu dışı askeri güçler, bu sürecin farklı biçimlerde parçası oldular. Mesela bugün savaşın taraflarından biri olan Hızlı Destek Kuvvetleri, ayaklanmanın zirve günlerinde Hartum’daki oturma eylemini dağıtma görevini üstlenmişti ve bu saldırı sırasında insanların yerlerde sürüklendiği, pervasızca öldürüldüğü görüntüler hafızalarda yer etmişti. Diğer taraftan aylar süren direnişin ardından ayaklanmanın başarıya ulaşacağının belli olduğu aşamada, ordu devreye girerek askeri darbe gerçekleştirdi. Böylece ordu, gerçekte kitlelerin kazandığı zaferi, kendi hanesine yazmaya çalıştı.

Darbenin ardından, ayaklanma sırasında oluşturulan ve içinde sol-devrimci yapıların yanısıra, Beşir karşıtı sağcı güçleri de barındıran Özgürlük ve Değişim Güçleri (ÖDG), darbeci ordu ile müzakereler yürüttü. Ağustos 2019’da ordunun ve ÖDG’nin içinde yer aldığı bir geçiş hükümeti kuruldu.

Görünürde “ortak” bir yönetim olsa da gerçekte ordunun hemen her alanda hakimiyet kurduğu, ÖDG’ye kayda değer bir alan bırakmadığı, hızla açığa çıktı. Savunma, ekonomi, dış politika gibi çok temel alanlar ordunun kontrolü altındaydı ve ÖDG’nin her hareketi kısıtlanıyordu. Bu koşullarda, ayaklanmanın önderlerinden olan Sudan Komünist Partisi, ortak hükümetin kurulmasından 6 ay sonra durumu protesto ederek ÖDG’den ayrıldı. Zaten ÖDG de daha fazla yürütemedi bu göstermelik “iktidarı”; Ekim 2021’de yine bir askeri darbe ile ortak hükümet feshedildi, sivil başbakan Abdalla Hamdok ile geçiş hükümetinin sivil üyeleri tutuklandılar. General Burhan’ın başkanlığında, Hamideti’nin “ikinci adam” olduğu bir generaller konseyi yönetimi üstlendi.

Sonrasında kitleler çeşitli biçimlerde direnişe devam ettiler, kimi zaman yüzbinlerce kişinin katıldığı eylemler gerçekleştirildi. Yapılan eylemler, cunta yönetiminde kısmi bir gerileme oluşturdu. Aralık 2022’de cunta ile ÖDG arasında bir çerçeve anlaşması yapıldı; 2 yıllık bir geçici hükümetin kurulmasına ve bu hükümetin ülkeyi seçimlere taşımasına karar verildi.

Cunta yönetimi, direnişin gücü nedeniyle masaya oturmak, uzlaşma görüntüsü vermek istemişti. Gerçekte ise herhangi bir geri adım atma niyetleri yoktu. Sudan genelinde örgütlenmiş bulunan ve darbeden bu yana direniş eylemleri, kitlesel protestolar gerçekleştiren Direniş Komiteleri ağı, cunta ile masaya oturulmasına tepki göstermiş; cunta devrilene kadar eylemlere devam edeceklerini açıklamışlardı. Onların haklı olduğu kısa zamanda görüldü; cuntacılar, verdikleri sözlerin hiçbirini tutmadılar.

Mesela yapılan çerçeve anlaşmasında “barışçıl toplanma ve ifade özgürlüğü” geçiyor olmasına rağmen, o günden sonra yapılan eylemlerde yüzlerce kişi daha, cuntacıların saldırıları sonucunda yaralandı. Keza anlaşmaya göre sivil bir başbakan silahlı kuvvetlerin başkomutanı olacaktı; bu madde de uygulanmadı, cuntacılar ülke yönetimindeki konumlarını korudular. 1 Nisan’da anlaşma imzalanacağı, 6 Nisan’da bir anayasa deklarasyonu açıklanacağı ve 11 Nisan’da da ortak geçiş hükümeti kurulacağı kararlaştırılmıştı; ancak bunlar da süresiz olarak ertelendi.

Bu geçiş sürecinin kararlarından biri de HDK’nın 100 bin kişilik askeri gücünün orduya entegre edilmesi ve parçalara bölünerek ülkenin değişik bölgelerinde yeniden konumlandırılması olmuştu. Hamideti’nin kendi paralel ordusunu korumak istemesi ve bu entegrasyonu 10 yıla yayma çabası da bu sürecin işlemeyen kararlarından bir diğeriydi.

HDK ile ilgili bir diğer sorun ise, Darfur’da altın madenciliği üzerine çok güçlü bir mali kaynağa sahip olması. Öylesine büyük bir mali gücü var ki HDK’nın, Ömer el Beşir’in devrilmesinin ardından Sudan ekonomisinin çökmemesi için Merkez Bankası’na 1 milyar dolar vereceğini söylemişti. Hamideti, son on yılda ülkenin en zengin kişisi haline gelmişti. Onun bu “paralel” ekonomik gücü de cunta yönetimini rahatsız ediyor ve bu gücü ele geçirmek istiyorlar.

 

Generallerin iktidar kavgası

15 Nisan’da başlayan çatışmalarda cuntacı generallerin ikisi de karşı tarafı suçluyor, çatışmayı diğerinin başlattığını ileri sürüyor. Keza ikisi de kitleleri yanına çekmek için çeşitli argümanlar uyduruyor. Katliamcı paramiliter HDK, çatışmalar başladıktan hemen sonra yaptığı açıklamada “Şanlı Aralık devrimini tamamlamak için” harekete geçtiğini, iki yıl önce sivil hükümet üyelerinin tutuklanmasının yanlış olduğunu, demokratik bir sivil rejim kurmak istediğini ilan etti. Diğer taraftan darbeci General Burhan ise “Hamideti güçleri dağıtılmadan masaya oturmayacağını” söyledi ve halka “bu çatışmalardan zarar görmemeniz için çalışıyoruz, güvenli alanda kalın, isyancılara karşı çatışmayın” açıklamasını yaptı.

Bugüne kadar halka saldırmakta ortak olanlar, şimdi halkın çıkarlarını ve taleplerini sahipleniyormuş gibi davranıyorlar. Ayaklanmaya karşı birlikte darbe yapanlar, şimdi birbirlerine karşı iktidar savaşı verirken, halkı yanlarına çekmek istiyorlar.

İşin bir de emperyalistler cephesi var. Kızıldeniz üzerinde (yani Akdeniz’den Hint Okyanusu’na uzanan stratejik su güzergahı üzerinde) en önemli kıyı ülkelerinden biri olan Sudan, Afrika’nın en temel su kaynaklarından biri olan Nil Nehri üzerinde de hakimiyet taşıyor. Temel su kaynağı Nil Nehri olan Mısır ile, denize açılmak için Sudan’la ilişki kurmak zorunda olan Etiyopya, Çad gibi ülkeler de bu savaştan doğrudan etkileniyor. Yanısıra Sudan ve komşu ülkelerin yeraldığı bu bölge, Afrika’nın en önemli yeraltı maden kaynaklarına ve bu kaynakları taşımak için önemli ticaret yollarına sahip olduğu için, emperyalistler tarafından sürekli karıştırılan ve “istikrarsızlaştırılan” bir bölge. Sudan da bu kargaşanın tam ortasında yeralan, stratejik konuma sahip bir ülke. 2011 yılında yine bir iç savaşla bölündüğünde, ülkenin zengin petrol yatakları Güney’de kaldı, bu petrolü denize ulaştıracak limanlar ise Kuzey’de. Bu nedenle her dönem ve her gelişmede emperyalistlerin cirit attığı bir alan olma özelliğini sürdürüyor.

Sudan’ın genel olarak Rusya’ya daha yakın politika izlediğini söylemek mümkün. Ancak Sudan emperyalistlerle ilişkilerin, özellikle 2019’daki ayaklanmadan sonra oldukça karmaşık yürüdüğü bir ülke.

Mesela Hamideti’nin HDK’sı, bir taraftan Yemen’de Suudi Arabistan’ın yanında savaşmak üzere binlerce savaşçı gönderirken, Libya’da Rusya ile birlikte hareket eden General Hafter’e destek vermişti. Keza cunta yönetiminin, Sudan’ın Kızıldeniz kıyısında bir Rus askeri üssünün kurulmasına sıcak baktığı biliniyor. Rusya’nın paramiliter örgütü Wagner, 2017 yılından beri Sudan’da faaliyet gösteriyor.

Rusya ile ilişkileri geliştiren Sudan, diğer taraftan 2020 yılında İsrail ile ilişkileri güçlendirmeyi kabul etti; ardından ABD, Sudan’ı “terörü destekleyen ülkeler” listesinden çıkardı. 2021’de askeri darbe olunca, ABD milyarlarca dolarlık kredi ve yardımı askıya aldı.

Çin, ABD, Rusya, İngiltere, AB emperyalistleri, yanısıra Suudi Arabistan’dan Türkiye’ye, BAE’den Mısır’a kadar pek çok ülke, Sudan üzerinde bir kontrol kurmak için uğraşıyor.

 

İç savaş büyük bir kıyım getiriyor

Savaşın tarafı olan generaller, halka yakın görünmeye çalışsalar bile, kitleler başından beri iki tarafa da karşı duruyor ve “Ordu kışlaya dönsün”, “Cancavid dağıtılsın” sloganlarını atıyorlar. Sudan Komünist Partisi, “bu şiddetin kurbanları, devrimi sürdürmek ve tam demokratik sivil iktidarı elde etmek için mücadeleye devam eden direnişçi halk kitleleridir” açıklamasını yaptı; ordunun da milislerin de şehirlerden, köylerden, yerleşim alanlarından çekilmesini istedi.

Bu gerici iç savaşta doğrudan kitleler zarar görüyor. Resmi rakamlara göre bugüne kadar yüzlerce insan öldü, binlercesi yaralandı, milyonlarca Sudanlı savaştan doğrudan zarar gördü. Savaşın başından bu yana yerleşim yerlerinden elektrik yok, su yok, hastanelerin önemli bölümü kapalı.

Savaş kitlelerin zaten kötü olan yaşam düzeylerini yerle bir ederken, savaşan generallere büyük avantaj sağlıyor. En başta kitle mücadelesi nedeniyle geri adım atmaya söz verdikleri baskı düzenini sürdürebiliyorlar. Yanısıra Sudan’ın zengin petrol ve altın yataklarının hakimiyetini ele geçirmek için tüm güçlerini ortaya döküyorlar. Emperyalistler ise, savaşan taraflara silah ve destek sağlayarak Sudan’ı daha fazla bağımlı kılma olanağını kullanıyorlar.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …