İşçi sınıfı doğduğu günden bu yana kendisini sömüren sermaye sınıfına karşı mücadele ediyor. Ve bu mücadelede çok çeşitli biçimleri kullandı, kullanıyor. Bunların içinde daha etkili ve vurucu olanı GREVdir. Çünkü grev, işçi sınıfının burjuvaziye karşı üretimden gelen gücünü kullandığı kolektif bir eylemdir.
İşçilerin topluca iş bırakmalarına GREV denir. Yani şalterlerin inip, üretim ve hizmetlerin durması; işçi sınıfının, yaratan ve kahreden gücünün gösterilmesidir. İşçi ve emekçilerin bu büyük gücünü bir mücadele aracına dönüştürerek patronlar üzerinde baskı kurmasıdır. Proletarya ile burjuvazi arasında cepheden bir savaştır.
Grev, Fransızca kökenli bir kelimedir. Fransa’nın başkenti Paris’te, iş arayanların topluca bekledikleri “Greve Meydanı”ndan gelmektedir.
Grev, işçi ve emekçiler tarafından büyük bir sevinçle karşılanır. Grev yeri, “bayram yeri” gibidir; halaylar çekilir, marşlar söylenir; sadece greve çıkan işyerinin değil, desteğe gelen işçi ve emekçilerin de katıldığı bir mutluluk halesi oluşur.
Azami kar için üretim yapan burjuvazi açısından ise, grev -yani üretimin durması- azami karlarında azalma anlamına gelir. Bu, burjuvazinin en büyük korkusudur. Ama grevin gücü, sadece burjuvazinin ekonomik çıkarlarına dokunmakla kalmaz. Hatta bazı dönemlerde burjuvazi, ekonomik kayıpları bile göze alabilir. Elindeki stoklarla idare etmeye çalışabilir, bir biçimde ekonomik kayıplarını giderebilir.
Grevi burjuvazi için daha tehlikeli yapan, çeşitli yöntemlerle bölüp parçaladıkları işçilerin birlikte hareket etmesi; birleşik ve örgütlü bir güç olarak karşısına çıkmasıdır. Bu tablo, burjuvazi açısından çok daha büyük bir tehlikeyi oluşturur.
Bundan dolayıdır ki, burjuvazi, grevi yasalarla engellemeye, yasaların yetmediği yerde yasaklara, çıplak zora başvurarak durdurmaya çalışmıştır. (…)
İşçiler burjuvazinin ve onun sözcülerinin iddia ettikleri gibi, “tembelliklerinden” veya “ülke çıkarlarına zarar vermek” için greve gitmezler. Aksine çalışmak ve üretmek isterler. Tabi ki, insan onuruna yaraşır bir şekilde ve yaşamını idame edecek bir ücretle…
Buna karşın burjuvazi, işçileri daha az ücretle daha uzun saatler çalıştırma gayretindedir. Aşırı kar hırsı, daha fazla sömürüyü gerektirir. İşçiler ise, içinde bulundukları çalışma ve yaşam koşullarına itirazlarını çeşitli biçimde ifade ederler. Temsilcileri aracılığıyla bunları patronlara ulaştırırlar. Fakat çoğu kez patron bu itirazları duymazdan gelir; eskisi gibi, hatta daha da artan şekilde sömürüyü sürdürür. Kimi zaman işçiler “uyarı” niteliğinde iş yavaşlatma veya bir-iki saat iş durdurma yaparak, patrona ihtar verir. Ya da farklı mücadele biçimleriyle taleplerini duyurur.
Bütün bunlara rağmen patron bildiğini okumaya devam ediyorsa, greve başvurur. Dolayısıyla grev, işçilerin başvurduğu ilk biçim değildir. Çoğu kez mücadelenin son aşamasında greve gidilir. Yani işçiler çok istedikleri için değil, mecbur kaldıkları için greve çıkarlar…
Her mücadelenin bir amacı vardır. Grevin de amacı; burjuvazinin saldırılarını püskürtmek, kazanılmış mevzileri korumak, yeni mevziler elde etmektir. Ve her grev, taleplerin öne sürülmesiyle başlar. Yani taleplerin yerine getirilmesi için greve çıkılır.
Grev, ya bu taleplerin hepsinin veya bir kısmının patron veya devlet tarafından kabul edilmesiyle sonuçlanır, ki bu grevin başarıyla tamamlanması demektir. Ya da taleplerin hiçbiri kabul edilmeden bitirilir, yani yenilgiyle sonuçlanır. Böyle bir yenilginin arkasından birçok işçinin işten atılması da gündeme gelebilir.
Ancak taleplerin kabul edilmemesi, yani somut bir kazanımla bitmemesi, her zaman o grevin yenilgisi anlamına gelmez. Somut talepler karşılanmasa bile, siyasal kazanımla biten grevler vardır. Hatta yenilgiyle sonuçlansa bile, bir dönemi kapatıp yeni bir dönemi başlatan grev ve direnişler olmuştur. Tarihte bu tür örnekler çoktur. Esasında her grev ve direniş, doğru dersler çıkarıldığında, işçi sınıfı adına bir kazanımdır.
Yayınevimizden çıkan “Üretimden gelen güç; GREV” adlı broşürden kısaltılarak alınmıştır.