Ekonomik kriz bütün şiddetiyle üzerimize yıkılmaya başladı. İşten çıkarmalar artık onbinlerle ifade ediliyor; enflasyon son 15 yılın zirvesine çıktı; işsizlik fonundan 11 milyar lira, yasalara aykırı biçimde kamu bankalarına dağıtıldı; ücretlerde ve kamu maaşlarında kesintiler sözkonusu; kitlesel açlık tehdidi ile karşı karşıyayız.
Burjuvazi, krizin faturasını işçi ve emekçilere ödetmek istiyor; hükümet de bunun için harekete geçmiş durumda. IMF’siz IMF programını dayatıyorlar. Sarayın günlük harcaması 2 milyon liraya yaklaşmışken, işçilerin üç kuruş parasına da el koymaya çalışıyorlar.
* * *
İşçi ve emekçiler ise, bu saldırı bombardımanı karşısında etkili bir mücadele hattı oluşturabilmiş değil. Tek tek fabrikalarda, işyerlerinde birçok direniş yaşanıyor. Bazı fabrikalarda, işçilerin tepkisi üzerine patronlar geri adım atmak zorunda kalıyor. Ancak genel olarak çaresiz bir bekleyiş hakim. Bunun getirdiği umutsuzluk ve bunalım, intiharlara yol açıyor. Sesini duyuramayan işçiler, kendilerini yakıyor. Oğluna pantolon alamayan bir baba intihar ediyor…
Direnişler yerel kaldığında, tek tek fabrikaların içine hapsedildiğinde, bu durum yaygınlaşarak sürecektir. Bugün en önemli gündem, krize karşı birleşik mücadeledir. Diğer bütün sorunlar buna tabi ele alınmalıdır.
Üstelik devlet, krize karşı kitlelerin mücadele dinamiklerini gördüğü için, baştan ön kesmeye kalkıyor. Kararlı bir direniş odağı olan Cumartesi Annelerini İHD binasına hapsetmeye çalışıyor; Grup Yorum’un davasında hakime itiraz eden bir avukatı tutukluyor; Dev-Yapı İş Sendikası Başkanı dahil onlarca inşaat işçisini, en insani talepleri dile getirdikleri için tutukluyor.
Bütün bunlar, kitleleri yıldırma amaçlıdır. Yapılması gereken, ekonomik kriz odaklı mücadeleyi büyütmektir. Tek tek direnişleri birleştirecek, güçlü, etkili, sonuç alıcı, merkezi bir direniş odağının kurulmasıdır.
* * *
Bilgisayar Mühendisleri Odası (BMO), 24 Haziran seçimlerinde yapılan usulsüzlükleri ortaya koyan bir rapor hazırlandı. Bu rapora göre, ıslak imzalı tutanaklardaki rakamlar bilgisayar sistemine geçirilirken, oylar “bir partiden diğerine” aktarılmış. Çok detaylı bir incelemenin sonucunda, yüzde 20’lik bir sapma olduğunu tespit etmişler.
Yakın bir zaman önce, 24 Haziran seçimleriyle ilgili CHP’nin hazırladığı bir raporda ise, yaklaşık 2,5 milyon mükerrer oy tespit edilmişti. Bu da seçim sonuçlarında yüzde 5’lik bir sapma anlamına geliyordu.
Sadece bu iki araştırmanın sonucu bile, yüzde 25’e tekabül ediyor. Kaldı ki, bu hesaplamalarda ölü seçmenler yoktur. Oy pusulalarına tak tak vuran görevlilerinin attıkları oylar dahil değildir. Önceden dağıtılmış oy pusulaları, mühürsüz zarflar vb. de…
BMO’nun açıklaması, son yıllarda yapılan seçimlere dair ısrarla altını çizdiğimiz noktaların resmi raporlara dökülmesidir. Seçimlerin hile ile kazanıldığı tartışmasız bir gerçektir. Tartışılması gereken, parlamentodaki bütün partilerin buna göz yummasıdır. AKP göz göre göre hileyle seçim kazanıyor, CHP ve HDP de buna razı oluyor. Seçim günü kör karanlıkta sandıkların başına gidip, gün boyu AKP’lilerle kavga ederek sonunda ıslak imzalı tutanakları alan, sabaha kadar ilçe seçim kurulunun önünde seçim torbasıyla bekleyen insanlar ise, bu danışıklı dövüşte figüran olarak kullanılıyorlar.
Bugüne kadar ne CHP, ne de HDP, bir-iki açıklama dışında, seçim hileleriyle ilgili somut hiçbir adım atmadılar. Dahası, hileli olduğu her halinden belli olan seçim sonuçlarını onayladılar, kabullendiler. Bu durum ayyuka çıkmasına rağmen, yüzsüzce bir sonraki seçimin çalışmalarını yapmaya, kitleleri sandığa çağırmaya devam ettiler.
Şimdi aynı durum yerel seçimler öncesinde de yaşanıyor. Muhalefet partileri yine kitleleri sandığa çağırıyor. Oysa bu koşullarda sandığa hangi parti için oy atılırsa atılsın, sandıktan yine AKP çıkacak. Buna CHP ya da HDP’nin bir çözümü yok; kitlelere yeni bir vaadi de yok…
Kaldı ki, yerel seçimlerde hedefledikleri belediyeleri kazansalar bile; bugüne kadar HDP’nin 99 belediyesine kayyum atandı, CHP’nin iki belediye başkanı görevden alındı, seslerini çıkarmadılar. Bugün de, kazanacakları belediyelere AKP el koyduğunda, buna karşı mücadele edeceklerine, kendilerine oy verenlerin taleplerine sahip çıkacaklarına dair farklı bir duruşları da yok!
O halde neye dayanarak kitleleri yerel seçimlere çağırıyorlar?
* * *
Son yıllarda reformizm ve parlamentarizm öylesine derinleşti ki, bir şeyleri değiştirmenin tek yöntemi, tek mücadele biçimi; seçimlere katılmak, parlamentoda varolmak haline geldi. Her sorunda seçimler işaret ediliyor; her eylem, “seçime giden sürece” basamak yapılmaya çalışılıyor.
Oysa sınıf mücadelesinde seçimler amaç değildir. Mücadelenin asıl alanı da sandık değil, üretim yerleri ve meydanlardır. İşçi ve emekçiler üretimden gelen güçlerini ortaya koyup meydanları zaptettiği zaman, seçim sonuçları da, yasalar da ona göre değişir. İşçi ve emekçilerin yararına olan bütün yasalar, bu şekilde çıkmıştır; bundan sonra da öyle olacaktır.
Kriz her tarafı tutuşturmuşken, işçiler en temel insani ihtiyaçları için direnişe geçmiş ve işsizler çaresizlikten intihar ediyorken, krize karşı mücadeleyi seçimlere havale etmeye kalkmak; koyun can derdindeyken kasabın et derdine düşmesinden farksızdır. Bırakalım devrimciliği, insani yönlerin de iflas etmesi demektir.
Şimdi seçimleri bir kenara itip, krize karşı mücadeleyi örgütleme zamanıdır. Halkın işsizlik ve açlıkla imtihan edildiği bir dönemde, direnişin ve yaşamın sesi olmalı ve bu sesi yaymalıyız. Onların yalnız ve çaresiz olmadığını, birleşik ve örgütlü mücadele ile herşeyin üstesinden gelineceğini pratikte gösterebilmeyiz. Madem ki, “cumhuriyet tarihinin en büyük krizi”nden söz ediliyor; o halde işçi ve emekçileri “cumhuriyet tarihinin” en büyük direnişine hazırlamalı, bunun öncüsü olmalıyız.
Bu dönem ne seçim gevezeliği ile, ne de basın açıklamaları ve her zamanki eylem biçimleriyle aşılır. Devrimci bir bakışaçısı ve militan eylemler dışında bir kurtuluş yoktur.